28 Şubat 2013 17:42
Derya Akkaynak, MIT’de başlattığı kitap kampanyasından, Türkiye’deki denizlerin durumuna, bilimle ilgilenen-ilgilenmeyen herkesin ilgisini çekecek birçok konuda T24’e bilgi verdi.
Şirince’deki Matematik Köyü için altı ayda MIT genelinde bir ton kitap ve dergi toplandı. Bu kampanyayı başlatan isim, şu anda MIT’de makina mühedisliği ve oşinografi (okyanus bilimleri) alanında doktora yapan Derya Akkaynak. Kendisi ile T24 için görüştüm.
Her şey, Derya Akkaynak’ın mayıs ayında Nesin Vakfı’ndan gelen bir duyuruda, Matematik Köyü’nde bir kütüphane inşaatı başladığını okuması ile başlamış. “Kütüphanenin ilk kitapları MIT’den gelse ne iyi olur” diye düşünen Akkaynak’ın MIT genelinde kampanyayı başarı ile yürüttüğünü gazetelerde okumuş
olmalısınız.
MIT’nin Matematik Bölüm Başkanı Prof. Sipser’a Matematik Köyü’nü anlattığında, Prof. Sipser’ın son derece etkilendiğini söyleyen Akkaynak, altı ayda bir ton kitap ve dergi toplandığını, hepsinin tek tek ağırlıklarını ölçtüğünü, fotoğraflarını çektiğini ve bir veritabanına kaydettiğini belirtti ve ekledi: “Bu elbette beklentimin çok üzerindeydi. Kampanyayı başlattığımda, “herhalde 10-20 kitap toplarım, yazın Türkiye’ye gelirken çantamda getiririm” diye düşünüyordum. Bu kadar çok kitabı yabancı bir ülkeden Türkiye’ye göndermek için nakliye ve gümrük konularında da yeterli bilgi ve tecrübem yoktu. Bu yüzden bana yol boyunca yardımcı olan pek çok kişiye müteşekkirim. Her şeyden önce, MIT’de “Public Service Center” diye bir birim var ve benimki gibi projelere parasal ve lojistik destek veriyorlar. Bu ofiste çalışan, daha önce hayatlarında ne Şirince’yi ne de Matematik Köyü’nü duymuş insanlar, daha ilk günden benim fikrimi çok beğenip 2,500 dolara kadar bana fon sağladılar. Şans eseri kampanyanın aktif olduğu aylarda MIT’nin matematik bölümü baştan aşağı boyanıyordu, dolayısıyla odasını boşaltmak zorunda olan pek çok kişi kitaplarını bağışladı. Kitapları kasım ayında gönderdim, aralık sonunda Şirince’ye teslim edildiler. Benim yaptığım, atıl duran kaynakları harekete geçirmek oldu, köydeki öğrencilere faydası olursa ne mutlu bana. Matematiği seven bireyler yetişmesini çok önemsiyorum; matematiği bilen ve seven insanların sayısı arttıkça toplumda hepimizin yaşam kalitesi artacak. Türkiye’de pek çok eksende kutuplaşmış durumdayız, ama matematik ortak paydamız, birleştiğimiz eksen olabilir.”
Karşımdaki isim okyanus bilimleri alanında doktora yapan biri olunca sormak istedim: Türkiye’de denizlerimizin durumunu nasıl buluyorsunuz?
Denizlerimizi, diğer doğal kaynaklarımız gibi, yarını düşünmeden harcayıp bitiriyoruz. Ancak bir sömürge devleti, sömürdüğü toprakların doğal kaynaklarını, bu kadar hoyratça kullanır. En büyük sorunlarımızdan birisi, devletin politika belirlerken bilimsel verileri dikkate almaması. Örneğin Kırım Kongo Kanamalı Ateşi taşıyan keneleri yemesi için Türkiye’de çok sayıda beç tavuğu üretilip doğaya salındı. Ancak Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu’nun yayınladığı makalesinde dikkat çektiği gibi, Türkiye’de doğal olarak bulunmayan bu tür tavuk kene yemediği gibi kenelerin yayılmasına aracılık ediyor. Bu nasıl açıklanabilir?
Denizlerimizden örnek vereyim. Lüfer olarak bildiğimiz balığın, en erken 24 santim uzunluğa eriştiğinde üreyebildiğini Slow Food Istanbul – Fikir Sahibi Damaklar’ın yürüttüğü kampanyadan duymuşsunuzdur. Uzun bir kampanya sonunda lüferin avlanma boyu 20 santime çıkarıldı. Bilimsel veriler lüfer 24
santimde yumurta dökebiliyor diyor. Önümüzdeki gerçek son derece basit: bir hayvanı yavruladığından daha hızlı avlarsanız, o hayvanın soyu tükenir.
Bir de denizlerimizle ilgili çok önemli ve acil bir başka konuya değinmek istiyorum: köpekbalıkları, ve medyanın köpekbalığı haberlerini veriş şekli. Karasularımızda kaza ile ağlara takılarak ya da bilinçli avlanarak öldürülen köpekbalıkları ile ilgili haberler, medyamızda son derece duyarsız bir şekilde
işleniyor. “600 kiloluk canavar yakalandı, görenler şoke oldu”, ya da “Marmara’yı köpekbalıkları basmış” gibi haber başlıkları ile köpekbalıkları normalde karasularımızda bulunmaması gereken, insanlara zarar vermeye gelmiş hayvanlar olarak gösteriliyor. Köpekbalıklarının öldürülmeleri özendiriliyor ve
onları katleden balıkçıları zafer kazanmış bir kahraman gibi sunuyorlar. Oysaki köpekbalığı öldürmek belli türler için suçtur ve bu tür haberler için atılabilecek tek başlık, bizim sularımızda ve dünyada nesli tükenmekte olan hayvanlardan bir tanesinin daha avlanmış olmasının utanç verici olduğudur. Medya, mensupları, haberleri yazarken köpekbalıklarının öldürülmesini özendirmemelidir.
Bir oşinograf ve deniz sevdalısı olarak medyanın yakalanan köpekbalığı haberlerini veriş şekline isyan ettiğim için, kendim köpekbalığı çalışmasam da, tüm gazetelerin okur temsilcilerine göndermek üzere bir yazı hazırladım ve bunu ilk defa T24 ile paylaşmak istiyorum:
1. Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz, köpekbalıklarının doğal yaşam alanlarıdır; denizlerimizde köpekbalığı bulunması normaldir, köpekbalıkları denizlerimizi istila etmiş değildir. Aksine, bir denizde köpekbalıklarının bulunması, ekosistemin dengesinin ve sağlığının korunması için elzemdir. Küçük balıkları yediği için köpekbalıklarını öldürmek, denizin dengesini bozacağı için küçük
balıkların da sayısını azaltacaktır.
2. Köpekbalıklarının yavrulayacak olgunluğa gelmesi, türlerine göre, 5 ila 30 sene arasında değişmektedir. Pek çok tür bir defada en fazla 2 yavru yapabilmektedir. Dolayısıyla bir tek köpekbalığı öldürmek, bir nesli yok edebilir.
3. Köpekbalıklarının kanser olmayan tek hayvan olduğu ve köpekbalığı eti veya ciğeri yemenin insanlarda kanseri iyileştirdiği doğru değildir. Aksine, köpekbalıkları denizlerdeki en tepe avcılar oldukları için etlerinde insan sağlığına zararlı olabilecek miktarda ağır metal (örneğin civa) bulunabilmektedir ve
kesinlikle yenmemelidir.
4. Köpekbalıklarının ağlara takılması veya başka bir tür avlanılmak isterken kaza ile tutulması dünya genelinde bir sorundur fakat kanunların uygulanıp sıkı denetimlerin yapılabildiği bölgelerde, özel ağ ve çıpa kullanarak köpekbalığı kayıplarının ciddi oranda azaldığı görülmüştür. Köpekbalıklarımızın sayıları
tükenme noktasına gelmeden Türkiye her tür köpekbalığının avını yasaklayan (şu anda sadece büyük camgöz avı yasak) ve onları koruyan bir kanun çıkarmalı, sektörün geleceği ve sağlığı için köpekbalıklarının önemi konusunda balıkçıları bilgilendirmelidir.
Ek olarak, çalıştığınız alanda son dönem sizi şaşırtan bilgileri de paylaşmak ister misiniz?
Son yıllarda sadece benim çalıştığım alanda değil, bilimle ilgilenen-ilgilenmeyen herkes için çok güzel gelişmeler oluyor. Dünyanın en iyi üniversiteleri bir araya gelip, en popüler derslerini videoya kaydederek ücretsiz olarak herkesin izlemesine olanak sağlıyorlar. Yani dünya çapında bir açık öğretim devrimi yaşanıyor. Bu derslere MOOC (Massive Open Online Course), yani internet üzerinden katılınabilen devasa dersler deniyor, Devasa sıfatı da derslere katılan öğrenci sayısının 75-100 bin, bazen 150 bin civarında olması dolayısıyla kullanılıyor. Dersler ücretsiz; ayrıca katılmak için öğrenci olmaya da gerek yok, herkese açık. Bir derse yazıldığınız zaman dilerseniz o dersi ilan edilen takvime göre takip ediyorsunuz, dilerseniz videoları altı ay sonra vaktiniz olduğunda izliyorsunuz. Dilerseniz ödevleri yapıyorsunuz, dilerseniz yapmıyorsunuz. Eğer dersi takip eder, ödevleri ve sınavları yaparsanız, o dersi veren üniversiteden bir sertifika kazanma şansınız var. Yani mesela Türkiye’de öğrencisiniz, ama MIT’nin verdiği bir dersi alıp başarılı olursanız MIT’den sertifika alabiliyorsunuz. Tabi tahmin edebileceğiniz gibi bu MOOC devrimi, dünyanın fakir, gelişmekte olan, yeterli üniversitesi olmayan ülkelerindeki öğrenciler için paha biçilmez bir olanak. MOOC dersleri veren üç sitenin ismini vereyim: www.coursera.org, www.edx.org, ve www.udacity.com. Türkiye’de lise ve üniversite öğrencileri ve yeni şeyler öğrenmek isteyen herkes - mutlaka bu ücretsiz kaynaklardan faydalanmalı. Müzik prodüksüyonundan istatistiğe, Yunan mitolojisinden Python programlama diline yüzlerce ders alabilirsiniz.
Son soru: Türkiye’nin bilimde uluslararası arenadaki yeri ne sizce?
Beyin kapasitesi olarak uluslararası arenada çok daha iyi yerlerde olabilecekken, üniversitelerimizin işleyiş şekli ve bilim politikamızın olmaması sebebiyle hak ettiğimiz yerde değiliz. Yurtdışında çok büyük labarotuvarlarda Türk bilim insanları önemli pozisyonlarda çalışıyorlar. Bu bilim insanlarının büyük çoğunluğu lisans öğrenimlerini Türkiye’de yapmış. Yani Türkiye’de üniversiteye hazırlanma ve giriş sistemimiz ne kadar çarpık olursa olsun, biz iyi bilim insanı yetiştirecek altyapıya sahibiz. Fakat iyi bir temel verdiğimiz bu insanlara daha ileri seviyede olanaklar sunamıyoruz. Ben bunun iki ana sebebini görüyorum: birincisi araştırma için yeteri kadar parasal kaynak olmaması, ikincisi de üniversitelerde yükselmek ve önemli yerlere gelmek için gereken kıstasın akademik yeterlilik olmayışı.
ODTÜ Havacılık ve Uzay Mühendisliği bölümünü 2003’te birincilikle bitirdi. MIT’ye Havacılık ve Uzay konusunda yüksek lisans yapmaya geldi (2003-2005). Yüksek lisans sonrası üç sene ABD’de bilişim teknoloji danışmanı olarak çalıştı. Altı yıllık havacılık ve üç yıllık iş hayatı tecrübesinden sonra oşinografi (okyanus bilimleri) alanında doktora yapmaya karar verdi. Şu anda MIT’de makina mühedisliği ve oşinografi alanında doktora yapıyor. Kendisi, American Academy of Underwater Sciences (AAUS) araştırma dalgıcı, aynı zamanda PADI divemaster, kuru elbise (dry suit) ve buz dalgıcı (ice diver) sertifikaları var. Doktora çalışmaları için gerekli verileri, ahtapot ve mürekkep balıklarının yaşadığı denizlerde dalış yaparak topluyor. Oşinografide doktora yapmanın bir parçası olarak Antartika’da, Doğu Bering denizinde (Alaska) ve Kuzey Atlantik’te Gulf Stream akıntısında çalışmalara katıldı. 2011’de tamamen gönüllülerden oluşan www.divers4oceanography.org programını başlattı. Amaç, dalgıçların dalış bilgisayarlarının dalış sırasında kaydettiği deniz sıcaklığı verilerini toplamak, dünya çapında bir veri tabanı oluşturmak ve bu verileri bilim insanlarının kullanımına sunmak.
© Tüm hakları saklıdır.