1971’de banka soygunundan kaçan Deniz Gezmiş ile arkadaşlarını evinde saklayan ve iki yıl hapis yatan ressam Sevim Onursal hayatını kaybetti. Sanatçı ölene kadar bu konu hakkında hiç konuşmadı. Milliyet gazetesinden Belma Akçura, ünlü sanatcıyı, onu tanıyanlara anlattırdı.
Yıl 1983, Caddebostan’da bir apartman dairesi... Onu bir yıl boyunca her sabah izledim; üzerinde bir sabahlık, elinde sigarası, önünde kahve fincanı, gazetelere gömülmüş olarak... Saatler sonra insanı içine çeken, buğulu sesini duyardım. Bir filmin karesi gibi zihnime çakılmış o vakur ve görkemli duruşu yüzünden belki de; ona kendi döneminin tanıklığını yapan dostları gibi hiç “Sevim abla” diyemedim. O benim için hep “Sevim Onursal” oldu.
1990’lı yıllarda Sevim Onursal’ın o “bir karelik” duruşunun arkasında gerçek bir tarih olduğunu öğrendiğim gün kapısını çaldım. İdam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile Nurhak dağlarında bir çatışmada öldürülen Sinan Cemgil’in her yıldönümünde önce onu aradım. Bana Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını evinde nasıl sakladığını, THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) davasından nasıl yargılandığını anlatsın, o dönemin en yakın tanıklarından biri olarak en gizemli, en saklı kişisel tarihini aralasın diye...
Ama o kişisel tarihini sadece tuvallere resmetti. Hayatında kendisine ait olanları özenle sakladığı, geriye kalanları da koparıp attığı için belki de hiç konuşmadı.
2000’li yıllarda Onursal’ı bir kez daha, ama son kez bir hastane odasında ziyaret ettim. 78 yaşındaydı, hastaydı ve istese de artık konuşamayacak durumdaydı. Buğulu sesi gitmiş, yerine ıslak bakan gözleri kalmıştı. Yine hiç konuşmadan baktı.
O zaman anladım ki Onursal hâlâ, Ocak 1971’de bir banka soygununa adı karışan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, İbrahim Seven, Necmettin Baca, İrfan Uçar’ı, Kor Koçalak ile birlikte evinde saklayan bir devrimciydi. “Hakkında arama kararı çıkartılırken o, adliye koridorlarında siyah kürklü paltosunun üzerinde beyaz bir atkı, dönemin nöbetçi savcısı İrfan Atca’nın odasına doğru, teslim olmak için yürüdü” diye anlatılan kadındı.
Ama Onursal’ın hikayesini herkes kendi anılarında kaldığı kadarıyla anlattığında yüzündeki o memnuniyetsiz ifadeyle “Ama gerçek çok başka” der gibi bakışlarını yakaladığım gün peşini bıraktım...
“Teslim ol” diyenlerin isimlerini söylemedi
Altı yıl sonra ölüm haberini alınca; onu en yakından tanıyan dostlarıyla buluşmak için Beyoğlu’nda Afrika Han’ın ikinci katında Saygı ve Aysel Yağmurdereli’nin sahibi olduğu Akşam Sefası adlı bir restoranın kapısından içeri giriyorum. Sevim Onursal’ın kızları Berrin ve Zerrin ile oğlu Murat burada. Tuncer Sümer, Erman Okay, Mahir Sayın, Miraç Kutbay’ın da aralarında bulunduğu dostların masasından kadehler Sevim Onursal için kalkıyor.
“Sevim hanıma ne zaman geçmişi sorsam hep böyle kadeh kaldırır, hiç konuşmazdı” diyorum. Tuncer Sümer’e göre bunun iki nedeni var: “Birincisi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına olan sevgi ve saygısından dolayı konuşmak istemezdi. İkincisi, konuşurum ama ya doğrusu anlatılmazsa kaygısını taşırdı.”
Mahir Sayın da ekliyor: “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını sakladığı evin tehlikede olduğunu öğreniyorlar, evi terk ediyorlar. Kendisine ‘Git teslim ol’ diyen, arandığı için onu evine almayan dostlarının adını bile onlara zarar gelmesin diye vermedi. Biz de hiçbir zaman öğrenemedik.”
Hiç parka giymedi, ayağına postal geçirmedi
Yani Sevim Onursal sırlarıyla mı gitti? Kızı Zerrin “Pek sayılmaz izlerini silmek mümkün olmadı. Evin her yerinden hâlâ Sevim Onursal çıkıyor; küçük kağıtlara alınan notlar, yapraklar, sergi ilanları “İkimiz de müthiş toplayıcıydık. Annem sağdan soldan topladığı her şeyden bir şey yaratırdı” diyor. Berrin ise daha kaygılı; annesinin devrimci kimliğinin, onlarca tablonun, ona ait eşyaların gelecek kuşaklar için saklanmasını istiyor.
Onursal’ı Füsun Çeliköz ise şöyle anlatıyor:
“Hiçbir zaman parka giymedi, ayağına postal geçirmedi. ‘Bunlar olmadan da devrimci olunur’ derdi. Hepimizden her zaman bir adım öndeydi. Bütün mitinglere gitti, yürüyüşlere katıldı ama rock konserlerini de hiç kaçırmadı, atlıkarıncalara, dönme dolaplara da bindi.”
Erman Okay’ın sesini duyuyorum: “Ve o, Ankara’nın en güzel kadınıydı.”
Gerçekleşmeyen vasiyeti: “Beni Sinan Cemgil’in yanına gömün”
Ankara’nın o en güzel kadınının devrimci hareket içinde Türkiye İşçi Partisi’nden THKO’ya nasıl geçtiğini ise bir başkası anlatıyor: “Sinan Cemgil’den çok etkilenmişti. Ona çok inandı. Onun devrimci kimliği üzerinde Sinan’ın etkisi vardır.”
Berrin son dönemde Sevim Onursal’ın Çetin Altan ve Murat Belge’yi çok severek okuduğunu anlatıyor. Son altı yıl boyunca geçirdiği rahatsızlık nedeniyle dört-beş kelimeden fazla konuşamadığını, son 12 saatini ise hiç kıpırdamadan yatakta nasıl geçirdiğini anlatıyor.
Sevim Onursal bürokratik işlemler nedeniyle gerçekleşmeyen vasiyetini de bırakarak aramızdan ayrıldı. “Beni Sinan Cemgil’in yanına gömün” demişti. Bu, onun belki de kendi hayatına dair sarf ettiği tek cümleydi.
“Denizler”in anısına sergi açtı
Sevim Onursal 13 Nisan 1926 doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini
İstanbul’da tamamladı. 1945-1950 arası İstanbul Güzel Sanatlar
Akademisi’nde misafir öğrenci ve 1950’den sonra da Ankara’da Refik
Epikman’ın öğrencisi oldu. 1962 ve 1965’te Ankara Devlet Resim ve
Heykel Müzesi karma sergilerine katıldı. 1965-1967 arası Ankara
Amerikan Haberler Merkezi sanat danışmanlığı ve sergi organizatörlüğü
yaptı. 1967’de Stüdyo İn grafik stüdyosunu kurdu.
60’lı yılların başlarında TİP içerisinde yer aldıysa da daha sonra
Sinan Cemgil ile birlikte THKO saflarına katıldı. 1967-1972 arası
çeşitli grafik tasarım, dergi, kitap kapak düzenlemeleri, afiş ve dekor
çalışmaları yaptı. 1971 Ocak ayında Emek İş Bankası Şubesi soygununa
adları karışan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, İbrahim Seven, Necmettin
Baca, İrfan Uçar ve Kor Koçalak’ı evinde sakladı. Bu durum eve
tesadüfen gelen icra memuru, avukat ve bir polisin rehin alınmasıyla
ortaya çıktı. Arkadaşları evden ayrılarak kayıplara karıştı. Olaydan
sekiz gün sonra Onursal savcılığa giderek teslim oldu. İki yıl
cezaevinde kaldı.
2003’te geçirdiği bir rahatsızlık sonucu felç kaldı. 6-31 Mayıs 2006
arasında onun adına açılan kendi eserlerinden oluşan “Deniz, Yusuf,
Hüseyin Anısına” adlı retrospektif sergisine tekerlekli sandalyeyle
katıldı. 2 Nisan 2009’da 83 yaşında öldü.