T24 - BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ilk kez İmralı’yla “protokol” sürecini tüm detaylarıyla anlatarak “Müzakereler Silvan saldırısı değil Ankara protokolleri kabul etmeyince koptu” dedi. Medyanın BDP’ye sansür uyguladığını söyleyen Demirtaş “Sorun BDP değil zamanla bu sansür kurumsallaşmış olacak” dedi.
Milliyet gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş'ın "Kandil kabul etti Ankara reddetti" başlığıyla yayımlanan (6 Şubat 2012) yazısı şöyle:
Kandil kabul etti Ankara reddetti
Neden Selahattin Demirtaş? Neden Paul Auster değil, Gençliğe Hitabe değil, “Andımız” değil de, durup dururken BDP liderini konuşalım? Çünkü Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve şu zamana kadar sayısız devlet yetkilisinin bizzat söylediği gibi “Kürt meselesi Türkiye’nin en önemli sorunu.” Şimdi önümüzdeki tabloya bakalım. KCK soruşturması, tüm hızıyla sürüyor. Orta Doğu karışıyor, Suriye’de rejim sallanıyor, İran’a hava harekatı ihtimali her geçen gün artıyor. Türkiye böyle bir ortama Kürt meselesinde mesafe katetmiş olarak girebilirdi. Oysa maalesef konu, derin dondurucuya konmuş durumda. Ne anayasa hazırlığı ne de müzakereler cephesinde bir gelişme yok. Bırakın çözümü, tartışma bile yok artık. Medya son aylarda bu konuyu konuşmaz, tartışamaz hale geldi. Neden bugün mikrofonu Selahattin Demirtaş’a uzattım? Çünkü her gün her kanalda kendi ekonomuzu duyduğunuz televizyon programları yerine, hep aynı görüşü aktaran köşe yazıları yerine, bir kerecik de olsa farklı bir ses duyalım diye...
Bugünlerde yargı reformu gündemde. Avrupa Birliği, Adalet Bakanı’nın hazırladığı reform paketini “Evet ama yetmez” diye yorumladı. Siz?
Ben de inceledim. Derde derman olacak bir şey değil. Gerçekten ifade ve basın özgürlüğünü genişleten bir tasarı değil. Meclise gelince tartışacağız. Ama yasayı istediğin kadar değiştir, zaten zihniyet değişmediği sürece tablo farklı olmayacak...
Pakette olumlu adımlar da yok mu? Örneğin “örgüte yardım yataklık” konularında getirilen cezai indirimlerle KCK tutuklularını bir anlamda “rahatlatacak” hükümler içeriyor...
Siz zaten ortada bir suç olmadığına inanıyorsanız, neden cezanın yarıya indirilişine sevinesiniz? Mevcut kanunda “örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgüt üyesi gibi cezalandırılır” diyor. Böyle bir suç tarifi olabilir mi? “Katil olmamakla birlikte, cinayet işlemiş gibi cezalandırılacaktır” demek gibi. Ama biz bu tasarıyı büyük bir ilerleme olarak kabul etmiyoruz. Arkadaşlarımız eleştirilerimizi Adalet Bakanı’na da iletti...
Kürt sorununda bir sertleşme dönemine girdik. Ama kamuoyu, açılım sürecinin neden bittiğini hala anlayabilmiş değil. Hükümet yetkilileri, “PKK barış değil savaşı seçti” diyor. Hükümete yakın isimler, “Devlet Öcalan’la anlaştı ama Silvan’da Kandil ve PKK bunu sabote etti” diye özetliyor. Sahi ne oldu siz biliyor musunuz?
Bu konuda duyum değil, doğrudan bilgim var. O dönemde söz konusu olan, bazı protokollerin imzalanmasıydı. Doğru, devlet İmralı’daki görüşmelerde Öcalan’la bir yere geldi. Toplam 6 sayfalık ve her biri 2 sayfadan oluşan 3 başlıkta 3 ayrı protokol hazırlandı. Bu protokoller önce Kandil’e götürüldü. Kandil bunlara ek bir madde ekledi. Protokollerin esasını bozmayan bir madde. Ve o haliyle onayladılar. Protokoller, doğrudan silah bırakmayı, yani silahsızlanmayı da içeriyordu. Seçimden hemen önceki dönemden söz ediyorum. Anlaşma gereği protokoller hükümete de gidecekti. Hükümet de, biz bunun arkasındayız derse, Öcalan örgüte çağrı yapacak ve protokoller kamuoyuna açıklanıp aşama aşama yerine getirilecekti. Belki yıllar sürecekti ama hedef silah bırakmaydı. İşte o noktada , Başbakan seçimden 5 gün sonra bu protokolleri tanımadığını söyledi heyete.
Hangi heyet?
İmralı’ya da giden, hükümetin gönderdiği resmi heyet.
Eklenen maddeden dolayı mı?
Gerekçesini bilmiyorum ama o talî bir maddeydi. Şunu da biliyorum ki o güne kadar bu protokollerin hazırlanmakta olduğunu hükümet iyi biliyordu. Ama anlaşılıyor ki seçimleri atlatmaya çalışıyormuş. Biz bu protokollerin açıklanması için bir kaç defa çağrı yaptık ama olmadı. Bu sürecin kopma noktası başbakanın tavrı oldu.
Ama eşzamanlı olarak PKK’nın Silvan saldırısı geldi ve kamuoyunda büyük tepki oldu. Hükümet süreci bitirenin bu saldırı olduğunu söylüyor.
O protokollerin rafa kalkması sonucu oluşan karşılıklı çatışma ortamında gerçekleşti. Öncesi hükümete protokolü reddetti.
Eklenen madde mi bozdu uzlaşma zeminini?
Sanmıyorum. Esasa yönelik bir madde değildi. Yanlış hatırlamıyorsam yeni anayasanın her halükarda referanduma sunulmasıyla ilgiliydi.
Son süreçte Öcalan ve Kandil ’in aynı düşünmediği, PKK’nın Öcalan’a rağmen silana sarıldığı yazılıyor...
Hayır. Bunlar spekülatif. Öcalan ve Kandil arasında bir ayrılık ya da birbirini boşa çıkarma yok. O zaman da yoktu, şimdi de yok. Böyle olması da zaten herkesin yararınadır.
Herkes derken devleti mi kast ediyorsunuz?
Evet. İkisi arasında uyum çözümü kolaylaştıran bir şeydir...
En son İmralı’da Öcalan’ın 6 ay sonra ilk kez ailesiyle görüşmesine izin çıktı ama o reddetti. Bunu PKK ve KCK’yı tasvip etmediği şeklinde yorumlayanlar oldu...
Henüz gelişme olmadığını ve durumun hassas olduğunu söylemiş. Bu aşama da görüşmenin yanlış anlaşılmalara yol açabileceğini söylüyor.
Hâlihazırda İmralı’da devletle bir temas sürüyor olabilir mi?
Bence olmadığını anladık. Olmuş olsaydı Öcalan görüşürdü kardeşiyle.
KCK operasyonlarının BDP’yi ciddi anlamda sarstığı belli. Sokağı mobilize etme gücünüzün kalmadığını, gözaltılar nedeniyle artık miting yapamadığınızı söyleyenler var...
Amaçları buydu ama halkla bağımız kuvvetli ve kırıldığını düşünmüyorum. Son dönemde 8 miting yaptık. Bazıları kar yağışı altında eski 25 derecede. Yine de binlerce insan vardı. Kış aylarda kimse güçlü miting yapamaz. Ama bahar gelince 8 Mart ve Nevruz’da anlaşılacak gücümüz.
Allah aşkına kaç kişi içerde KCK operasyonlarından? 4 bin deniyor. Birkaç hafta önce katıldığım bir televizyon programında hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik 1100 civarında bir rakam verdi. Siz ise geçen hafta 6200 dediniz. Nasıl bu kadar uçurum var?
Hükümet bir yanıltma yapıyor. Sadece “KCK üyeliği” sıfatıyla açılan davalara bakıyorlar. Adli istatistiklerde “KCK üyeliği” ile suçlananları sayıyor. Oysa yüzlerce kişi KCK üyeliğinden değil de örneğin “KCK propagandasından”, “KCK’ya yardımdan” ya da KCK gösterileri ve basın açıklamalarına katılmaktan sevk ediliyor adliyeye. Onları saymıyorlar. Bizdeki rakamlar, bunları da içeriyor. İsim listemiz var teşkilatlardan gelen. Sürekli güncelleniyor. Tabi arada salınan isimler de oluyor ama güncellemeye çalışıyoruz.
Peki hükümeti “PKK’sız çözüm” stratejisine iten nedir? Nasıl bir iç mantığı olabilir bu politikanın ki geçmişte “Kürt meselesine çözüm istiyoruz” diyenlerden bir bölümü ikna olmuş gözüküyor ya da en azından itiraz etmiyor?
“Biz kötü insanlarız o yüzden herkesi gözaltına alacağız” demiyorlar tabii. Kendi içinde bir meşruiyeti koruyorlar. Şöyle diyorlar: “Karşımızda çok tehlikeli bir örgüt var. Bunlar Kürtlerin halklarıyla ilgili değiller. Elimizde uluslar arası güçlerden destek aldıklarına dair belgeler var. Kürt meselesini çözmek için bu örgütü aradan çıkarmamız lazım; bunlar elimizi kolumuzu bağlıyor. Bunlar pazarlık yapacak adamlar değil. Zaten geri kafalı Marksist, baskıcı tipler. Bu durumu çözmek için bunları iyice sindirip, aradan çıkartıp, sonra Kürtlere haklarını verelim ” diyorlar. Bu stratejinin meşruiyetini bunun üzerine kuruyorlar. Ama yanılıyorlar her anlamda. PKK ile anlaşmak, kendi iktidarını zayıflatacak bir Kürt sorunu çözümü yerine, iktidarını güçlendirecek bir Kürt çözümsüzlüğü nü tercih ediyorlar...
Baharda sürecinin yeniden başlayacağı söylentisi vardı. Umut var mı?
Şu anda görünen olasılık, gerilim ve çatışmanın tırmanacağı yönünde. Ama zayıf ihtimal de olsa müzakerelerin başlamasını zorlamak gerekir. Diyalog ve müzakere arayışından vazgeçmemek lazım...
‘Bize açık sansür var'
Ben mi yanılıyorum yoksa (Uludere’yi saymazsanız) memlekette Kürt melesi gündemden mi düştü? Bir siyasi parti liderisiniz ama Salı günü Meclis grup konuşmalarınız dışında ne televizyon ne de gazetelerde göremiyorum sizi. BDP sessizliğe mi gömüldü?
Hayır bize yönelik çok açık, hiç de gizli olmayan bir sansür var. Somut örnek vereyim. Geçen gün bir muhabir benimle özel röportaj için İstanbul’dan Ankara’ya Meclis’e geldi. 1,5-2 saatlik bir röportaj sonrasında, genel yayın yönetmeni tarafından gönderilmiş olmasına karşın tek kelime yayınlanmadı gazetede. Muhabir arayıp çok üzgün olduğunu söyledi. Yani sansür örtülü falan değil. Tanıdığım bazı genel yayın yönetmenleri de bana açık açık söyledi. Hükümetin bizzat program esnasında arayıp “Biz o toplantıda ne konuşmuştuk!” diye hatırlattığı oluyor. Dolayısıyla benimle yapılmış herhangi bir röportaj okumamış olmanız çok normal.
Bir çok gazeteci ve Meclis muhabirleriyle görüşüyoruz ama röportaj talebi olmuyor. Grup toplantısı açıklamaları da içeride ufak görülüyor.
Bu durum ne zamandan beri böyle?
Anladığım kadarıyla hükümet bunu takvimlendirdi. Medyaya “Bize şu zamana kadar zaman verin” demiş durumda. Şu zamana kadar bu işi bitireceğiz diye bir milat var. Ama bu milat dolana kadar zaten hükümet sansür işini kurumsallaştır mış olacak. Medyanın o dönemden sonra da AKP baskısını kolay kolay kıracağını sanmıyorum . Mesele artık BDP meselesi olmaktan çıktı; sansür kurumsallaştı.
Bu konuda yurtdışından gelen eleştiriler de son dönemde arttı...
Son 6 ayda görüştüğümüz yabancı yetkililerden “AKP konusunda yanıldık” cümlelerini bizzat duydum. AB reformları, müzakere başlıklarının ilerlememesi ve Kürt sorunu konusunda şikâyetçiler.