Politika

Demirtaş: AKP kendini sıyıramaz; Gülen ile suçta, günahta ve rezalette ortaklar

"Türkiye’nin kaderi Erdoğan ve AKP’ye teslim edilmemeli"

Fotoğraf: Ümit Kıvanç

13 Ağustos 2016 15:39

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaşananlar ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Gülen cemaatine ilişkin “Kandırıldık, Allah affetsin bizi” yönündeki açıklamaları için “AKP kendini sıyıramaz; Gülen ile suçta, günahta ve rezalette ortaklar” dedi. “AKP kendini sıyıramaz, kurtaramaz” diyen Demirtaş,  “AKP’nin günahlarını Allah afetsin, diğerleri yerin dibine batsın” anlayışını doğru bulmuyoruz” ifadesini kullandı.

Odağında HDP’li vekillerin olduğu dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin de Demirtaş şöyle konuştu: “Erdoğan her şeyi tüketti ve hiçbir umudu kalmadı. Bu yüzden elindeki tüm gücü kullanacak. Başka türlü ikna olmuyor, kullansın da yenildiğini görsün. Korkmuyoruz.”

Demirtaş Birgün'den Sebahat Karakoyun, Hüseyin Şimşek ve Yaşar Aydın'a konuştu. Demirtaş'ın açıklamalarından satır başları şöyle: 

 

“Darbeyi Allah’ın lütfu gibi gördü”

 

Gerçek bir darbe girişimi yaşadık. Öyle görünüyor ki 15 Temmuz gecesi darbe girişimcilerine erken doğum yaptırıldı. Darbe girişiminin başarısız olması Türkiye’ye bir olanak yarattı. Demokrasi etrafında birlik, Kürt sorununda barışçıl çözüm, müzakereye dönüş, kamplaşma ve kutuplaşmanın önüne geçilmesi için bir ortak siyaset dili yaratılabilirdi. Fakat aynı oranda başka bir olanak da açılmıştı. Erdoğan, darbeyi ve başarısızlığı Allah’ın kendisi için bir lütfu olarak görüyordu. Bir yanı ile toplum için bir olanaktı, diğer taraftan da Erdoğan için bir lütuftu. Erdoğan kendisi için olanı tercih etti. Yenikapı Mitingi’ni AKP gösterisine dönüştürerek toplumun yarısını dışladı. Kamplaşmayı kalıcı hale getirdi. Bunu çok planlı programlı yaptığını düşünüyorum.

 

“Suçta, günahta, rezalette ortaklar”

 

Erdoğan bugün çıkıp “çözüm sürecinde de kandırıldık bu hamleleri de FETÖ yaptı” dese bile birinci sorumlu Erdoğan’dır. Çünkü bu konuda defalarca uyarı yaptık. Ben doğrudan görüşmedim ama Sırrı Süreyya arkadaşımız görüştü ve “İki yol var, ya otoriter bir yönelimi seçim tek adamlığa gideceksiniz ya da demokratik adımlar atacaksınız, Türkiye’de siyasetin önü açılacak” dedi. Erdoğan’ın tercihinin ilki olduğunu anlıyoruz. Roboski’de ya da Rus uçağı düşürüldüğünde arkasında kim durduysa siyasi sorumlusu da odur. Gülen ya da başka yapılara bağlı gruplar yapabilir. Gülen- AKP ortaklığının ayrıştırılıp, “AKP’nin günahlarını Allah afetsin, diğerleri yerin dibine batsın” anlayışını doğru bulmuyoruz. Suçta, günahta, rezalette ortaklar. AKP kendini sıyıramaz, kurtaramaz.

 

Erdoğan hep muhalefeti kullandı

 

Erdoğan muhalefeti her dönem güç toplamak için kullandı Kürtleri bunun için kullandı, liberal desteği bunun için kullandı, Alevi çalıştayları ile Alevileri bu sürecin içine almaya çalıştı. Güçlendikçe de döndü herkesi ezdi. Kendi arkadaşlarını da ezdi. Abdullah Gül’den Bülent Arınç’a, Cemil Çiçek’den, Beşir Atalay’a, Abdüllatif Şener’den Sadullah Ergin’e kadar ezip geçmediği kimse yok. Bundan herkesin ders alması lazım. Bugün Saray’da seninle tokalaştı diye yarın ensene tokat atmayacağının garantisi yok.

 

Devlet ilk kez tam olarak avuçlarında

 

Erdoğan anayasayı değiştirip başkanlık sistemine geçseydi, şu andaki olağanüstü hal yetkilerinin yarısına bile sahip olmayacaktı. Bunun keyfini üç ayla sınırlamayacak. Ana muhalefet partisi kayıtsız, HDP’nin yürüttüğü muhalefetin de onları zorlamayacağı düşünüyorlar. “Meydanlarda nasıl olsa rüzgârı yakaladık, CHP, MHP kanatlarımızın altında, HDP’yi terörist ilan ettik, böyle bir durumda Anayasa’yı takmanın ne anlamı var” düşüncesinde. OHAL vesilesiyle devleti reorganize ediyor, ele geçiriyor. Hiçbir zaman devlet tam olarak Erdoğan’ın emrine girmedi. Hep ittifak yaparak bugünlere geldi. Şimdi bütün bu ittifakları temizleme fırsatı doğru. Türkiye’de muhalefet yapılacaksa günü bugündür, altı ay sonra kimsenin muhalefet yapma olanağı kalmayabilir. Hatta “muhalefet partileri yasaktır” diye bir KHK çıkarırsa kimse şaşırmasın. Hitler’in yaptığı buydu çünkü. Adım adım faşizmi böyle kurumsallaştırdı. Evet, AKP ve Erdoğan büyük bir vebal, günah altında. Ama tarih asıl olarak “muhalefet ne yaptı” sorusunu soracak.

 

"Sokak, direniş meşrudur"

 

Gelinen noktada bütün muhalefet güçleri bulundukları yerden bir adım geri atarak, toplumun acil taleplerini dikkate alıp direnmek zorundadır. Bu süreç sadece parlamento ayağıyla muhalefet yürütülerek durdurulamaz. Sokak meşrudur, direniş meşrudur. Zulüm nerede karşımıza çıkarsa biz bütün toplumsal direniş güçleriyle yan yana durarak ülkenin her yerinde direnmek zorundayız. Kendi tabanımızı, örgütümüzü de buna hazırlamak zorundayız. Çünkü gümbür gümbür bir faşizm üstümüze doğru geliyor. Hiçbir şekilde acıması olmayacak.

 

"1 Eylül görkemli miting için vesile"

 

Darbeciler kötü ama bunun alternatifi AKP faşizmi değildir. Sıtma ile ölüm arasında bir tercih dayatması içerisindeler. Bunu kabul etmeyeceğiz. Diktatörlük inşa edilmesi sürecine “darbeye karşıyız” şekerlemesi altında göz yumamayız. Sadece Kürt hareketinin değil, Türkiye'deki tüm ilerici güçlerin ortak mücadele yürütebileceği eylemlerin ortaya çıkması lazım. 1 Eylül bunun için bir vesiledir. İlerici güçlerin belli başlı metropollerde, tek pankartla, tek sloganla alana çıkması, görkemli mitingler yapması lazım. Eylül'de yapacağımız demokratik bir çıkış, faşizmin gidişatını dengeleyebilir.

 

"Türk-Kürt ittifakı mümkündü"

 

Suriye hepimiz için temel başlıklardan biri. Çözüm sürecinin bitmesinde, iç kutuplaşmada, yaşanan büyük yıkımda ana etkenlerinden birisidir Suriye. Cizre'nin Sur'un ağır bir şekilde yıkılmasının nedenidir. Yaşadıklarımız Suriye'de Kürt oluşumunun engellenme çabalarının bir yansımasıdır. 100 yıldır Türk milli devlet siyaseti, Kürtleri bir ittifak gücü olarak görmüyordu, biz ise bunun değişmesini istedik. Çözüm süreci bunun çok önemli bir olanağını sunuyordu. Bunu çözüm sürecinde denedik. Süreç bitti. Suriye'de Rojava üzerinden de denedik. Hala da deniyoruz. Biz Türk halkı ve Kürt halkı arasında bir seçim yapmadık. Ortadoğu'da geleceği birlikte kurma çizgisini bizim canlı ve diri tutmamız gerekiyordu ve bunu hep savunduk. Bunun en önemli parçalarından biri Rojava'dır. Orada Türk ve Kürt güçleri arasında sağlıklı bir ilişki geliştirilmeliydi. Davutoğlu ve Erdoğan Kürtler güçlenmesin ve Esad'ın gidişi hızlansın diye oradaki tüm radikal güçleri desteklediler ve Suriye'nin bu hale gelmesinin en büyük suçlularındandır.

 

"El mi yaman bey mi yaman göreceğiz"

 

Erdoğan’ın, dokunulmazlıklarla ilgili "Yargının herhalde biraz işi var, biter bitmez bunlarla ilgilenecektir" sözü talimat olmuştur. Onun en büyük hedefi HDP'yi parlamento içi ve dışında parçalamak. HDP'nin varlığı bile yürüyüşünü engelliyor. HDP bileşenleri, dostları, demokrasi güçleri tasfiye edilmeden Erdoğan yürüyüşüne devam edemez. Faşizmi kurumsallaştırmasının tek yolu tasfiyedir. Bunu artık net görüyoruz.

 

HDP hazırlıklı

 

Dokunulmazlıklara karşı sokak muhalefetini başlatacağız. Nasıl darbeye karşı insanlar sokak mücadelesini başlattılarsa, bizim insanlarımız da “seçtiğimiz siyasileri hukuksuz olarak alamazsınız” diye sokakta direnecekler. Erdoğan neyi göze alıyor bilmiyorum ama biz parlamenter demokrasiye sıkıştırılmış muhalefet olarak kalmayacağız.

Dokunulmazlıklarımızın alınması ile sıfırlanmayız. Sona doğru gidiyoruz, el mi yaman bey mi yaman göreceğiz. Erdoğan her şeyi tüketti ve hiçbir umudu kalmadı. Bu yüzden elindeki tüm gücü kullanacak. Başka türlü ikna olmuyor, kullansın da yenildiğini görsün. Korkmuyoruz.

 

"Savaş ve şiddete karşıyız"

 

Biz savaş ve şiddete ilkesel olarak karşıyız. Sivilleri de hedef alacağına dair ihtimalin güçlü olduğu metropol saldırıları da kabul edilemez. Doğru da görmediğimi söyleyeyim. KCK yönetiminin yaptığı açıklama belki tecrit ve savaşı tırmandırmaya çalışan AKP'ye karşı bir tehdit içeriyor olabilir ama insanlar bu dönem Kürt hareketinden de demokratik siyasetten de huzurun, güvenliğin, barışın yolunun açılacağı bir beklenti içerisinde. Bunu güçlendirecek siyaset halk nezdinde daha çok destek görecektir.

 

 

“CHP ile ilişkiyi önemsedim”

 

 

​CHP ile son dönemde kurumsal olarak bir temasımız olmadı ama arkadaşlarımız parlamentoda CHP milletvekilleriyle görüşüyorlar. CHP’nin kurumsal aklı kendi yönetim kademesini ve tabanını dikkate almayan bir tarzda son iki yıldır çok vahim hatalar yapıyor. Bu hataların her birinin öncesinde biz CHP ile görüşmüştük. Bizzat ben iki kez Sayın Kılıçdaroğlu ile bir araya gelmiştim. İlkinde cumhurbaşkanlığı seçimi öncesindeydi. Cemaatin fısıldadığı bir adayla parti tabanını zora sokacak bir siyasetin hiçbir karşılığı yoktu aslında. Çok dostça, yoldaşça uyarılarımıza rağmen, işbirliği tekliflerimize rağmen kapı açılmadı. Bir başkası da yerel ve genel seçimlere giderken birlikte hareket etme, birlikte tutum alma isteğimizdi. Orada da gördük ki CHP’nin kurumsal aklı için bizden çok milliyetçi, ulusalcı bir yapıyla yan yana durmak “daha karlı” geliyor her nedense. Geleceği okuyabilen, geleceğin siyasetini bugünden kuran bir ana muhalefet yok maalesef. Rüzgârın yönüne göre savrulan, selde kütük misali günü kurtarmaya çalışan ve “halk ne der, AKP bizi sert bir şekilde eleştirir” telaşıyla siyaset yapılmaz.

 

"Devrimci tavır zorunlu"

 

Bu dönem liberal, demokrat tavır bile kurtarmaz. Sol, sosyal demokrat muhalefet devrimci bir tavır takınmak zorunda. Orta yolcu bir siyaset ülkeyi tümüyle AKP’ye teslim etmek anlamına gelecek. CHP bunu okuyamıyor. Ortada bir milli birlik falan yok. Şu anda “milli birlik” görüntüsü vermeye çalışmak çok rahatsız edici. Milletin yarısı korku içinde, “beni kesecekler mi” diye evinden çıkamıyor. Bir kısmı da AKP’nin verdiği gazla, Erdoğan’ın verdiği destekle meydanlarda “bu ülke bizim” diyor. Millet karpuz gibi ortadan ikiye ayrılmış. Muhalefet iktidarı doğru çizgiye çekecek sertlikte bir politika izlemek bir yana, ikiyüzlü milli birlik politikasına destek veren, faşizmi kurumsallaştıracak, şovenizmi kurumsallaştıracak politikalara payanda oluyor. Geçmiş dönemlerde CHP ile kurumsal ilişki konusunda kendi yönetimimizin ikna edilmesi için çok çaba sarf ettim. Ama bugün geldiğimiz noktada ne yazık ki CHP’nin şu andaki yönetimi ile ilerlemenin çok kolay olabileceğini düşünmüyorum. Kemal Bey’i şahsen kişi olarak da çok severim, saygı duyarım. Çok beyefendi, dürüstlüğünden hiç şüphem yok. Fakat CHP kurumsal olarak nerede durması gerektiğinin farkında değil. Hem geçmişi iyi okuyamıyor hem önümüzdeki tehditleri, tehlikeleri iyi göremiyor. Yine de biz CHP ile Sayın Kılıçdaroğlu ile bir araya gelmekten asla imtina etmeyiz. Konuşmamız gereken konular olursa da bundan hiç çekinmeyiz.

 

"Davutoğlu anlattı 'Uçmuş bu' dedik"

 

Demirtaş,  eçmişle ilgili bazı ilginç ayrıntıları da şöyle aktardı:

4 yıl önce Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken beni ziyarete geldi. Dedi ki “Bak Selahattin Bey, Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor ve biz tıpkı Osmanlı’daki gibi bütün milletlerin hamisi olacağız. Bizimle birlikte olanlar kazanacak, bizim dışımızdakilerin hepsi kaybedecek. Biz istiyoruz ki Müslüman Kürt halkı bizim kanatlarımız altında olsun. Yeni Ortadoğu’yu biz kuruyoruz” Gültan Kışanak da yanımdaydı. Birbirimize baktık ve “Uçmuş bu” dedik. Düşünebiliyor musunuz? Erdoğan’ın Başdanışmanlığından geldi. Dışişleri Bakanı ve sonradan Başbakan oldu. Bütün Suriye’yi yakıp yıktılar bunlar.