26 Ocak 2010 02:00
T24 - Afganistan, Pakistan ve Türkiye arasında Çırağan Sarayı'nda gerçekleştirilen üçlü zirveye katılan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail'le yaşanan "alçak koltuk" krizinin, bu ülkeden gelen özürle birlikte kapandığını belirterek, "Devletin ve milletin onurunu pazarlık konusu yapmayız" dedi. Davutoğlu, Afganistan'ın Asya'nın kalbi, her ferdiyle kardeş bir ülke olduğunu söyledi. Ermenistan'la imzalanan protokoller sonrası Taşnakların büyük gürültü çıkarıdığını ifade eden Davutoğlu, Ermenistan'dan bu protokollere sahip çıkmalarını beklediklerini belirtti. Kamuoyunda Türkiye'nin bazı şeyleri geciktirdiğini ve bunu mazeret gösterdiği izlenim olduğunu ifade eden Davutoğlu, Türkiye'nin savsaklamadığını, Türkiye'nin protokollerin lafsına uygun bir şekilde sürecin devam etmesin ve yine ruhuna uygun şekilde protokoller devreye girdikten sonra aynı anda bütün unsurları ile başlamasını istediğini söyledi. İsrail'i eleştirmenin anti-Semitizm (Yahudi düşmanlığı) olmadığını vurgulayan Davutoğlu, İsrail ile ilişkilerin İsrail'in bölgedeki tavrına bağlı olup olmadığı sorusuna verdiği cevapla sürecin İsrail'in tavrına göre devam edeceğini ima etti.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Ermenistan’la imzalanan protokol, İsrail’le yaşanan kriz, Afganistan ve Pakistan’daki durum, Yunanistan’la olan ilişkiler ve Kıbrıs konusunda önemli değerlendirmelerde bulundu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Çırağan Sarayı’nda NTV'den Nermin Yurteri'nin sorularını yanıtladı.
Afganistan meselesi ile başlayalım, neler konuşuldu burada bugün? Türkiye'nin rolü ne olabilir?
Avrupa komisyonu Parlamenterler Meclisi (AKPM) başkanlığına Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun seçilmesi hepimiz için bir iftihar meselesidir. Öncelikle kendisini tebrik ediyoruz. İkincisi de Sayın Şakir Eczacıbaşı’nın vefatı... Ona da Allah rahmet eylesin diyoruz, ailesine başsağlığı diliyoruz.
'Afganistan'da yaprak kıpırdasa biz hissederiz'
Afganistan konusu birçok açıdan önemli; hem bölgesel dengeler açısından hem küresel barış açısından önemli. Bir kere Afganistan, Türkiye'nin en kardeş en dost ülkeleri sıralaması yapılsa en başında gelecek ülkelerden birisi. Afganistan’da bir yaprak kıpırdasa ve bu yaprak bir acı doğursa biz hissederiz. Bir sevinç doğarsa onu da hissederiz. Onun için Afganistan, Türkiye'nin yakın ilgisi içindedir. İkincisi, Asya içindeki dengeler ve bölgesel barış alanında Türkiye'nin yakın ilgi alanındadır. Üçüncüsü de tabii ki, Türkiye NATO operasyonları çerçevesinde Afganistan’da çok önemli görevlerde üstlenmektedir. Bütün bunlar yakın ilgimizi gerekli kılan unsurlar. Biz onun için uzun süreli bir Afganistan stratejisi ortaya koyduk.
Bu stratejinin birinci ayağı Afganistan’daki güvenliğin bütün Afgan halkını kuşatacak şekilde yerleşmesi. Türkiye'nin Afganistan’da yaptığı katkı kesinlikle bir grubun başka bir gruba ya da Afgan halkına karşı bir tutum içinde değil, aksine bütün Afganistanlı kardeşlerimizi kuşatan bir güvenlik anlayışıdır. İkincisi askeri alan dışında çok kapsamlı bir ekonomik kalkınma programı uyguluyoruz. Cumhuriyet tarihimizin en kapsamlı ekonomik yardım programı son 4 yıl içinde Afganistan’a uygulanıyor. Başbakanımızın ziyareti sonrasında 200 milyon dolarlık kapsamlı bir program harekete geçirildi ve yaptığımız çok sayıda okulda 50 bine yakın Afgan çocuk okuyor. Hastanelerde 1 milyona yakın hasta tedavi gördü.
Dolayısıyla bütün tarımdan sağlığa, eğitimden teknolojik yardıma kadar her alanda Afganistan’da mevcut faaliyetlerimiz var. Tabii bunun dışında Afganistan’da istikrarın gerçekleşmesi için sadece güvenlik ve ekonomik kalkınma yetmez, en kısa zamanda Afganistan’ın bütün kesimleri kuşatan bir ulusal uzlaşı çalışmasının yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu uzlaşı çalışmaları çerçevesinde de gerek sayın Karzai'yle gerek Afganistan’daki bütün yetkililerle de her düzeyde her zaman temasımız oldu.
Londra’daki toplantı, buradaki toplantıların bir devamı mı?
Güvenlik, ekonomik kalkınma, ulusal uzlaşı, bölgesel bir konsensüs oluşması lazım. Afganistan’da bölgesel inisiyatifin geliştirilmesini istiyoruz. Bunu da iç içe geçen kademeler şeklinde Türkiye, Afganistan, Pakistan üçlü zirvesi artık oturdu ve her gün bu konularda bir adım ileri atıyoruz.
'Asya'nın kalbi'
Türkiye, Afganistan, Pakistan arasında geleceğe dönük bir ortak vizyon oluşuyor. Bugün bölgesel bir toplantı yaptık. Başlığı 'Asya’nın Kalbi' konferansı. 'Asya'nın Kalbi' ifadesi büyük şair, Pakistan’ın doğuşuna öncülük eden büyük şair Muhammed İkbal'in Afganistan için kullandığı bir tabir. 'Asya bir bedense Afganistan onun kalbidir' der. Biz de küresel dengelerin ve Asya'nın kalbinin Afganistan’da olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bütün bölge ülkelerini Afganistan konusunda ortak bir pozisyonda tutmaya çalışıyoruz.
Londra Konferansı, dışişleri bakanlarının ve 65 ülkenin katılacağı uluslararası bir toplantı. Orada uluslararası toplumun, bir anlamda Afganistan’a katkısının süreceğine dair bir taahhüt toplantısı diyelim. Bizim yaptığımız toplantılar konuyla ilgili tarafları bir araya getiren daha etkin daha ağırlık taşıyan toplantılar.
Taliban’ın Afganistan’da aktif siyasete bir şekilde karışması nedir? Orada tam olarak Türkiye'den nasıl bir katkı bekleniyor?
Afganistan’da gerçekten siyasi istikrarın sağlanması için Afganistan’daki bütün etnik ve mezhebi grupların sürece katılması lazım ve siyasi gruplarında kendilerini ifade edecek alanlar bulması lazım.
'Her bir ferdiyle kardeş ülke'
Güvenlik alanında risk oluşturan faktörlerin azaltılması lazım. Bunun sağlanması içinde siyasal sürece katılma iradesi gösteren herkesin siyasal sürece katılmasını temin etmek lazım. Kriter bu olmalı. Burada tabii temel kriter, Afgan vatandaşı olmak yani El Kaide gibi yapılar vesaire değil. Sayın Karzai’de bu görüşte. Afganistan bizim için her bir ferdiyle kardeş bir ülkedir. İstiklal Harbi’ni başlattığımızda biliyorsunuz o zaman Hindistan, Müslümanları kendi aralarında büyük bir kampanyayla bize maddi destek sağladılar. Hanımlar yüzüklerini sattılar. Aynı günlerde 1921’de Gazi Mustafa Kemal’in Fevzi Çakmak’a yazdığı bir talimat mektubu var. En seçkin subaylarımızdan bir öncü grubun Afganistan’a gönderilerek Afganistan ordusunun güçlendirilmesine katkıda bulunmak üzere gitmişlerdir. Kendi toprağımız işgal altındayken Afganistan toprağı da bizim ilgi alanımız içinde olmuştur. Dolayısıyla bizim şimdi de bakışımızdaki temel duygu, his budur. Kim olursa olsun Pakistan da bu şekilde. Afgan kardeşlerimizin birbirleriyle kucaklaşmasında her türlü katkıya biz hazırız.
'Ya böyle gelmiş böyle gider' ya da...
Ermenistan konusunda tam olarak sizi bu süreçte rahatsız eden nedir?
Bizim bütün bu süreçlere bakışımız bir vizyona dayanır. Geçen sene bu aylarda ortada protokol yoktu, olumlu gelişmeler yaşanmamıştı. Birtakım tarihi önyargılar, jeopolitik dengelerden kaynaklanan sıkıntılar, işgaller var vs. Ya 'Böyle gelmiş böyle gider' diyeceksiniz ya da değiştirmeye çalışacaksınız. Değiştirdiğinizde o tablonun oluşmasında ya da oluştuktan sonra çıkan durumdan menfaatlenen gruplar rahatsız olmaya başlar. Mesele burada kararlılık göstererek bu vizyona doğru hareket etmek. Bizim vizyonumuz belli daha öncede anlattık. Biz üç şeyi aynı anda gerçekleştirmek istiyoruz.
'Önyargıların ortadan kalkmasını istiyoruz'
Bir, Türkiye ile Ermenistan'ın iki ulus devlet, komşu olarak aralarındaki kalıcı barışın sağlanması, güvenin sağlanması. İkincisi, dünyanın neresinde olursa olsun, Türklerin ve Ermenilerin tarihte asırlardır bir arada yaşamış gruplar olarak anlaşabilmesini, konuşabilmelerini sağlamak. İki milletin birbiri ile olan önyargılarının ortadan kalkmasını temin etmek. Üçüncüsü de bölgemizde Kafkasya’da kalıcı istikrarın önünü açmak. Bu süreç bunların hepsine büyük katkı sağladı.
2005 yılında tek parti olarak Sayın Saşbakanımız, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de desteğini alarak Tarih Komisyonu konusunda bir mektup yazmıştı. Biz istiyoruz ki bu yapılabilsin. Bunu konuşalım dediğinizde birileri şunu söylüyorsa 'Konuşalım ama bizim dediğimiz doğru olsun ve hiç bunu tartışmaya açmayalım', o zaman tek taraflı bir hafıza olur. Biz bu yolla bunun aşılacağını düşündük ve hep böyle planladık.
'Protokollere sahip çıkmalılar'
Kamuoylarında birtakım tepkiler olması ve bu tepkilere göre ufak dil ve iletişim ayarlamaları yapılmasını anlayışla karşılayabiliriz. Ama bunun hukuki bir metne dökülmemesi lazım. Demin söylediğim Ermenistan’da vizyonun ortaya çıkmasından en büyük rahatsızlık duyan gruplar aşırı milliyetçi kesimler oldu. Taşnaklar biliyorsunuz çok büyük gürültüler çıkardı. Sayın Sarkisyan’ın Sayın Nalbantyan’ın bu anlamda paylaştığımız ortak vizyonu hayata geçirebilmek için bu tür tepkilere karşı protokollere sahip çıkmalarını bekleriz.
Arabulucu olarak İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri bizim protokolleri böyle bir vizyonla imzaladığımızı herkes biliyor. Bu vizyonun hala geçerli olduğu konusunda şüphe uyandıracak tutumlardan vazgeçmeleri lazım. Anayasa Mahkemesi kararı açıklandığında ben Londra’daydım o zaman yapılan kısa açıklama protokollerin onaylandığını ve artık Anayasa Mahkemesi bakımından bir problem olmadığını söylüyordu. Bu bizim için olumlu bir gelişmedir. Gerekçeli karar yayınlanınca o gün Suudi Arabistan’a gitmem gerekiyordu. Bakanlığımızda oturduk bunları gözden geçirdik. Ve oradaki bazı unsurların zikrettiğim temel felsefeye aykırı olduğunu gördük. Bu temel felsefeye aykırılık Türkiye'nin suçu değil.
'Savsaklamıyoruz'
Bizim kamuoyumuzda da sanki Türkiye bazı şeyleri geciktiriyor ve bunu da bir mazeret olarak görüyor. Ertesi gün Nalbantyan’la bir telefon görüşmesi yaptım, çok açık konuştuk, bunu da ben ifade ettim. Türkiye tarafından geciktirme, savsaklama yok. Biz, 10 Ekim'de protokolleri imzaladık 20 Ekim'de parlamentoya gönderdik ve gerekli olmadığı halde ben yüce meclisimizi bu konuda bilgilendirdim. Muhalefet partilerimiz tarafından birçok eleştiriye de maruz kaldık. Tabii ki eleştiri olacak. Hükümetler de uyguladıkları politikaların doğruluğunu izah edecekler. Biz bunu meclisin doğal süreci içinde işlettik. Ama protokolleri sınırlayacak kısıtlayacak bir yol içinde olmayı düşünmedik. Aradan yaklaşık 3.5-4 ay geçti, daha Ermenistan protokolleri parlamentoya sevk etmiş değil. Biz Anayasa Mahkemesi'nden çıkan metnin aynı metin olmasını önemsiyoruz. Anayasa Mahkemelerinin toplumlarda ne anlam ifade ettiğini biliyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye'deki kararları Ermenistan’daki veya bir toplumdaki kararlarının belli kısıtlamalar getirecek güçte kararlar olduğunu da görüyoruz.
Türkiye ne istiyor?
Ne istiyoruz tam olarak, yazılı güvence mi istiyoruz?
Bugün bizim ne beklediğimiz taraflarca bilinmektedir. Biz bu protokollerin lafsına uygun bir şekilde sürecin devam etmesinin ve yine ruhuna uygun şekilde protokoller devreye girdikten sonra aynı anda bütün unsurları ile başlamasını öngörüyoruz. Bazı unsurlar önce başlar bazıları sonra devreye girer ya da bazı unsurlar başka bazı unsurlara bağlı olur dediğinizde protokollerin yürürlüğe girmesi sonrası başka tartışmayı başka müzakereyi başlatırsınız.
'Hedefi flulaştırmayız'
Bu yeni durumda Amerikan yönetiminden ya da İsviçre’den beklentilerimiz var mı?
Bu konuda İsviçre tarafı ile görüştük yarın bir kez daha görüşeceğiz. Son görüşmemizde Sayın Clinton’la Londra’da bu konuları ele alma kararı vermiştik. Geçen sene Temmuz ayı itibarıyla uluslararası ve ulusal çevrede tüm sürecin bittiğine dair bir kanaat vardı ama bir müddet sonra taraflarca protokollerin imzalanacağı açıklaması yapıldı.
Türkiye ve hükümetimiz yaklaşık 80-90 yıl rafa kaldırılmış bir sorunu raftan indirip onunla yüzleşme cesaretini gösterdi. Aynı cesareti Ermenistan da gösterdi. Biz bunun devamını istiyoruz. Biz aşırı uçlardan gelen tepkilerle protokollerin lafsının ve ruhunun kısıtlanmasını istemiyoruz. Bu konuda Türkiye'ye de kimse haksızlık etmesin. Sayın Cumhurbaşkanımızın Erivan’a hiçbir baskı olmadığı halde gidişindeki kararlılığı, cesareti, hiç kimse Sayın Başbakanımızın süreç durdu dendiği bir anda protokollere imza atma konusunda gösterdiği kararlılığı, hiç kimse Dışişleri Bakanlığımızın süreci her anında hiçbir fevri davranış göstermeksizin yürütmesini göz ardı etmesin. Bunlar göz ardı edilerek sanki Türkiye geri adım atıyor gibi bir kanaate varılmasın. Gidilecek hedefin flulaşmasına izin vermeyiz. Ama Türkiye sınırları açsın ama vizyonun diğer unsurları harekete geçmesin o zaman biz kusura bakmayın nasıl bir normalleşmeden bahsedeceğiz.
Türk parlamentosunun onayı Karabağ’ın işgalinin sonlandırılmasına bağlı deniyor. Uzlaşma noktasında taraflar nerede?
Bundan birkaç gün önce Azerbaycan Dışişleri Bakanı ile kapsamlı bir görüşme yaptık. Şimdi Londra’da o da orada Afganistan toplantısı için beraber olacağız. Londra’da bütün bunları kapsamlı değerlendireceğiz. Biz ilerlemenin olduğunu görüyoruz. Liderler son 7-8 ayda dört kere biraraya geldi. Rusya gezimizde Sayın Medvedev’le, Sayın Putin’le de ele aldık bir noktaya doğru gidiyor.
'Kaygı bize yakışmaz'
Hep deniyor ki, Amerikan Kongresi’nde Ermeni Lobisi harekete geçmek için gün sayıyor. Bir anlamda bu protokollerin aksaması da onların işine geliyor. İsrail’le ilişkiler yüzünden Yahudi Lobisi ile de Türkiye'nin arası iyi değil. Peki Nisan’da ne olacak? Yani Amerikan Kongresi’ne bu soykırım iddialarıyla ilgili meseleler geldiğinde ne olacak?
Öyle bir şey olacak ki, kapkaranlık bir tablo ortaya çıkacak ya da öyle bir gelişme olacak ki bütün sorunlar sabah kalkınca çözülecek gibi bir şey yok. Diplomaside birçok şey adım adım sabırla yürütülür. Biz çakıl üstüne çakıl koya koya bir bina inşa etmeye çalışıyoruz. Herkesin inşaat sürecinde binaya zarar vermemesi önem taşıyor. Bir şeyi yapmak zordur ama tek bir hamle ile yıkabilirsiniz. Kongrede ya da Amerika’da Türkiye'yi tarihi bakımdan itham edici bir tutum takınırsa bu binanın bu şekilde kalması mümkün olmaz. Bütün çabalara rağmen tarihte kalmış bir olay sebebiyle ve acıların karşıt olduğu bir olay sebebiyle Türk halkı itham edilmeye kalkılırsa bu adaletli bir tutum olmaz herhalde. Biz o konuda Amerikan Kongresi'nin de rasyonaliteye sahip olduğunu düşünmek istiyoruz. Dış politika da her an her türlü sürpriz için hazırlıklı olmak durumundayız ama kaygı bize yakışmaz.
Geçtiğimiz yılın ilk ayları Davos toplantısında ‘One minute’ çıkışı ile hafızalara kazınmıştı. Sonrasında TRT’de yayınlanan bir dizi nedeni ile yaşanan sıkıntılar oldu, sonrasında Anadolu tatbikatı... Yani görüyoruz ki, 2009 yılı Türkiye-İsrail ilişkileri açısından çok da iyi bir yıl olmadı. Ve 2010’un hemen başı ve koltuk krizi. Gelinen noktada Türk-İsrail ilişkilerinin bundan sonraki seyrinin büyük ölçüde İsrail’in bölgedeki tavrına bağlı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu konuda da bizim tutumumuz ilkeseldir. 2009 yılı belli gerilimler yaşandı sebepleri malumdur. Bizim koyduğumuz ilkeler bellidir, bölgemizde kim barışa dönük adım atarsa üç adım beş adım, biz ona daha fazla atarız. Ama bölgemizde insanları kategorik olarak ayırıp bazı insanların güvenliklerinin, özgürlüklerinin diğer bazılarına göre daha fazla olduğunu düşünürseniz hele bazı çocukların okula gitme hakkının, akşam evinde sıcak bir odada uyuma haklarının, sabah sağ kalkabilme haklarının olmayabileceğini düşünmeye başlarsanız bu bölgede rahat, huzur, sükun kalmaz. Bu Gazze içinde geçerlidir, Irak için veya başka ülkeler için de.
'Onurumuzu pazarlık yapmayız'
Biz şunu söylüyoruz, bölgedeki herkesin güvenlik ve özgürlüğünden Türkiye kendini ahlaki bakımdan sorumlu hisseder ve bu konuda kayıtsız kalmaz. İsrail bunu anladığı için İsrail-Suriye ilişkilerinde Türkiye'ye güven duydular. Bugün de anlayan İsrailliler var, anlamayanlar var. Ama bazı şeyleri pazarlık konusu yapmayız. Birincisi devletimizin ve milletimizin onudur. Onun için bu 'koltuk krizi' diye sembolleştirilen gelişme de tutumumuz net ve kesindi. Beklentilerimiz belliydi, hangi süre içinde karşılanması gerektiği de biliniyordu. Bu karşılandığı için bizim için o mesele kapanmıştır. Ama bu konuda bizim pazarlık marjımız yoktur, herkesin de bunu bilmesi gerekir. Bu her devlet içinden geçerlidir ama bizim için bu anlamda kendi sorumluluk alanımızı biliyoruz. İsrail ile Yahudi diasporası arasındaki ilişkiyi doğru okumak lazım.
'İsrail'i eleştirmek anti-semitizm değil'
Bizim ikinci ilkesel durumumuz Türk tarihinde hiçbir zaman anti-semitizm (Yahudi düşmanlığı) olmamıştır. Ne Yahudilere ne de başka etnik ve din mensubuna dışlayıcı bir tutum söz konusu değildir, olmayacaktır. Buna Türkiye izin vermez. Ama İsrail’i tenkit etmek, antisemitizm değildir. Nasıl Müslüman bir ülkenin dış politikasını tenkit etmek, diyelim Saddam dönemi Irak’ı tenkit ettiğinizde bazı politikaları sebebi ile Müslümanları toptan tenkit etmiş mi oluyordunuz? Bizde bunun ayrılmasını düşünüyoruz. İsrail’in politikalarını tenkit etmek antisemitizm ya da Yahudiliği tenkit etmek anlamına gelmez. O zaman İsrail yönetiminden bizim beklediğimiz çok açık ve net. Barak geldiğinde kendisi ile de bunları paylaştık. Bölgedeki tavrına o tavrı yöneten hükümete veya partilere dönüktür bu tepki. Bir barışçıl dile dönmek, izolasyonlara, baskılara değil tekrar barışın önünü açmak. Bir senedir Ortadoğu’da hiçbir barış süreci işlemiyor. Sayın Obama’nın bütün o ikna edici söylemi ve yeni bakış açısına rağmen bir senedir İsrail yönetimi yerleşimleri durdurma konusunda ikna etmek mümkün olmadı. Hem 'Bu topraklardan çekileceğim' diyeceksiniz hem de her gün oraya yeni yerleşim ekleyeceksiniz veya 'yerleşimleri durdurmayacağım' diyeceksiniz, o zaman nasıl bir barış perspektifi olabilir. Gazze’deki ablukanın bitmesi lazım, bizim kabul edebileceğimiz bir şey değildir. Sürekli bir saldırıya uğrayacağım korkusu içinde insanın yaşaması yanlıştır, barınaklı çadırlarda yaşaması yanlıştır. Eski Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın var olan statüsünü ve buradaki kutsal mekanların kutsiyetine saygı göstermek.
'Bütün alemi 360 derece görüyoruz'
Türkiye'nin bir yön değişikliği artık İsrail’le ilişkilere ihtiyacı olmadığı; Ortadoğu’ya, doğuya kaydığı... Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
360 derecelik pergeli Ankara’ya koyarız ve bütün alemi böyle görürüz. Ne Cumhurbaşkanımızın ne Başbakanımızın ne benim ağzımdan yeni 'Osmanlıcılık' tabirini duymamışsınızdır. Bunu söyleyen bizim çalışmalarımızı değerlendirenler kavramsallaştırmak istiyorlar. Türkiye'nin Ortadoğu’da etkisi artıyor, iyi niyetli, akademik bir arayış bir kısmında... Bir kısmı da bu kavramı kullanarak Türkiye'nin şu anda geliştirdiği iyi komşuluk ilişkilerini demeye çalışıyorlar ki, komşularına bir zaman olduğu gibi Türkiye sizin üzerinizde hükümranlık hissi içinde.
'Kimse savunmacılık beklemesin'
Şimdiye kadar bizim bir komşumuzla ilişkimizi geliştirirken hiç buyurgan bir dil kullandığımız olmadı. Modern uluslararası ilişkiler eşitler arası ilişkilere dayanır ve biz bunu yaparız. Ama kimse de bizden savunmacı bir tutum beklemesin. Biz çevremizdeki bütün olaylarla ilgiliyiz. Afganistan, Osmanlı sınırları içinde değildi. Afganistan’la ilgiliyiz. Afrika, Osmanlı sınırları içinde değildi, oraya açılım yapıyoruz. Latin Amerika, Osmanlı sınırları içinde değildi, oraya açılım yapıyoruz. 90’lı yıllarda 2000’li yılların başında son derece gergin ilişkilere sahip olduğumuz Sırbistan’a son 4 ay içinde üç kere Sırbistan-Bosna Hersek-Türkiye toplantısı yaptım.
Kıbrıs’ta taraflar 60’ın üzerinde görüşme yaptı ve hala yoğunlaştırılmış bir şekilde devam ediyor. Rum Kesimi hakemler müessesinde ve bu görüşmelerin bir takvime bağlanmasını kabul etmiyor bizde bunun sonsuza kadar sürmeyeceğini söylüyoruz. 2010 için beklentileriniz nelerdir?
Sonsuza kadar sürmez ama adım adım işleyen bir müzakere dönemi yaşandı. Son dönemde biz bu müzakereleri hareketlendirdik. Sayın Talat’ın son derece aktif bir girişimi oldu ve birçok konuda daha birinci turda taraflar karşılıklı pozisyonlarını ortaya koydular. İkinci turda daha detaylı görüşmelere gidildi, şimdi yoğunlaştırılmış turlara geçildi.
'Rum tarafı yanılsama içinde'
Karşılıklı olarak tarafların birbirlerinin pozisyonları konusunda belli uzlaşılara gelecek şekilde tavır almaları beklenir. Sayın Talat, bu konuda çok ciddi bir girişimde bulundu ve bütün dünyada da takdir edildi. Biz bununla sürecin önü açmak ve müzakerelere pozitif bir ivme katmak istiyoruz. Rum tarafı maalesef hala bir yanılsama içindeler. 2004 yılında 'hayır' dedikleri halde ödüllendirildikleri bilindiği için kötü bir alışkanlık ortaya çıktı. Her şeye 'hayır' diyecek istedikleri bir çözüme gideceğini düşünüyor. Bizimle muhatap olan herkesin bilmesi gereken bir şey var. Türkiye hiçbir şart altında baskı altında karar vermez. Doğu Akdeniz’de kalıcı istikrarı temin etmek Kıbrıslı Türklerin ve Rumların refahlarını, güvenliklerini üst düzeyde sağlayacak bir barış içinde birlikte çalışırız o zaman bütün bu Doğu Akdeniz Türkiye'nin Yunanistan’ın Kıbrıslı Türklerin, Rumların Avrupa Birliği’nin refah bölgesi haline gelir. Bunun için irade lazım. Biz de bu irade olduğu için sürekli inisiyatif alan, öneri sunan tarafız. Kıbrıs Türk tarafının Kıbrıs Rum tarafı ile eşit olarak bulunduğu her türlü görüşmeye hazırız, 4'lü-5'li.
'İran'la ilgili bazı seçenekler gündemde'
İran’la ilişkiler son dönemde çok üst düzeye taşındı. İran’ın zenginleştirilmiş Uranyum’unun Türkiye'de depolanması gündemdeydi, bu hâlâ masada mı?
İran’la ilişkilerimizin çok köklü bir geçmişi var. Biz İran’ın nükleer programı ile ilgili sorunun barışçıl yollarla, diplomatik yollarla çözümüne büyük önem veriyoruz. Bunun küresel barışa da bölgemize de bir rahatlık getireceğini düşünüyoruz. Onun içinde en başından beri bütün bu süreçlerde Türkiye yer aldı. Son haftalarda da yoğun bir çalışma içinde olduk. Bu seçenekler hâlâ gündemde.
BM Güvenlik Konseyi önümüzdeki 6 ay içinde İran konusunda yaptırımlarla ilgili bir karar alırsa…
Bunu Sayın Başbakanımız ve ben de gündeme getirdim değişik vesilelerle. Biz yaptırımların bir çözüm yöntemi olarak çok doğru sonuçlar vermediği düşüncesindeyiz. Özellikle komşu ülkeleri olumsuz etkiledi. Yaptırımlara muhatap olan ülkenin halkını da olumsuz etkilediği kanaatindeyiz. Dolayısıyla yaptırımlara ihtiyaç kalmaksızın bu meselenin çözümüne ağırlık verilmesini düşünüyorum.
'Yunanistan irade gösterdi'
Papandreu’nun mektubu oldukça olumlu mesajlar içeriyor sanıyorum.
Dün (25 Ocak 2010) Sayın Başbakanımıza ve tarafımıza iletildi. Genel olarak olumlu, 30 Ekim’de Başbakanımızın gönderdiği mektuba cevap mahiyetinde. Daha sonra biliyorsunuz ben kendisi ile görüşme imkanı bulmuştum, bu konuları ele almıştık. Olumlu yapıcı bir şekilde kaleme alınmış bir mektup. Tabii Türkiye'nin Yunanistan’la komşuluk ilişkilerini en üst düzeye çıkarması konusunda Türkiye tarafında güçlü bir irade var. Yunanistan tarafı da bu irade ortaya koymuştur. Görüş ayrılığı olan hususların açık yüreklilikle konuşulabilmesi ve geleceğe o perspektif içinde bakılabilmesi biz o iyi niyeti görüyoruz. Sayın Başbakanımızın ziyareti söz konusudur. Biz Doğu Akdeniz’i Ege’yi Türkiye ile Yunanistan arasında bir rekabet alanı değil, bir barış ve refah alanı haline dönüştürmeye kararlıyız.
Heybeliada Ruhban Okulu
Ruhban Okulu ne zaman açılacak?
Türkiye'de bir kere bütün dini grupların dini vecibelerini yerine getirmeleri konusunda gerekli alt yapının sağlanmasını insan hakları sorunu olarak görüyoruz. Ve aynı hakkın hangi ülkede olursa olsun bizim açımızdan da geçerli olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bu çerçevede gerekli hukuki çalışmalar yapılıp en uygun çözümün bulunacağına inanıyorum. Böyle konularda bir tarih vermek doğru değil ama Türkiye'nin hukuki mevzuatı içinde bu sanıldığı kadar siyasi bir konu olmaktan çok hukuki boyutları da olan bir konu o çerçeveyi de içine alacak şekilde ele almamız söz konusu.
© Tüm hakları saklıdır.