Gündem

Deniz Zeyrek'ten Haydarpaşa yazısı: Bu kadar pervasızlığa gerçekten lüzum yok

Haydarpaşa ihalesi Okçular Vakfı'nın kısa süre öncesine kadar genel müdürlüğünü yapan Önder'e ait şirkete verilmişti

21 Ekim 2019 07:55

Sözcü yazarı Deniz Zeyrek, İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinin kullandığı kelimeler nedeniyle elendiği TCDD’nin tarihi Haydarpaşa ve Sirkeci Garı'nın atıl depo sahaları bölgesini kiralamak için açtığı ihale hakkında bir yazı kaleme aldı. Zeyrek kendi anılarını anlattığı Haydarpaşa hakkında “Yandaş'a da 'Candaş'a da hediye edilecek bir 'gayrimenkul' değildir" diyerek, "Bu kadar pervasızlığa gerçekten lüzum yoktur" ifadesini kullandı.

TCDD ihaleleri eski bir İBB çalışanı da olan Okçular Vakfı'nın kısa süre öncesine kadar genel müdürlüğünü yapan 33 yaşındaki Hüseyin Avni Önder'e ait Hezarfen Danışmalık Limited Şirketi'ne verilmişti. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, "Haydarpaşa ve Sirkeci ihalelerinden İBB iştirakleri hukuksuzca elendi. Hem mahkemeye taşıyacağız hem de suç duyurusunda bulunacağız” demişti.

TIKLAYIN - İmamoğlu: Düne kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden 3 bin lira maaş alana Haydarpaşa'yı nasıl verirsiniz?

Sözcü'de "Hayallerin başladığı yerdir Haydarpaşa!" başlığıyla bir yazı kaleme alan Zeyrek, şunları kaydetti:

Daha önce de çok yazdım, bir kez daha yazıyorum.

Çocukluğum, ilk gençliğim Kars'ta geçti.

Alı da yeşili de masmavi göğü de bize ait olan sonsuzluk hissi veren bir coğrafyada, büyük bir platoda, yüksek yaylalarda özgür çocuklar olarak büyüdük.

Yine de hep büyük kentlerin, özellikle de Türk filmlerinde gördüğümüz İstanbul'un hayalini kurduk.

Kars şehir merkezine ne zaman gidip, İstasyon Mahallesi'ndeki yakınlarımızı ziyaret etsek, o küçük ve sevimli tarihi tren istasyonuna koşar, trenlere baka kalırdık. Devasa siyah lokomotifler, gri vagonlar, boyumuzdan büyük demirden tekerlekler başımızı döndürürdü.

★★★

Biz tarlaya “çöl” ya da “düz” deriz. Hasat zamanlarında sabah namazında gittiğimiz çölde akşam ezanı okununcaya kadar çalışır, ekmek, çeçil peynir ve domates yemek için oturduğumuz gölgelik yerde hayaller kurardık.

En büyük hayallerimizden biri de o trenlere binip İstanbul'a gitmek olurdu.

Tarladan dönerken zaman zaman yol kenarlarında tatil için o trenlerle İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den gelmiş çocukları görür, hayran hayran bakardık. Üzerinde hiç yırtık olmayan kıyafetleri, rengarenk ayakkabıları, düzenli kesilmiş, taranmış saçları, beyaz tenleri, İstanbul hayalimizi körüklerdi.

Eve vardığımızda, ayna karşısında kavrulmuş yüzüme, nasırlı ellerime bakıp, bir yaz tatilinde İstanbul'a ya da Ankara'ya gidip, dönüşte onlar gibi yeni kıyafetleri olan beyaz tenli, saçları kepçe kulaklarını kapatacak kadar uzamış ve düzgün taranmış bir çocuk olarak dönmeyi çok hayal etmişimdir.

Ne yazık ki sınavlar için iki kez gittiğim Erzurum'u ve lise son sınıfta öğretmen halamın yanına gittiğim Yozgat/Sorgun'un Peyniryemez Köyü'nü saymazsak, üniversite için Ankara'ya gelene kadar Kars'ın dışına çıkamadım.

Deniz gibi gördüğümüz Çıldır Gölü'nü bir kenara koyarsak, 17 yaşına dek denizi de hiç görmedim.

★★★

Sizin için sıradan olabilir belki ama benim için o kadar önemliydi ki denizi ilk kez gördüğüm anı hiç unutamadım.

1989 Şubat ayıydı. Hava soğuktu.

Ağzı açık bir şekilde, yüksek tavanlarına, ihtişamlı mermerlerine, basit ama etkileyici mimarisine hayran kalarak girdiğim Ankara'daki tarihi gar binasından gece yarısına doğru kalkan Ankara-İstanbul Mavi Treni'ne binmiştim. Cam kenarında oturuyordum ve sıcacık vagonda çok tatlı bir uykuya dalmıştım. Trenin ritmik sesi ninni gibiydi.

Sanırım makas değiştirme nedeniyle biraz sarsıldı tren. Gözümü açtım. Vagonun penceresi artık gözümü alamadığım bir televizyon ekranı gibiydi benim için. İzmit körfezini izliyordum. Deniz çarşaf gibiydi. Açıkta bekleyen gemiler çok büyüktü.

İstanbul'un içinden geçiyorduk ama ben daha filmlerde gördüğüm o büyük kapıdan çıkıp o basamaklardan inemediğim için İstanbul'a geldiğim hissi yaşayamıyordum. Nihayet tren durdu. Trenden adımımı atıp peronda ilerlediğimde önce o muhteşem binayı gördüm. Biraz daha yürüyüp merdivenlerinden denize doğru inerken “İşte İstanbul'dayım” dedim.

Elinde bohçası, tahta bavulu Anadolu'dan göç edip, geleceğini aramaya gelen, belki de “seni yeneceğim İstanbul” diye iç geçiren milyonlarca insan gibi ben de İstanbul'daydım artık.

★★★

O gün bugündür İstanbul deyince benim aklıma ilk Haydarpaşa gelir.

O gün bugündür (bir tren yolunun sonu olmakla birlikte) milyonlarca yeni hayatın başlangıcı olarak görürüm Haydarpaşa'yı.

İstanbul'dur Haydarpaşa.

İstanbul Haydarpaşa'dır.

Haydarpaşa Türkiye'dir.

Halkındır Haydarpaşa.

“Yandaş”a da “Candaş”a da hediye edilecek bir “gayrimenkul” değildir.

Bu kadar pervasızlığa gerçekten lüzum yoktur.

İster birilerinin “yürü ya kulum” dediği bir “yandaş”, ister başarı hikayesiyle “parlak bir iş adamı” olsun.

O genç arkadaşa tavsiyem, milyonlarca insanın anılarına, hayallerine saygı göstersin. Zerre kadar onuru varsa “kör gözüme parmak” bir yöntemle aldığı o hakkı, İstanbul halkına iade etsin.