Gündem

Davutoğlu: İç Güvenlik Paketi'nin her bir cümlesinin yazımında bulundum

'Hakan Fidan, istifa etmeden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın fikrini biliyordu ancak kendi kararını verdi'

12 Şubat 2015 00:33

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Hakan Fidan, MİT Müsteşarlığı’ndan istifa etmeden önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın adaylığını desteklemediğinin kendisiyle paylaşıldığını ancak Fidan’ın kendi kararıyla istifa ettiğini söyledi.

Toplumsal olaylara müdahalede polisin yetkilerini artırması nedeniyle eleştirilen İç Güvenlik Paketi’ne ilişkin de değerlendirmede bulunan Davutoğlu, “Ben paketin her bir cümlesinin yazımında bulundum, her bir virgülü biliyorum. Bakanlar Kurulunda saatlerce, İçişleri Bakanlığına bizzat giderek saatlerce brifing aldım tek tek. Emin olmamış olsam olmadığım yeri de çıkarttım” dedi.

TRT Haber'de katıldığı canlı yayında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Davutoğlu, Hakan Fidan’ın milletvekili olabilmek için istifa etmesine ilişkin şöyle konuştu:

“Hakan Fidan'la ilgili kanaatlerimi geçtiğimiz hafta içinde sorulduğunda da ifade ettim. Sayın Hakan Fidan devlete büyük hizmetler yapmış, bundan sonra da inşallah hizmet yapacağına inandığım bir arkadaşımızdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Hakan Fidan'la ilgili daha sonra ifade ettiği kanaatlerse aslında iki şeyi ortaya koyar.

Bir: Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Hakan Fidan'a verdiği önemi,

İki: Sayın Cumhurbaşkanımızın MİT Müsteşarlığına verdiği önemi. Yani bu iki makama da kişiye de çok önem vermiş olması dolayısıyla bu ifadelerin arkasında esas itibarıyla bu yaklaşım vardır. Bu konudaki kanaatini bana da Sayın Cumhurbaşkanımız söylemiştir. Ben de Sayın Cumhurbaşkanımızın bu kanaatlerini Sayın Fidan'la paylaşmışımdır. 

Ama Sayın Fidan'ın bütün diğer üst düzey bürokratlar gibi kendisiyle ilgili kararı verme hakkı var, o kendisiyle ilgili kararı ifade ettiğinde ben de bu karara Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi bende olan yetki itibarıyla saygı duydum ve bu anlamda da gereken adımlar atıldı.”

 En öncelikli konularından birinin Çözüm Süreci olduğunu belirten Davutoğlu, sürecin toplumsal birlik ve toplumu geleceğe hazırlamak bakımından büyük önem taşıdığını söyledi. 

Davutoğlu, "Çözüm Süreci ile bir taraftan kültürel sosyal dokuyu pekiştirmeyi düşünürken diğer taraftan da Türkiye'de şiddet dilinin, şiddet kültürünün silahlar ve terör üzerinden konuşarak bir sonuç elde edilmeye dayalı anlayışın tümüyle bütün bu süreçlerin dışına itilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yani demokratik siyasetin gereği yapılmalı" diye konuştu.

Çözüm Süreci'nde herkesin görüşünü ifade edebilmesi gerektiğine dikkati çeken Davutoğlu, "Ama kimse de kendi siyasi düşüncesini şiddet kullanarak empoze etmeye kalkmamalı" ifadesini kullandı. 

Davutoğlu, 2013 Nevruz'unda ivme kazanan Çözüm Süreci'nin iyiliği veya özgünlüğünün tamamıyla yerli ve bu ülkenin aktörleri arasında yürütülen müzakere, görüşme ve istişarelerle yürütülmesinden kaynaklandığını anlattı. Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Çok önemli bir aşamadayken, tüm silahlı unsurların yurtdışına çıkması beklenirken Gezi provokasyonu oldu. Daha sonra yine birçok provokasyonlarla karşılaşıldı. Yani Çözüm Süreci'nin olmasını isteyen kadar olmaması için çaba sarf eden taraflar da var. Hem içeride hem dışarıda. Olmasını isteyen taraf, ben şimdi bütün Anadolu'yu geziyorum, Diyarbakır'da sıradan sokaktaki bir vatandaşımız, İzmir'deki ile aslında aynı hissi taşıyor. Kongrelerde de bunu görüyorum. Toplumsal destek çok kuvvetli. Yaptığımız bütün anketlerde Çözüm Süreci'ne destek de var, başarılması halinde çok önemli bir aşamanın geçileceğine dair güçlü bir inanç da var. Dolayısıyla bu konuda hiç tereddüt yok, toplumsal destek çok güçlü. İki yıldır çok ciddi bir çatışma ortamı, yani 'Anneler ağlamasın' dediğimiz şekilde, yüreklere ateş düşmeyen bir dönem yaşanmış olması önemli, yaklaşık iki yıla yakın. Tabii zor süreçler geçti."

 

‘Herkesin üzerine düşeni yapması lazım’

 

Davutoğlu, Çözüm Süreci'ne en kritik darbe olabilecek gelişmelerin 6-7 Ekim olayları sebebiyle yaşandığını vurgulayarak "Tekrar bir şiddet ve terör estirerek bütün bu süreci bir anlamda ta en başına döndürecek, sıfırlayacak birkaç günlük stresli dönem yaşandı. Biz, hükümet kanadı olarak 2013 Nevruz'unda, Mart'ında neredeysek şimdi aynı yerdeyiz, ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyoruz" değerlendirmesinde bulundu. 

Çözüm Süreci Kurulu'nu 15 günde bir topladıklarını aktaran Davutoğlu, Türkiye'nin demokratikleşmesi konusunda olağanüstü hamleler yaptıklarını bildirdi. Kamu düzeninin olmadığı hiçbir yerde çözüm veya herhangi bir konunun ele alınamayacağını dile getiren Davutoğlu, Çözüm Süreci'ne destek veren bütün aktörlerin toplumsal tabanının güçlendirilmesi gerektiğini de vurguladı. Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Son günlerde bu anlamda ciddi bir ivme var. Ümit ederiz önümüzdeki günlerde bunun kıymeti doğru anlaşılır. Tabii biz, hükümet olarak zaten kurulları işleterek irademizin gücünü ortaya koyuyoruz. Bizim tarafta açık söylemek gerek, çok güçlü bir irade var. Muhataplarımız anlamında toplumun bütün kesimlerini muhatap görüyoruz. Burada herkesin üzerine düşeni yapması lazım. Herkes üzerine düşeni yapmalı derken kastettiğimiz temel husus da kimsenin tek taraflı açıklamalarla, emrivakilerle ya da 'şu süreç şöyle işleyecek, yok bu olmazsa olmaz' olmazsa olmaz şartlı refleksle yürümemesi lazım.  Çözüm Süreci her şeyden önce terör, şiddet ve silahlı bir mücadele yönteminin terk edilmesi anlamına gelir. Demokratik siyaset içinde her şey konuşulur. Herkes özgürce konuşabilir ama bunun öncelikli olarak atılması gereken adımı Türkiye'de silahlı mücadeleyi kendilerince öngören tarafın kesinlikle bu yöntemi terk ettiklerini  ifade etmeleridir."

 

‘Halkın iradesinin sandığa yansıma büyük önem taşıyor’

 

Davutoğlu, "Silah bırakma konusunda bir direnç mi var" sorusunu şöyle yanıtladı: 

"Bunun olmasını istemeyenler var. Olmasını isteyen taraflar olduğu kadar olmasını istemeyenler de var çünkü eğer eller tetikteyse her an provokasyona hazır demektir ortam. Şimdi Türkiye kamu düzeninin olduğu ve HDP milletvekilleri itibarıyla de söylüyorum seçimlerle iş başına gelen bütün milletvekillerinin her türlü görüşü açıkça serdedebildiği bir ülke. Hiçbir sınır, kayıt, yasak bu anlamda yok. Her şey konuşulabiliyor. Bu ortamda özellikle de seçime giderken halkın iradesinin sandığa yansıma büyük önem taşıyor ve böylesi bir baskı ortamının, çatışma ortamının yani 6-7 Ekim olaylarında olduğu gibi şehirlerimizde büyük bir travmaya sebebiyet verecek ortamın doğmaması önemli. Doğmaması yetmez bunun bir daha gündemde olmayacak şekilde güçlü irade sergilenmesi önemli. Bu da silahların terk edilmesi ve bu çerçevede her şeyin hukuk içinde legalite içinde yapılıyor olması, bu noktada adımlar atıldı mı her konu tartışılır, her çerçeve üzerinde konuşulur. Bu yönde de güçlü bir trend, ivme olduğu kanaatindeyim."

 Çözüm Süreci Kurulu'nu dün tekrar konuştuklarını, bu kurullarda görevi belirsiz kimse olmadığını anlatan Davutoğlu, 15 günde bir kimin ne yaptığını bizzat dinlediğini, süreci böyle yönettiklerini aktardı. Davutoğlu, "Herhangi bir yerde güvenlik sıkıntısı varsa Çözüm Süreci'ni olumsuz etkileyecek provokasyon varsa bunların ortadan kaldırılması, İçişleri Bakanımızın, MİT Müsteşarlığımızın görevidir, istihbari olarak yürütülen çalışmalar" dedi.

 

‘Siyasetin normalleşmesi adına söylüyoruz’

 

Siyasal anlamda Başbakan Yardımcısı Akdoğan'ın HDP ile yürüttüğü görüşmeler olduğunu belirten Davutoğlu, HDP dışındaki aktörler ile yürütülen görüşmeleri de Başbakan Yardımcısı Arınç'ın sürdürdüğünü hatırlattı. Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Hepsinin koordinasyonunu da biz 15 günde bir araya gelip yapıyoruz. İrademiz güçlü, neyin yapılacağı konusunda net bir tutumumuz var. Önemli olan herkesin üzerine düşeni yapması. 2013 Nevruz'unda verilen sözün getirilmesi, biz bunu bekliyoruz. 2013 Nevruz'unda verilen söz, Mart'ında, 2015'te Türkiye'de silahlı unsurların çekilmesi ve daha sonra silahlı yöntemlere bir son verilmesi, bunu bekliyoruz ve bunu da bir sürecin ana unsuru, ana ekseni olarak görüyoruz. Aksi takdirde eğer bir silahlı mücadele yürüyecekse devlet bu konuda kendisine bir taraf ya da şerit kabul etmez ama konuşacaksak birlikte bir yola gideceksek ki Sayın Demirtaş'ın cumhurbaşkanlığı seçiminde kullandığı dil doğru dildi. Ben, kendisine de o dil dolayısıyla beni ziyarete geldiğinde, tebriklerimi ilettim. 'Bu dili sürdürün' demiştim. Ama Kobani'de kullandığı dil, bir şiddet diliydi, tahrik diliydi. Eğer o olmamış olsaydı muhtemelen bugün geldiğimiz noktaya Ekim ayının sonlarında gelmiş olurduk ve şu anda da çok daha ileri aşamada olabilirdik ama o tahrik dili ve kamu düzenine meydan okuyan dil, bugün Kılıçdaroğlu'nun da kullandığı dil ile aynı dil. O dile kapılmamak lazım.

Hukuk düzeni içinde herkes görüşünü serdeder ama halkın huzurunu bozacak hiçbir şeye, açık ve net söylüyorum, fırsat vermeyiz. Bu konuda atılacak adımlarda da ihmal göstermeyiz. Daha sonra tekrar HDP'nin son tartışmalarda değişik toplum kesimlerine açılma çabası var. bunlar güzel, herkesin normalleşmesi lazım. Ben HDP'nin Türkiye'nin her yerinde siyaset yapmasını savunurum, MHP'nin de her yerde siyaset yapmasını savunurum. Bazen üzerimize çok gelindiğinde Sayın Bahçeli'ye, MHP'ye, 'Doğuya da gidin' dediğimizde aslında siyasetin normalleşmesi adına söylüyoruz. Bir şekilde onu zor duruma sokmak için değil."

AKP'nin toplumsal dokuda karşılığının ve bütünlüğünün olduğunu anlatan Davutoğlu, Meclis'teki grup konuşmasında da Türkiye'nin dört bir yanından gelenleri gördüğünü, her partinin de toplumun bütün kesimlerini kuşatan bir dil ve yöntem geliştirmesi gerektiğini dile getirdi.

HDP'nin önünde toplumun bütününü kucaklamak gibi bir imkânın bulunduğu gibi bir yol ayrımının da olduğunu savunan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Ya silah, terör, şiddet ve buna dayalı dil ya da siyaset, barışçıl yöntemler. Gayet medeni bir şekilde yarış, gerektirdiğinde eleştiri ama hiçbir zaman şiddet değil. İşte bu yol ayrımında olduklarını görüyorum karşı tarafın. Bu yol ayrımında doğru karar verirlerse Çözüm Süreci kendileri için de ülke için de bütün Ortadoğu bölgesi için de çok güzel noktalanır. Bu yol ayrımında provokatörlere, dışarıdan gelinip kulaklarına fısıldanan bazı şeylere, bunları bilerek söylüyorum. Yani dışarıdan birtakım unsurların kulaklarına fısıldadığı şeylerle hareket etmeye kalkarlarsa olmaz."

 

‘Silah karşısında devletin geri adım atacağını kimse düşünmemeli’

 

Anadolu halkının tamamının Çanakkale'de direndiğini, İstiklal Savaşı'nı yaptığını, 1950'de demokrasi mücadelesine giriştiğini, 27 Mayıs'ta, 12 Eylül'de ve 28 Şubat'ta acı çektiğini söyleyen Davutoğlu, "Yaşanan acıları bitirecek şey çözümünün demokrasi ve barış olduğuna inanmak. Bugün HDP'nin, İmralı'nın bütün o birleşen tarafların karar vermesi gereken nokta bu. Demokratik siyasi mücadeleye dönüşecekler mi ve buradan mı yürüyecekler, yoksa çağ dışı 70'li 80'li yıllarda kalmış, bugünde o günlerden kalma yöntemlerle Suriye'yi Irak'ı kana boyamış silahlı yöntemlerle mi? Silahlı yöntemin karşısında devletin geri adım atacağını kimse düşünmemeli" diye konuştu.

 

‘Paket tümüyle bize sunulduğu gibi geçmedi’

 

Davutoğlu, “İç Güvenlik Paketi'ni eleştiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 6-7 Ekim olayları sırasında hem tahrikte bulunduğunu hem de "nerede devlet" diye sorduğunu, yine paketi eleştiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin o dönem olayları eleştirdiğini ama bugün terör yanlılarıyla neredeyse aynı safta yer aldığını” savunarak şöyle devam etti:

"Eğer 6-7 Ekim olaylarının acı hatıraları yaşanmamış olsaydı bugün bu paket burada olmazdı. Gezi olaylarındaki bazı provokasyonlar yaşanmamış olsaydı bu paket burada olmazdı. Peki bu paket burada diye, bu tecrübelerden hareketle demokrasiden bir sapma var mı? Hayır. Diyorlar ki 'Davutoğlu ne kadar haberdar.' Ben paketin her bir cümlesinin yazımında bulundum, her bir virgülü biliyorum. Bakanlar Kurulunda saatlerce, İçişleri Bakanlığına bizzat giderek saatlerce brifing aldım tek tek. Emin olmamış olsam olmadığım yeri de çıkarttım. O paket tümüyle bize sunulduğu gibi de geçmedi. Düzenlemeleri hepsini tek tek ele aldık. Hepsinde mutlaka bir Avrupa Birliği ülkesinin ve demokratik standartlardaki bir uygulamanın karşılığı olan referans istedik."

 

‘Birbiriyle birleşemeyen aktörler, hükümete karşı birleşiyor’

 

Molotofkokteyli kullanımıyla ilgili bazı ülkelerde müebbete kadar verilen cezaların olduğuna, gözaltıyla ilgili kitlesel olaylarda da 2 günden az olmayan sürelerin bulunduğuna dikkati çeken Davutoğlu, yaşanan şiddet olaylarını anımsatarak muhalefetin istemesi durumunda bu olaylara dair görüntüleri Meclis'te gösterebileceklerini bildirdi.

CHP, HDP ve MHP'nin son günlerde aynı dili kullandığını belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:

"HDP yıllardır bu millete JİTEM'i referansla birçok olayı anlattılar. Bugün Silahlı Kuvvetlerimizin sivil asker ilişkisi mükemmel seviyede. Bugün, güvenlik toplantısı yaptım, Genelkurmay Başkanımız, Jandarma Komutanımız, Kara Kuvvetleri Komutanımızla bütün güvenlik konuları ele aldık. Çok mükemmel işleyişi var. Madem geçmişte jandarmaya JİTEM üzerinden bir eleştiri getiriyordunuz. Şimdi bu paket jandarmayı sivil otorite olan İçişleri Bakanlığına daha da güçlü bir bağla bağlayacak. Buna niye karşı çıkıyorsunuz? Mesele bu değil, mesele bazı unsurlar için söylüyorum bir kaos ortamının içinde hükümette karşı bir cephe oluşturmak. Birbiriyle birleşemeyen aktörler, hükümete karşı birleşiyor."

 

‘Eleştiriye karşı değiliz’

 

İç Güvenlik Paketi'ne ilişkin tasarıyla ilgili bir soru üzerine Davutoğlu, "İç güvenlik reformuyla elde etmek istediğimiz şey bir daha bu ülkede hiçbir şehrimizde 6-7 Ekim benzeri görüntüler olmasın. Hukuk düzeni içinde herkes gösterisini yapabilsin, fikrini açıklayabilsin" yanıtını verdi. 

Pazar günü Kadıköy'de hükümete sert eleştiriler yönelten bir gösteri yapıldığını dile getiren Davutoğlu, ancak gösteride hiçbir gerilimin de olmadığını belirterek "Biz eleştiriye karşı değiliz. Biz fikir ifade etmeye karşı değil, aksine teşvik de ediyoruz. Keşke fikir üretse Kılıçdaroğlu'nu da dinlesek ve istifade etsek. Ama fikir üretmiyor ki hakaret üretiyor, şiddet üretiyor, tahrik üretiyor. Dolayısıyla özgürlüklerin korunması güvenlikle birlikte olur" diye konuştu. 

İç Güvenlik Reformu'nun bu hafta TBMM'de görüşülmemesine de açıklık getiren Davutoğlu, bu hafta uluslararası sözleşmelerin gündemde olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Dün grupta da söyledim. Bir hafta içinde herkes de düşünsün ama şunu beklemesin kimse bizden. Gelecek hafta Pazartesi'den Salı'dan itibaren bu reform gündemde olacaktır. Türkiye, seçime giderken güvenliğinden taviz vererek gidemez. Seçim sandık güvenliği teminat altına alınacaktır. Hiçbir tahrik ve provokasyona izin vermeyeceğiz ama özgürlüklerin de en geniş anlamda kullanılmasını teminatı olacağız."

Gecikmenin sebebinin bu reformla ilgili herhangi bir şekilde bir belirsizlik ortamına girilmesi olmadığını bildiren Davutoğlu, acil çıkacak Askeri Kanunlarda Değişiklik Tasarısı, uluslararası sözleşmeler ve gensorunun bu hafta görüşüleceğini ifade etti. Davutoğlu, "Gelecek hafta inşallah şiddet ve Meclis'e olumsuz görüntüler yansımayacağını ümit ediyorum, öyle çağrılar yapıyorlar çünkü. Ama normal. Meclis kendi vakarına yakışır şekilde inşallah bu reformu da gerçekleştirecek" diye konuştu.

 

‘Kanaatimi açıkladım ama yorumla yansıtmışlar’

 

Hakan Fidan'ın görevinden istifa etmesine ilişkin bugün basına yansıyan haberlerin anımsatılması üzerine Davutoğlu, basına yansıyan değerlendirmeleri konusuna açıklık getirmek istediğini belirterek, "Beni tanıyanlar bilir. Ben hiçbir zaman ayak üstü açıklama yapmam. Mutlaka planlanmış bir şekilde açıklama yaparım. Önceden ilan edilir. Özellikle de gazetelere benim tek başıma demeç verdiğim hiç görülmemiştir" dedi. 

Dışişleri Bakanlığı döneminde bazı özel demeçlerinin olduğunu ancak başbakanlık görevi sırasında gezilerde gazetecilerle görüşmelerinin dışında özellikle demeç vermediğini ifade eden Davutoğlu, şunları  söyledi:

"Dolayısıyla bugün benim bir demecim söz konusu olmadı. Grup toplantısından çıktığımda Anadolu'nun değişik yerlerinden Avrupa'dan gelmiş çok sayıda misafir tek tek resimler çektirdi. O sırada aslında üç gazeteci ama ikisi yazdı, onlar da resim çektirmek istediler, çektirdiler. Bu konudaki kanaatimi sordular. Ben kanaatimi açıkladım, 'değişen bir şey yok' dedim. Yani ben kanaatimi açıkladım, ayrıca söyleyecek bir şeyim yok anlamında söyledim ama bunu bir yorumla yansıtmışlar. Böyle bir demeç verme iradesiyle ortaya çıkmış değil, söylenecek yeni bir şeyin olmadığını ifade etmek ve demeç vermeyi düşünmediğimi ifade eden bir şey."

Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Hakan Fidan'la ilgili kanaatlerimi geçtiğimiz hafta içinde sorulduğunda da ifade ettim. Sayın Hakan Fidan devlete büyük hizmetler yapmış, bundan sonra da inşallah hizmet yapacağına inandığım bir arkadaşımızdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Hakan Fidan'la ilgili daha sonra ifade ettiği kanaatlerse aslında iki şeyi ortaya koyar. Bir: Sayın Cumhurbaşkanımızın Sayın Hakan Fidan'a verdiği önemi, iki: Sayın Cumhurbaşkanımızın MİT Müsteşarlığına verdiği önemi. Yani bu iki makama da kişiye de çok önem vermiş olması dolayısıyla bu ifadelerin arkasında esas itibarıyla bu yaklaşım vardır. Bu konudaki kanaatini bana da sayın Cumhurbaşkanımız söylemiştir. Ben de Sayın Cumhurbaşkanımızın bu kanaatlerini Sayın Fidan'la paylaşmışımdır. 

Ama Sayın Fidan'ın bütün diğer üst düzey bürokratlar gibi kendisiyle ilgili kararı verme hakkı var, o kendisiyle ilgili kararı ifade ettiğinde ben de bu karara Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi bende olan yetki itibarıyla saygı duydum ve bu anlamda da gereken adımlar atıldı. Buradan daha başka anlamlar çıkarmak doğru değil. Biz Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakanlığı döneminde de kurucu genel başkan olarak AK Parti'nin siyasetini dokuduğu dönemlerde de yapılan bütün çalışmalarda Sayın Fidan'ın katkıları hep olmuştur. Eminim bu harekete bundan sonra da katkı verecektir. Sayın Cumhurbaşkanımızın, kişiye de makama da duyduğu güven ve verdiği önem dolayısıyla bu ifadeleri kullandığına inanıyorum."

 

'İstişareler, AK Parti'nin çok güçlü geleneğidir'

 

Bürokrasiden milletvekilliği adaylığı için gelen istifalarla ilgili, "Seçimler var tabii bu teveccüh mümkündür. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusu yöneltilen Davutoğlu, teveccühün AK Parti'ye yönelik olmasının bir anlamının bulunduğunu vurguladı.

Sadece bürokrasiden değil, gittiği vilayetlerde çok sayıda kişinin, o bölgenin saygın isimlerinin de AK Parti'den aday olma arzularına şahit olduğunu aktaran Davutoğlu, "Bu güzel bir şey. Siyaset nihayeti talep ile kaimdir. Bazen toplumsal talep olur, hizmet gelir, bazen kişiler makama talip olur hizmet vermek için. Milletvekilliği bu anlamda bence en onurlu görevdir" dedi. 

Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:

 "Şöyle bir kanaat var: Milletvekili olunca bakan olmak ya da önemli görevlere gelmek şeydir. Hayır, milletvekilliğinin kendisi isim, unvan olarak daha başka herhangi bir unvana ihtiyaç hissettirmeyecek kadar büyük ve onurlu bir görevdir, unvandır, şereftir. Çünkü milletin vekili. Bugünlerde gelen bazı taleplerde 'ben şuradan aday olmak istiyorum' diyenlere şunu söylüyorum: Düşüncen oradan seçime kadar oradan aday olmaktır ama seçildikten sonra herkes milletin vekilidir, bütün bir milletin vekilidir. Yani Diyarbakır'dan seçilen de bütün milletin vekili, Edirne'den seçilen de İzmir'den seçilen de. Bizim nezdimizde bunun bir farkı yok. Konya vekili değil, milletvekiliyiz biz. Dolayısıyla bundan daha onurlu bir görev yok. Böyle onurlu bir göreve herkes talip olabilir. Bu  teveccühü de yanlış görmemek lazım. Bu bir hırs şekline dönüşmemişse ki onu fark edersiniz. Bizim bu anlamda görevimiz istişarelerdir, AK Parti'nin çok güçlü geleneğidir." 

MYK toplantısının gerçekleştirildiğini anımsatan Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Emin olun 12 yılda böylesine güçlü bir gelenek oluşturmuş başka bir siyasi hareket yoktur. CHP'ye gidin şimdi aynı müracaatlarla şimdi ne yapılacağını bildiklerini zannetmiyorum veya başka partilerde. Bir hareket de olduğunu zannetmiyorum. Ama AK Parti'de çok köklü bir siyasi hareketin bütün izleri var. Bunda da Sayın Cumhurbaşkanımızın genel başkan iken koymuş olduğu kuralların, sürekliliğin büyük payı var. Dün hatta yine MYK toplantısında 'bütün adaylarla ilgili hafıza istiyorum' dedim. Hiç kimse ihmal edilmeyecek, hiç kimse önemsiz görülmeyecek, her müracaat eden aday ki binlerce tek tek değerlendirilecek ve hepsiyle ilgili bilgi talep ediyorum. 

Hemen bu bilgiler bizde var, hafızamızda da var dediler. Bu çok önemli. Türkiye'nin siyasi elitini veya siyasi elit olma iddiasındaki topluluğunu avucunuzun içinde tutabiliyorsanız, kavrayabiliyorsanız, onlarla iletişim kurabiliyorsanız bu büyük bir güç. Dolayısıyla sadece bürokrasiyi değil, genel teveccühü çok doğru buluyorum. Demokrasinin sıhhat işaretleridir bunlar. Bürokraside bunun olması da bir sıhhat işaretidir. Yani ben devlette şu kadar görev yaptım, şimdi siyaset alanına geçeceğim. Sınırı nerede? Takdirde, yani bizde.

Ben dahil hiç kimse demokraside mutlak bir sandık anlamında emin olamayız, sonuna kadar çalışacağız. Aday adayı olmak, aday olmak anlamına gelmez. Aday olmak için bir adım atmak anlamına gelir. Aday olmak da milletvekili olmak anlamına gelmez. Bir maratonun ilk adımını atmaya niyetli çok sayıda bürokrat arkadaş bizlere başvurdu, referanslar gösterdi vesaire. Onlara da ben hepsine söyledim. Evet sizin hakkınızda olumlu düşünüyor olabiliriz. Ama tablonun bütününü görmeden bütün içinde ehliyetler karşılaştırılmadan kimseye bir taahhütte bulunamayız. Yani şu anda bize ulaşmamış olan bir isim ola ki bize ulaşmış olandan daha kıymetli daha değerlidir, daha ehildir. Dolayısıyla kimseye verilmiş bir taahhüdümüz yok. Bu anlamda da bir sükutuhayal yaşanmasını istemem ama kimseyi de ben engelleme yönünde bir cihete gitmedim. Yani bazı arkadaşlara söyledim tabii size bürokraside ihtiyacımız var dediğimiz arkadaşlarımız oldu ama çok özel bir engelleyici bir tutum takınmadım, ta ki dediğim gibi  yerlerini garanti görmemeleri şartıyla."

 

‘Önemli olan talip ile matlubun bir ortak yerde buluşabilmesi’

 

Başbakan Davutoğlu, "İşaret almak ve işaret vermek gibi bizim kullandığımız bir deyim var" sözleri üzerine de şöyle konuştu:

"Bu da muhataba bağlıdır. Geçerken nezaketen  elini sıkıp tebüssüm ettiğinizde bile işaret gibi algılayabilir karşı taraf. Ya da işaret vermek istediğinizde dahi bunu işaret gibi görmemiş de olabilir. Ama burada önemli olan talip ile matlubun bir ortak yerde buluşabilmesi. Bu da istişare ile olur. Bizim çok sağlam bir istişare geleneğimiz var. Ben tek şeye önem veririm: İnsan havuzunun geniş tutulması. O geniş tutulduktan sonra onun içinde değerlendirilir, bazıları tekrar bürokrasiye döner, bazıları kendi özel hayatına döner ama bunun içinden en iyi ve ehil unsurları seçmek çok ciddi ahlaki bir sorumluluktur. Allah yanıltmasın, hep bazen Anadolu'ya gittiğimde güzel dualar duyarım. En güzel dualardan biri: 'Allah size iyi yardımcılar versin, sizi iyi insanlarla beraber yürütsün, haşretsin' duasıdır. Sağımıza ve solumuza baktığımızda güvenilir ehil insanların olması önemli. Bu anlamda AK Parti bir nesil yenilenmesi de yaşanıyor. 12 yıl az bir süre değil. Bu nesil yenilenmesi kan değişimi esnasında doku anlamında en iyi uyum gösterecek bir ekip oluşturmak önemli. Bir de toplumun bütün renklerini güzel bir kilim deseni içinde bir araya getirebilmek önemli. Bunları inşallah basiretle yapacak gücü Allah bize verir."

 

'Biz hedef koyarız tahmin yapmayız’

 

Parti kongrelerine ilişkin bir soru üzerine Davutoğlu, bugüne kadar 50’ye yakın kongre yaptıklarını, gelecek Cuma günü Sivas’ta olacağını Cumartesi günü ise Ordu ve Giresun’a gideceğini daha sonra da kadın kongresi ve gençlik kongrelerine başlayacaklarını bildirdi. 

Kongrelerde kendisini en fazla bazen saatlerce bekleyen halkla iletişimin kurmanın heyecanlandırdığını aktaran Davutoğlu, işaret diliyle ilgili birkaç temel hareket öğrendiğini, İstanbul kongresinde işitme engelli bir kadına işaret diliyle karşılık verdiğini onun da çok mutlu olduğunu anlattı.

Davutoğlu, bazen bilinen dilin, kullanılan kelimelerin önemli olmadığını işaretle de konuşulabileceğini ama en önemli dilin gönül dili olduğunu ifade etti.

Gönül dilinin, dokunduğu fotoğrafların kendisine heyecan verdiğini anlatan Davutoğlu, orada siyasetin enerjisinin hissettiklerini ve yorgunluklarını unuttuklarını dile getirdi.

Seçim tahmine ilişkin soruya Başbakan Davutoğlu, "Erken ve bunu doğru da bulmuyorum. Benim tahminim olur ama bir tahmin. Hedef koymak ayrı bir şey. Bazen kongrelerde "Şu hedefe ulaşmanız lazım' diyorum. Bu hedef, elimde başka bir bilgi olsa dahi o hedefi gösterir mi ki o hedefe doğru aşkla yürünsün. Dün de bazı anketler sunuldu. O anketlerin çalışmalarının bilimsel temellere dayandığını inanırsam ciddiye alırım. Geçen gün de söyledim: yüzde 47-48'den yüzde 52'ye kadar giden bir bantta seyrediyor. Benim herhangi tahminde bulunmam doğru değil. Biz hedef koyarız tahmin yapmayız" diye yanıt verdi.

Davutoğlu, başkanlık sistemine ilişkin tartışmaların sorulması üzerine, başbakanlık görevini üstlendiğinde kendisine birkaç hedef koyduğunu söyledi. Bunlardan birincisinin hükümet ederken bir dakika bile kopuk yaşanmaması ve bir süreklilik sağlamak olduğunu söyleyen Davutoğlu, göreve gelmesinin üzerinden 5-6 ay geçtiğini, gönül ferahlığıyla kopukluk olmadığını söyleyebileceğini ifade etti.

 

‘Ümidin varsa sandıktan bahset sokaktan bahsetme’

 

Süreklilik içinde devam ettiklerini bildiren Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bakanlar Kurulunda bazı değişiklikler oldu ama insanlar da bir belirsizlik hali oldu bir geçti gibi bir kavram bile kullanılmayacak kadar net bir şey oldu. İkincisi AK Parti’nin birliğini, beraberliğini koruyup, AK Parti içerisindeki heyecanı artırmak. Hem birliği, beraberliği koruduk hem de kongrelerde heyecan gittikçe artan bir ivme kazandı. Üçüncüsü, ülkedeki huzur ortamını ve sükun ortamı içerisindeki  6-7 Ekim olayları benim başbakan olarak ilk ciddi olarak yaşadığım bir gerilimdi. Dışişleri Bakanı olarak çok kriz yönettik. Ama nihayet oradan tekrar kamu düzenine geçmemiz ve ülkeyi tekrar suhuletle seçime götürmek, bu bizim görevimiz. Seçim neticesi ne olursa olsun iktidardaki partinin birinci görevi ülkeyi seçime suhuletle götürmektir. Hiç şüphe yok ki biz iktidara devam edeceğiz diyoruz ama öyle olmamış olsaydı benim en aslı görevim ülkeyi suhuletle seçime götürüp ola ki emanet başka birine verilirse ona da saygı duymaktır. Onun için Kılıçdaroğlu’na söylüyorum: Ümidi kalmadığın için sandığa çağrı yapmıyor, sokağa çağrı yapıyor. Ümidin varsa sandıktan bahset, sokaktan bahsetme. Sokağa da parti mitingleri için çık. Molotofkokteyli kullananları, başına maske takanları, yüzünü örtenleri, sapan atacak olanları, sapan da çocuk sapanı değil taşların da bilyelerin de olduğu, bunları değil sandığı çağırması lazım."

62. Hükümet Programı'nı sadece 8 aylık değil 2023’e kadar yazdıklarını bildiren Davutoğlu, çok sayıda sektörel dönüşüm programları da hazırladıklarını anlattı.

Davutoğlu, seçimden sonrasında da seçim beyannamesine yansıyacak şekilde güçlü bir yeni anayasa vurgusu yaptıklarını aktardı. 2007’de ve 2011’de de anayasa vurgusu yaptıklarını anımsatan Davutoğlu, Türkiye'nin artık 12 Eylül anayasasından kurtulması gerektiğini vurguladı.

 

'Yeni anayasada etkin bir yönetim modeli olarak tabi ki başkanlık ele alınabilir'

 

Bu anayasanın bir bütün içerisinde ele alınması gerektiğini ifade eden Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti: 

“Özgürlükçü, insan haklarına dayalı, kısa, öz, milli mutabakatı yansıtan, toplumun temel hassasiyetlerine özen gösteren bu yeni anayasa içerisinde etkin bir yönetim modeli olarak tabii ki başkanlık ele alınabilir. Bu anlamda seçim sonrasında ortaya çıkacak siyasi tabloyla inşallah milletimiz bize anayasayı değiştirecek çoğunluk verirse ya da muhalefet partileri geçmiş dönemde yaptıkları hatayı yapmayıp birlikte bir anayasa yazımı konusunda irade gösterirlerse bütün bunları hiçbir ön yargıyla yaklaşmadan ele almamız gerektiğini düşünüyorum."

Türkiye’de şu anda sağlıklı işleyen ya da işleyen bir parlamenter sistem olmadığını vurgulayan Davutoğlu, Türkiye'den denetim altına alınmış bir parlamenter sistem bulunduğunu dile getirdi. Davutoğlu, şunları söyledi: 

 

‘Sistemin yenilenmeye ihtiyacı var’

 

"Hiçbir zaman bu parlamenter sistemde cumhurbaşkanlığı makamına milletin oyuyla Sayın Cumhurbaşkanımızın geleceği ya da ondan önce hatta Abdullah Gül'ün Meclis içerisine geleceği varsayımıyla bunlar yapılmadı. Şimdi hamdolsun cumhurbaşkanıyla başbakanlık makamları arasında bir uyum var. Ahmet Necdet Sezer döneminde, kişisel olarak kendisine saygı duyarız ama gerek Bülent Ecevit’le gerek bizim hükümette, rahmetli Ecevit’le neler yaşandığımız malum. Daha önceden neler yaşandı. Dolayısıyla sistemin bir yenilemeye ihtiyacı var. Muhalefet partilerine, başkanlık sistemini böyle otoriter bir model olarak yansıtıp tamamıyla tartışmayı otoriterlik üzerine oturtmak yerine onlara çağrımız gelin her şeyi konuşalım. Birlikte sizin de iktidar şansınızın olduğu, herkesin objektif yarış içerisinde olduğu bir model geliştirelim. Bu modellerden birisi başkanlık sistemi ve objektif şekilde de ele alınıp mutlaka sivil anayasanın önemli unsurlarından biri olarak gündeme getirilmelidir."