Almanya'da 24 Eylül'deki seçimlerin ardından oluşan Federal Meclis aritmetiği nedeniyle süren hükümetsizlik krizinde yeni bir dönemece girildi. Sosyal Demokrat Parti (SPD) Berlin'deki kongresinde Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile koalisyon ön müzakerelerine gitme kararı aldı. Die Welt gazetesinin yorum sütununda şu satırları okuyoruz:
“Sosyal demokratlar artık kendilerine inanmıyorlar ve partinin tepesinde de bu güveni geri getirecek kimse bulunmuyor. SPD, son 19 senenin 15'inde ülkeyi ya tek başına ya da başka bir parti ile birlikte yönetti ama buna rağmen başarılı pragmatik realpolitik'leri ile barışık değiller. SPD başarısını beğenmiyor. Kendini inkar ediyor ve bu sebeple cazibeden yoksun duruyor. Ve oldukça da nahoş. Schulz'un cesur Hubertus Heil'in vedası sırasında yanağına vurması ne kadar kabul edilemezse, aslında zeki Andrea Nahles'in partinin geleceği hakkında aydınlatıcı sözlerden ziyade, Hristiyan Birlik partilerinin koalisyon arayışı sırasındaki şantaj ihtimaline vurgu yapan ifadeler sarf etmesi de aynı şekilde kabul edilemez. Kendi hayatlarıyla kariyerlerine küsmüş ve boğuk birer hayat süren dar kafalılardan başka kim böyle bir partiye oy verir? Sevgili SPD, nedir senin sorunun?”
SPD'nin kongresine ilişkin Frankfurter Allgemeine Zeitung adlı gazetenin yorumu da şöyle:
"Schulz içinde bulunduğu zayıf pozisyonda, hem kendisinin hem de partisinin içinde bulunduğu sıkıntılı durumun elverdiği en iyi sonuca ulaşmaya çabaladı. Cesaret ve güven veren bir konuşmak yapmak istedi. Ve özellikle de kendi saflarındaki çatlak seslere hitaben ‘Kamuoyu önünde içerikten çok personel konuları tartışıldı' siteminde bulundu. Schulz'un sorunu, personel probleminin kendisini de içermesi. Nitekim Schulz'un etrafındakilerin onun hakkında verdikleri yargı ‘testi geçemedi' oldu. Aynı kişiler yaklaşık dokuz ay önce Schulz'u yüzde 100 oyla genel başkanlığa getirenlerdi. Onlar da yola nasıl devam edileceğini bilmiyor. Parti kongresindeki durum aslında tüm bunların açık ifadesiydi.”
ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve Tel Aviv’deki büyükelçiliğin Kudüs’e taşınacağını duyurmasının yankıları sürüyor. Straubinger Tagblatt/Landshuter Zeitung şu yorumu sunmuş okurlarına:
"Trump kararıyla aslında İsrail’deki siyasi realiteyi tanımaktan ileri giden bir adım atmadı. Ancak bu adım kulağa geldiği kadar masumane değil. Zira Trump bu kararının taraflar üzerinde nasıl bir etki yaratacağını anlamadan hareket etti. Acaba Beyaz Saray’daki danışmanları ve Dışişleri Bakanlığı yerine kampanyasına mali destekte bulunan bazı isimlere mi kulak verdi? Ortadoğu'yu tekrar alevler sardığı takdirde, Trump'ın bunun sorumluluğunu üstlenmesi gerekecek.”
Seçtiğimiz son yorum da Avrupa Birliği içindeki mülteci anlaşmazlığına ilişkin. AB Komisyonu Konsey kararına rağmen mülteci almayı reddeden Polonya, Çekya ve Macaristan'ı Adalet Divanı'na şikayet etti. Bielefeld'de çıkan Neue Westfälische, gelişmeleri şöyle yorumluyor:
"Adaletin çarkları yavaş döner ama hiç durmaz, denir. Tanrıya şükür, Avrupa Birliği'nde en azından bu çarklar dönüyor. Konuyla ilgili olarak uzun süre bir belirsizlik hakimdi. Polonya, Çekya ve Macaristan'ın sığınmacılara yardıma yanaşmaması akıl alır gibi değil. Bu yardımı reddeden ülkeler, daha bir süre öncesine kadar Varşova Paktı’nın bir parçasıydı, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından, ortak değerleri de göz önünde bulundurarak Batı'ya yanaşıyor gibi göründüler. Yabancılara karşı sınırsız korkunun önüne kattığı bu hükümetler, sadece savaştan kaçan sığınmacılara ölüm ve terörden korunma imkanı vermemekle kalmıyor. Batılı komşularının teşviklerinden bolca yararlanan bu ülkeler, şimdi partnerleriyle dayanışmaya da yanaşmıyor.”
© Deutsche Welle Türkçe
DC/AÜ/BD