28 Şubat'ın (1997) cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel, o günleri anlatmayı sürdürüyor. Demirel, o dönem DYP lideri Tansu Çiller'e neden hükümeti kurma görevi vermediğini söyle açıkladı: Türkiye’nin, o andaki menfaati Necmettin Bey’in, Tansu Hanım’a hükümet devretmesi değildi. Erbakan, ‘Gerginlik oldu’ diyor, ‘Sen git muavinin gelsin, gerginlik sürsün mü’ diyecektim?
Başbakan gerginlik var diye istifa ettiğinde, niye ortağına görev vermeyi tercih etmediniz, koalisyon hükümeti devam edebilirdi...
Niye ortağına görev vereceğim?!
Yani hedef, askeri rahatsız eden hükümetin değişmesi miydi?
Hayır. Niye ortağını görevlendireceğim. Ben kimi görevlendireceğim biliyor musun? Bir hükümet görevlendirdiğim zaman o hükümetin güvenoyu alması lazım. Bakın, cumhurbaşkanlarının hükümetteki kıstası odur. Birisine hükümet kurma görevi verirsiniz, gelir der ki “Efendim kuramadım.” Yahut “Kuruyorum” der. “Neyle kuruyorsun?” diye sorarsınız. Güvenoyu alamayacağını bildiğiniz kimseye vermezsiniz.
Ama arkasında bir parti grubu olmadığı halde Yalım Erez’e verdiniz örneğin...
Hükümet kurma görevi verdim, hükümet vermedim ki. Hükümet kurup gelseydi “Nasıl güvenoyu alacaksınız?” derdim.
Tansu Çiller’e hükümeti kurma görevi niye vermediniz?
Güvenoyu alamazdı. Öyle bir ortamda güvenoyu alamazdı.
Siz siyasetçi Süleyman Demirel olarak gitseydiniz, hükümeti kurdum derdiniz.. Güvenoyu alırsınız, almazsınız, sizin o tür polemikleriniz de hatırlanır 70’li yıllarda, Adalet Partisi Genel Başkanı’yken. Siz kıyameti koparırdınız o zaman...
Başkası da koparsaydı. Bakın şu da yanlıştır. Cumhurbaşkanı başbakanı atar. Başbakanı ben atayacağım, Necmettin Bey değil ya da Tansu Hanım değil. Yani ben bırakıyorum, filancaya veriyorum bunu, bu olmaz. Yani, o filancayı ben tayin edeceğim. “Biz ikimiz aramızda anlaştık.” O zaman bu bir menfaat işi olur. O gün Türkiye’nin, o andaki menfaati Necmettin Bey’in, Tansu Hanım’a hükümet devretmesi değildi. Söyledim ya, Erbakan diyor ki “Gerginlik oldu.” “O zaman sen git muavinin gelsin, gerginliğe de devam edelim” mi diyecektim? Benim yaptığım doğruydu, netice de onu göstermiştir.
Sonra kapatma davası açılıyor...
Şimdi bir olay daha. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başsavcısı Refah Partisi hakkında dava açıyor: Bu partinin faaliyetleri Anayasa’ya aykırıdır... Eğer siz, siyasi partileri Anayasa çizgisinde tutamazsanız bu ülkede demokrasi yaşamaz. Ne zaman yapıyor bunu? Hükümet devam ederken. Mayıs’ta. Ve bu parti kapatılıyor.
Şimdi efendim, 28 Şubat darbe miydi, değil miydi? Bundan daha haklı gerekçe olur mu? Yani bu ülkede Başsavcının yaptığı iş yanlış, Milli Güvenlik Kurulu’nun yaptığı iş yanlış, Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı iş yanlış, Cumhurbaşkanı’nın yaptığı iş yanlış, Anayasa Mahkemesi’nin yaptığ iş yanlış... Eee, kiminki doğru? Böyle devlet idaresi mi olur? Bu doğrudan doğruya devleti yok farz etmektir. Bugün bir takım insanlar aradan 10 sene geçtikten sonra... O gün neredeydi onlar? Bir takım insanlar devletin inkarıyla meşguldü. Yani Türkiye’de her şey mi yanlış birader? Bu doğru, bu yapılan doğru. İşte Anayasa’sı Türkiye’nin, işte olup bitenler. Bütün bu olup bitenler de halkın gözü önünde olmamış mı?
Mesut Yılmaz-Tansu Çiller koalisyonu ile kurulan ANAYOL hükümeti bozulmaya gittiğinde “Refah Partisi ile hükümet kurulursa Türkiye’de kaos çıkar, kriz çıkar” diye bir kaygınız olmuş muydu?
Şöyle bir sıkıntı var orta yerde. Hukuken kabul edilmiş siyasi parti var fakat bu yadırganıyor. Bu partinin daha önceki nesebindeki partiler dini siyasete alet etmekten kapatılmış. Milli Nizam Partisi kapatılmış. Milli Selamet Partisi kapatılmış. Arkasından Refah Partisi’ne geliyor sıra. Bunlar kapatıldığına göre, bu partileri kuran aynı kişiler. Evet, Refah o günkü şartlar içinde legal bir partidir. Sanki legalliğinde noksanlık varmış gibi muamele görüyor. Bunu yadırgarım. Legalse, başka legal partiler hangi haklara sahipse bu parti de o haklara sahiptir. Eğer bu legal parti ‘geçmişinden dolayı’ illegalite kazanıyorsa, bu yanlıştır. Fakat ‘faaliyetlerinden dolayı’ illegalite kazanıyorsa o zaman kanunlar icabını yapmalıdır. Nitekim Refah Partisi’ni Anayasa Mahkemesi daha sonra kapatmıştır.
O partinin genel başkanı olan Erbakan’a hükümeti kurma görevini de siz verdiniz ama...
Bir parti var, legal ve bunu siz hükümet kurmada dikkate almıyorsunuz. Olmaz. Ben cumhurbaşkanı olarak, “Siz hükümet kuramazsınız” demek durumunda değilim. Ama toplum, “Bunlara hükümet verilmez” diye beni zorluyor. Toplum zorluyor, birisi gelip beni zorlamıyor. Ben de toplumun nabzını tutuyorum. Bakın, toplumun nabzını tutmadıkça siyaset yapmak mümkün değil. Ama siyaset yapanların daima bir eksiklikleri vardır zaten. Siyasetin güzelliği ordadır. Şimdi hükümet kurmuşsunuz, olmamış. Yeniden bir hükümet kurmuşsunuz, kısa ömürlü olmuş. Sıra gelmiş buna. Eğer, Erbakan bana gelip, ‘Biz hükümet kuracağız’ derse, ben buna ‘Mazinde sabıka var, hükümet kuramazsın’ diyemem, demedim de. ‘Al, kurabilirsen kur’ dedim. ‘Neyle kuracaksın?’ diyorum, ‘Doğru Yol Partisi ile kuracağım’ diyor. İki partinin yekunu da kurmaya yetiyor, buyur kur.
Kaygı duyuyorsanız, DYP sizin kurduğunuz bir parti, orada siyaset yapanlar da sizin arkadaşlarınız. Onları etkilemeyi, bir uyarıda bulunmayı düşünmediniz mi?
Ben Cumhurbaşkanı olarak bir resmi vaziyet bir de bunun arkasında bir de gizli vaziyet alamam. Bu çok önemli bir hadise. Ben cumhurbaşkanı olarak bana bir şey yöneltildiği zaman ya “yaptım” diyeceğim ya da “yapmadım”.
Siyasi partiler için iki duvar var: Biri laiklik ve modernite diğeri tekil devlet
Hükümetini onayladığınızda bir uyarınız oldu mu?
“Hayırlı olsun. Bu önemli bir hadisedir, hayırlı olsun, başarılı olmanızı isterim” dedim. O denenmeliydi zaten. Yani ben şunu yapamazdım, hem hükümet kurma kabiliyetine sahip olacaktı hem hükümet kurmasını ben önleyeceğim. Keyfi hareket olurdu. Mesela hükümet verdim ben, Meclis’e gidip güvenoyu almasaydı bir daha vermezdim ikinci defa. Güveni alamadı derdim. Ama hükümeti kurmuş gitmiş güvenoyu almış, kimsenin diyeceği yok. Buna rağmen Türkiye şunu yaparak geldi. Bu gün de o sıkıntılar var hâlâ, adamın legal bakımından şekli bakımından bir eksiği yok, şekli legalite. Fakat ülkenin bir kısmı tarafından yadırganıyor. Bu yadırganma keyfiyeti hem yadırgananda hem yadırgayanda bir soğukluk meydana getiriyor ve Türkiye yönetiminde sıkıntı oluyor o yüzden.
Psikolojik duvar mı var?
Tabii... Bunların hepsinin kökünde devrim var. Siyasi partiler hiçbir kayda tabi değil. Buraya geliyor mesele. Siyasi partiler iki duvara geliyor. Bana göre duvarlardan bir tanesi laiklik ve modernite, bir tanesi de tekil devlet. Bu duvarları zorladığınız zaman kapanıyorsunuz. Anayasa Mahkemesi geliyor, kapatıyor sizi. Eğer Anayasa Mahkemesi gelip kapatmazsa o zaman kaos oluyor. Yani siyasetin legal ortamı ortadan kalkıyor. Yani Türkiye şu durumda değil: “Siyasi partiler kurulur, siyasi partiler isteğini yapar. İsrail’de olduğu gibi dinci parti de olur, Romanya’da olduğu gibi ırkçı parti de olur...” Türkiye bunu diyecek durumda değil. Bu çok önemli bir hadise.
Neden Türkiye’de böyle partiler olamaz?
T.C’nin kurucuları bu devletin ayakta durmasını her şeyden önce düşünmüştür. Seküriti denen hadise var ya. Yani güvenlik, savunma değil. Devletin güvenliği. Yıkılmış bir devletten sonra devlet kuruyorsunuz, bu devletin ayakta durabilmesi her şeyden önce düşünülmüştür. 1925’te de 1930’da da Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin, Serbest Fırka’nın kapatılmasının sebepleri budur.
Çiller’i başbakan yapan sizsiniz. Ona tavsiyelerde, nasihatlarda bulunmadınız mı hiç?
İnsanları idari tarzım, kişileri yönetmeye kalkmam. Telkinlerim olur, kişiliğine zarar vermeden yapılan şeylerdir. Yani telkini dinleyen kişi rahatsız olmaz. Kişinin tepesine çıkmam. Öyle bir ortam hasıl ederim, söyleyeceğim lafı söylerim, o düşünür onu sonra. Ona empoze etmiş duruma girmek istemem. Kendisinin çıkarması lazım. Zaman zaman telkinlerim olmuştur gayet tabii.
Netice çıkardı mı?
Sormasanız olmaz mı?..
‘Erbakan benim iyi arkadaşım’
Erbakan’a görevi verirken tavsiyeleriniz oldu mu?
Erbakan okul arkadaşım. Yalnız okul arkadaşım değil, iyi arkadaşım. Okul sonrasında da uzun süre arkadaşlığımız var, ta Odalar Birliği Genel Sekreterliği meselesine kadar. Ondan sonraki kısmında münasebetlerimiz eskisi kadar sıcak değildi. Medenidir yalnız münasebetlerimiz, bugün de medenidir, oldum olası medenidir. Ben ona birçok şeyleri hep söyleyegelmişimdir. Yani hükümet meselesi önemli bir meseledir. Kafi sayıda güven oyuna sahip olabilirsiniz fakat götüremezsiniz, taşıyamazsınız. Hükümeti yürütmek bir sanattır. Zaman zaman kendisinin dikkatini çekmişimdir. Nitekim yazıyla da dikkatini çektiğim bir çok mesele var, şifahen de dikkatini çektiğim çok mesele var. Erbakan çok kendi doğrultusundadır. Tabii hükümet başkanlığı seviyesine gelmiş bir kişiyi de başka birisi idare edemez. Telkinde bulunursunuz. Telkinlerin hepsi onun nasıl karşılayacağına bağlıdır. Orada bırakırsınız. Onu idare etmeye kalkmadım.
Hükümeti kurma süreci nasıl yaşandı?
24 Aralık 1995’de genel seçim yapıldı ve Refah Partisi 21.4 oy oranı ile 158 milletvekili çıkararak birinci parti oldu. Hükümeti kurma görevi RP Genel Başkanı Erbakan’a verildi. Erbakan’ın ANAP’la koalisyon kurma girişimi sonuçsuz kaldı, görevi iade etti.
6 Mart 1996’da Mesut Yılmaz başkanlığında ANAYOL koalisyonu kuruldu. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller arasında çıkan anlaşmazlık nedeniyle hükümet kısa ömürlü oldu.
Bu hükümetin yerine yeni hükümet kurulması için Necmettin Erbakan’a bir kez daha görev verildi. Erbakan bu kez DYP ile koalisyon kurdu ve 28 Haziran 1996’da Refahyol Hükümeti göreve başladı. Yaşanan gerginlik üzerine koalisyon ortakları arasında Başbakanlığı Tansu Çiller’in üstlenmesi konusunda uzlaşmaya varıldı. Erbakan, istifasını 18 Haziran 1997’de Cumhurbaşkanı’na sundu. Ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini DYP Genel Başkanı Tansu Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi. Yılmaz, 30 Haziran 1997’de CHP’nin dışardan desteğiyle ANAP-DSP-DTP koalisyon hükümetini kurdu.
’Gerginlik’ örnekleri
Demirel, Erbakan’ın istifa etme gerekçesi olan “gerginlik” konusunun iyi anlaşılması gerektiğini belirterek o dönemde kamuoyuna yansıyan şeriat yanlısı açıklamaları hatırlattı ve örnekler verdi. Demirel’in hatırlattığı örneklerden bazıları özetle şöyle:
İmdat Kaya: (...) Ya İran Müslümanları gibi ayağa kalkacağız ve bu kahpe rejimi ayaklarımızın altına alacağız. Ya da Müslüman bir partiyi iktidara getirip işi yumuşakça halledeceğiz. Bu kadar adam, PKK kadar değil. PKK vuruyor, biz de vuralım mı? Yok vurmayak da Ankara’da durak...” “... Çankaya, Ezankaya olana kadar bu savaş sürecek...”
Necmettin Erbakan: (...) Türkiye’nin şu anda bir şeye karar vermesi lazım, Refah Partisi adil düzen getirecek, bu kesin şart, geçiş dönemi yumuşak mı olacak sert mi olacak, tatlı mı olacak kanlı mı olacak, altmış milyon buna karar verecek.
Hasan Hüseyin Ceylan: Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır... Türkiye yıkılacak beyler. Türkiye Cezayir olur mu diyorlar? Orada %81 nasıl olmuşsa, %20 falan değil, %81’lere ulaşacağız.