Kültür-Sanat

Deniz Türkali: Komünist kızı olduğum için çok acı çektim

"Sosyalist, antikapitalist, feminist, oturduğu yerden aktivistim; kahkaha en büyük muhalefet"

Fotoğraf: Selçuk Şamiloğlu

06 Kasım 2017 10:08

97 yaşında hayatını kaybeden usta yazar Vedat Türkali'nin kızı Deniz Türkali, babasından gördüğü şiddeti, komünist babanın kızı olduğu için kâbus içinde yaşadığı okul yıllarını, bir bakanın tacizini, aşklarını, çapkınlıklarını, hayat görüşünü anlattı. komünist bir babanın kızı olduğu için çocukken çok acı çektiğini söyleyen Deniz Türkali, "Komünistin kızı’ olarak hiçbir aile tarafından sevilmiyordum" ifadesini kullandı.

"Politika üzerine düşünmem kulak dolgunluğu ile başladı herhalde. Zaman içinde okuyarak tartışarak şekillenmeyi sürdürüyorsun. Dünya hızla değişiyor, politik olarak da farklılaşıyorsun haliyle" diyen Deniz Türkali, "Başlarda kendimi sadece sosyalist olarak tanımlıyordum. Şimdi antikapitalist, feminist, 'oturduğu yerden aktivist' ya da kısaca muhalif olarak tanımlayabilirim. Kahkahanın en büyük muhalefet olduğunu unutmayarak" şeklinde konuştu.

Hürriyet'ten ipek Özbey'in sorularını yanıtlayan Deniz Türkali'nin açıklamaları şöyle:

Nasıl karar verdiniz hayatınızı anlatmaya?

Aslında öyle bir kararım yoktu. Murat Çelikkan ile yine bir gün yüzüncü defa, “Ne olmuştu, o nasıl olmuştu” diye konuşurken Meltem Aslan dinliyordu. “Ya siz bunları yazsanıza” dedi. Murat, “Ne dersin” diye sordu bana, benim cevabım “Ne bileyim, ilginç mi” oldu. “ senin hayatın da ilginç değilse artık” dedi ve öyle oturduk.  

Hayatınız size ilginç gelmiyor mu?

Kendin yaşadığın zaman ilginç bulmak zor.  

İlginç hayat nasıldır ki?

Daha deli dolu olabilir. Yerleşik hayatın dışına çıkmak, bir kararla gidip Afrika’da yaşamak falan. Ama bunu yapanlara sor, bu da onlara ilginç gelmeyecektir.  

Kitabı hazırlarken geçmişe gittiniz. Çocukluğunuza, aşklarınıza, babanıza, annenize… Neler hissettiniz?

Bende nostalji duygusu sıfır. Eğer nostalji sayılırsa bir İstanbul’un denizini, bir de John Lennon’ı özlüyorum. “Ah ah neydi o günler” duygusu yok bende. Bazı duygu eksikliklerim var.  

Mesela?

Kıskançlık, nostalji gibi işte. Kızım Zeynep geçen gün bana, “Anne ya, neredeyse 47 yaşında olacağım” dedi. “Aman Zeynep’çim, saçmalama ben daha yeni 40 oldum” dedim. Ağzımdan böyle çıktı.  

“Ah o günler” dediğiniz hiç olmuyor mu?

Hayır, böyle günler yok. Ama çok özlediğim insanlar var. Kedilerimi, annemi, babamı, Yılmaz’ı, Mehmet’i, bir sürü dostumu çok özlüyorum.  

En kötü gününüzü bile mizahla anlatmışsınız. Okurken “Ne kadar eğlenceli” diye düşünüyor insan. Hayatınız eğlenceli mi geçti?

Evet. Çocukluğumdan beri güler yüzlü, neşeli bir insandım. En sıkıcı durumlarda bile, komik bir yan bulurum. Hayatımı büyük ölçüde neşe üzerine kurduğum için böyleyim.  

Yalnız kaldığınızda da mı?  

Saçma sapan aptal bir mutluluktan bahsetmiyorum. Ama hayat zaten çoğu kez kötü şeyler veriyor insana. O acıları yaşamazsan o kadar gülemezsin zaten. O gülmenin bir yanı da müthiş acılar, üzüntülerdir kaçınılmaz olarak.  Ben çok ağlarım. Çocukluğumdan beri böyle… Ama bunlar bir aradadır. Çok gülerim, çok ağlarım. Hayat arsızıyım galiba...  

Vedat Türkali benim gibi edebiyat tutkunları için olağanüstü bir karakter. Ama sizden okuyunca şaşırıyor insan.  

Benim babam olmasa sizden farklı hissetmezdim. İnanılmaz hayranlık duyduğum yanları olan biriydi. Ancak baba olarak hiç de parlak bir baba değildi. Sevgi dolu bir insandı. Ama onun sevgi tarzı benimkine hiç uymuyordu. Baba-kız olarak çelişik yaşadık.  

Kitapta “Bazen hâlâ onunla kavga ediyorum” diye bir cümle var.

Evet, hâlâ kavga ediyorum. “Niye, niye” diye.  

En çok hangi konuda kavga ediyordunuz?

Valla bize çok fazla konu gerekmiyordu. (gülüyor) Sanıyorum benim yazgımda şöyle bir şey var. Babamla ve Zeynep ile aşk-nefret ilişkisi yaşadım, yaşıyorum. Benden mi kaynaklanıyor, onlardan mı bilemiyorum.  

Kızınızla da böyle mi?

Evet.  

Siz babanızda standart bir baba, Zeynep de sizde standart bir anne görmek istemiş olabilir misiniz?

Benim babamla ilişkim öyle değil. Ama evet Zeynep bunu söylüyor. Daha anneye benzer bir anne özlemi çektiğini biliyorum. Belki kendi açısından haklıdır. Ama ben öyle biri değilim. Ne babama göre ideal bir kız çocuğu, ne kızıma göre ideal anne oldum. Elimden geldiğince iyi biri olmaya çalıştım, çalışırım, ama ölçüler uymuyor herhalde...

Dünya görüşünüz ne zaman şekillenmeye başladı?

Ben komünist bir ailenin çocuğuyum. Politika üzerine düşünmem kulak dolgunluğu ile başladı herhalde. Zaman içinde okuyarak tartışarak şekillenmeyi sürdürüyorsun. Dünya hızla değişiyor, politik olarak da farklılaşıyorsun haliyle.

Nasıl?

Başlarda kendimi sadece sosyalist olarak tanımlıyordum. Şimdi antikapitalist, feminist, “oturduğu yerden aktivist” ya da kısaca muhalif olarak tanımlayabilirim.

Oturduğu yerden aktivist ne demek?

Eee, çünkü artık yürüyüşe çıkmıyor, eylem yapamıyoruz. Sosyal medyayla muhalefet yapabiliyoruz. Arkadaşımdan aldığım bir söz bu, çok tanımlayıcı buldum, o yüzden oturduğum yerden aktivistim.  

Okulda öğretmeniniz de, veliler de ‘komünistin kızı’ diye dışlamış sizi… Babanızın hapis yıllarını nasıl geçirdiniz?  

Okul hayatı feciydi. ‘Komünistin kızı’ olarak hiçbir aile tarafından sevilmiyordum. Dördüncü sınıfta Nesime diye bir öğretmen bana hayatı zindan etti. Hâlâ öfkeden kudurduğum pislik kadın Nesime.  

Hayatı öğreteceğine hayatınızı zehir etmiş…

Sınıfta sürekli bana, “Baban sizi düşünseydi o işlere kalkışmazdı” diyordu. Kimse üzülmesin diye evdekilere de söyleyemezdim. Çünkü evde zor bir hayat yaşanıyordu ve ben farkındaydım artık.  

Şimdi o öğretmeni karşınızda görseniz ne dersiniz?

Duydum ki zaten bunamış... Ne diyebilirim? Yazık, keşke daha iyi bir kadın olsaydı... Onlardan hâlâ o kadar çok var ki...

Babanızın politik duruşu size böyle olumsuz yansımışken,  tam tersi yolu seçmeyi düşünmediniz mi hiç?

Hayır. En öfke duyduğum zaman bile bu yanlarına hayran oldum. Bak insanlar ya vicdanlı doğuyor ya da hiç öyle bir kavram olmadan, vicdansız, ama vicdanlı olmayı sonradan öğrenebiliyorlar. Ben vicdanlı bir çocuk olarak doğdum. Bence bu en önemli pusula... 

Canınızı da acıtıyor, değil mi?

Elbet. Ama acıtan olmaktansa canı acıyan olmayı tercih etmek önemli.  

Vicdanınızı en çok sızlatan ne peki?

Her şey. Doğanın katledilmesinden, insanın insana işkencesine kadar, zulüm, sömürü genel olarak canımı acıtan şeyler. İnsanın insana örgütlü kötülük edebilmesini anlamama imkân yok.

Nasıl mücadele ediyorsunuz?

Dedim ya “oturduğu yerden aktivist” olanlardanım... Kahkahanın en büyük muhalefet olduğunu unutmayarak.

Pek, annenize gelelim…

Annem  benim hayatta en sevdiğim insanlardan biriydi. Çok severdim, hâlâ çok severim hayatta olmasa bile. Bence bizim ailenin en parlak insanı annem.  

Babanızdan daha mı zekiydi?

Babamla ben çabuk tepkiler verirdik. Daha çok zekâ ile verilen tepkiler... Annem öyle değildi, düşünür tartar, ona göre konuşurdu. Çok akıllı bir kadındı. Barış anneme daha çok benzer. Tanıyan herkes için öyleydi. Hiçbir zaman iddiacı değildi.  

Siz kime çekmişsiniz?

Babamın kopyasıydım.  

Ve kopyanıza karşı öfkelisiniz…

Evet. Şimdi değil tabii. Onu kaybetmeden önce de onu çok özleyeceğimi, canımın acıyacağını biliyordum. Aynen öyle oldu.  

Ne zaman kafanızda tam anlamıyla barıştınız?

Barıştığımı kim söyledi İpek. (Gülüyor) Kavgalarımızı bile özlüyorum. Çok şey öğrendim ondan. Çok ciddi dayanışmalar da göstermiştir zor günlerimde. İtalya’da onun mektupları çok çok iyi geliyordu bana. En çok özlediğim şeyler: Şu an Türkiye ve dünyanın haline ne derdi? Onun yorumu ne olurdu? Merak ediyorum.  

Babanızdan şiddet de görmüşsünüz.  

14-17 yaş arası.  

Kızgınlığınızın en önemli nedeni bu mu?

Mutlaka. Bir de konuşma, aşağılama tarzı çok kötüydü. Annem o zamanlarda buna engel olmadığı için sonradan çok pişman oldu. Her şekilde şiddet gördüm, hem fiziksel hem sözlü şiddet. 

Sonraki hayatınıza nasıl yansıdı?  

Bu nedenle ne oldu bilemem. Ama bunu çok ağır yaşadım. Ancak hayatımı etkilemesini engellemişim, kendiliğinden olan bir şey. İnsanın kendinden güçsüze şiddet uygulamasını çok alçakça buluyorum. Aşk ilişkisinde hayatımda bir kaç kez karşılıklı itişip kakışma yaşamadım diyemem. Ama o zaman da bir yediysem iki vurdum açıkçası...

Anne-babası ayrıldığı için sevinen ve sevinse de bunu açıkça söyleyen pek az insan vardır. Siz söylüyorsunuz.  

Babam hapisten çok kötü çıktı, benimle ilişkisi çok kötüydü, çok mutsuz ediyordu. Giydiğim kıyafetten, dinlediğim müziğe kadar. O kadar sevindim ki ayrıldıklarına. Tabii numara yaptım, ağladım falan. Ama bir melek oldum. Annem inanamıyordu. İyi kız olmaya karar verdim. Babam yeniden dönünce vazgeçtim tabii. (Gülüyor)

"Herhalde en son imama göz kırpıp gideceğim"

Erkekler size çok âşık olurmuş...  

Evet öyleymiş. Benim sonradan öğrendiklerim de oldu. “Ben sana çok âşıktım” diyen arkadaşlarım var. Ne güzel.  

Onlardan biri Barış Manço.

Barış ile biz 11’inci sınıfta beraberdik. Çok iyi arkadaştık. Biraz flörttük. Ama bitirme sınavlarında birkaç kişi daha bizim evde ders çalışırdık. Ve ben Barış’a çok ders çalıştırırdım. Sonuç, ben iki dersten kaldım, Barış geçti. Sonra mektuplaştık. İkimiz de evliyken tehdit ediyordum, mektupları basına vereceğim diye. Şaka tabii…

Çapkın bir kadın mıydınız?

Her zaman. Herhalde en son imama göz kırpıp öleceğim. Çapkınlık insana mutluluk veren, karşındakini de mutlu eden bir şey. Benim için bakmak, gülmek, karşısındakini mutlu etmek, iki güzel sözdür. İleriye isteyen götürür, isteyen götürmez. Ama ben hayatla flört ediyorum.  

Babanızın arkadaşı Atıf Yılmaz ile 32 yılınızı birlikte geçirdiniz. Bu hayatınızın başka dönemi…

Yılmaz ile olan hayatımın çok özel bir yeri var. Ben Yılmaz ile flört etmeye başladığımda 30 yaşındaydım. O da 48-49 yaşındaydı. Buna rağmen birlikte büyüdük. O yaşta birlikte büyümek, o iki insan için de çok önemli. Birbirimizi hep olumlu etkiledik.  

Sanat hayatınızı nasıl etkiledi?

Şimdi orada çok ilginç bir şey var. Oyunculuk eğitimi gördüm. Müzik yaptım. Ama Türkiye’ye geldiğim zaman enteresan bir biçimde hiçbirini yapmak istemedim. Yılmaz bana, “biliyorum benim hayatımı yaşıyorsun ama kendi işini yap” dediğinde önce çok üzüldüm ama sonra ne kadar değerli bir şey söylediğini fark ettim. Yılmaz benim oyunculuğumu, şarkıcılığımı çok beğendi. Ama sinemadan uzak durmamın iki erkek nedeni var, biri babam, diğeri Yılmaz’dı.  

Çünkü tiyatro oyuncusu olmanıza itiraz etmiyor babanız.  

Yılmaz’ın itirazı “Karısını oyuncu yaptı” demesinler diyeydi. Babam içinse çocuğunun namusu meselesiydi. “Yeşilçam’a düşmek” ne demek? Allah korusun, bir genç kızın hayatı gitti demekti. Ne kadar solcu, ne kadar komünist, ilerici, aydın olursa olsun, böyleydi.  

Sizin evden böyle bir itiraz gelmesi çok tuhaf.  

Babam çok fakir bir aileden geliyor. Son derece dindar bir ailenin oğlu. Dört ablanın, göz bebeği gibi baktığı, babasının taptığı bir erkek çocuk. Zeki bir çocuk. Fakat ekonomik nedenlerle askeri okula gidiyor. Böyle bir aileden geliyor, askeri bir disipline giriyorsun. Evde erkek çocuk, askeriye erkek bir kuruluş, komünist partisi o dönemde erkek bir kuruluş… Dolayısıyla ne kadar ilerici olursan ol bu yapıyı kırmak çok zor. Hoşlanmıyorum ama anlıyorum.  

Behice Boranlar falan evinizde, sofranızda... Yine de anlaşılması zor geliyor bana.  

Onların farklı olduğunu mu sanıyorsun? Türkiye’deki feminist hareket ne kadar dışlanırsa dışlansın, kadın meselesine çok farklı bir boyut getirdi, bunu unutmamak lazım. Solcu erkeklerin yaptığı bütün özgürlüklerinin ekonomik özgürlükle sağlanacağıydı. Böyle olmadığını gördük.  

"kadınlar çığlık atmalı"

Gazetecilik yaparken MSP’li bir bakanın tacizine uğradığınızı anlatıyorsunuz. İsmini açıklayacak mısınız?

Hayır, açıklamayacağım. Üzerinden çok uzun yıllar geçti.  Okumuş kesimde böyle işler olmaz sanıyorduk. Ama taa o yıllarda bile var. Bunu yaşamayan kadın ya unutmaya çalışıyordur ya da yalan söylemek zorunda kalıyordur.  

Peki neden?

İktidarın kullanılma biçimleri. Hayatın her alanına yapışmış olan iktidar. Erk her zaman aynı şekilde devam edecek buna. Okumakla okumamakla ilgisi yok. Kaç profesör, kaç sosyalist tanıdığım var, karısının ağzını burnunu dağıtan. Eşit kavgadan bahsetmiyorum. “Hayır” hayır demektir, “Dur” dur demektir.  

Ne yapacak kadınlar?  

Kadınların mücadeleye başlamış olması çok önemli. Boyun eğmemek, itiraz etmek gerek. “Bağır duyulsun” demek lazım. Çığlık atmak lazım.

Yeniden tiyatro sahnesinde

Yeni bir oyuna hazırlanıyorsunuz değil mi?

Ayşenil Şamlıoğlu’nun sahneye koyacağı, Aliye Uzunatağan ve Selen Öztürk’le “Bebek Jane’e Ne Oldu” oyununu çalışmaya başlıyoruz. Şubat’ta BKM’de oynayacağız.