HDP Dış İlişkilerden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Bingöl Milletvekili Hişyar Özsoy, dış politikada yaşanan problemlerin eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu’nun üzerine yıkıldığını savunarak “Ahmet Davutoğlu gitti, dışişleri politikalarının faturası Davutoğlu’na kesildi” dedi.
Özsoy'un konuşması şöyle:
Konuşmama başlamadan önce, burada fotoğrafları bulunan eş başkanlarımın ve çok kıymetli vekil arkadaşlarımın da önünde saygıyla eğiliyorum.
Bütçeyi Dışişleri Bakanlığına verdiğiniz zaman şunu da sormak lazım: Türkiye’nin Dışişleri politikası gerçekten nedir? Belli bir stratejisi var mıdır?
Ahmet Davutoğlu gitti, dışişleri politikalarının faturası Davutoğlu’na kesildi. "Davutoğlu doktrinerdi, katıydı, ideolojikti. Binali Yıldırım ile birlikte, biz daha pragmatist, daha enstrümantal bir şekilde, daha realist bir şekilde dış politikamızı düzenliyoruz" diyorlar. Günah keçisi belli, Davutoğlu.
Binali Yıldırım geldikten sonra birtakım taktik ittifakların geliştiğini de görüyoruz. Kendisinden önce başlamıştı ama kendisi döneminde vücut bulan İsrail’le ilişkiler ve Rusya’yla ilişkilerde yumuşamalar var.
Ancak bu politikalar planlı bir konsept dahilinde uygulanmıyor. İdeolojik bir noktadan pragmatik bir noktaya savrulan ve can havliyle izolasyonunu kırmak için ilişki kurmaya çalışan, ittifak kurmaya çalışan bir dış politika görüyoruz.
Bölgede ve dışarıda önemli oranda izole olmuş, Avrupa Birliği ile ilişkileri kriz durumuna girmiş, bölgesel gelişmelere kesinlikle yön veremeyen ama bölgesel gelişmelerin etkisinde kalan, uzun erimli bir stratejisi olmayan, iç çelişkilerle dolu, kısmen İsrail ve dışında neredeyse herkesle çatışmalı, böyle neoemperyal, Neo Osmanlıcı birtakım argümanlarla bezenmiş büyük bir bölgesel, küresel türbülans içerisinde sağa sola savrulan, sağa sola çarpan bir dış politika makinesiyle karşı karşıyayız.
Bu son dönemlerde özellikle yeni Osmanlıcılık yeniden böyle bir hortlamaya başladı. Bu, daha önce “stratejik derinlik” olarak kavramsallaştırılmıştı, “Türkiye’nin tarihsel anlamda mirasının olduğu Ortadoğu coğrafyasına şöyle daha yaygın, daha geniş bir şekilde girelim, ilişkilerimizi kullanalım, ticaretimizi artıralım, kültürel ilişkilerimizi artıralım” gibi bir çerçevede bir dış politika düşünülüyor. Fakat yeni Osmanlıcılık yapacaksanız onu da bari tutarlı bir şekilde yapın. Şöyle ki: Yeni Osmanlıcılık yapıyorsanız, bunu ırkçı, milliyetçi saiklerle yapamazsınız.
Eğer Osmanlıcılık yapacaksanız, Kürtlerle şu an Suriye’de ve Türkiye’de kurduğunuz gibi ilişki kurmamanız gerekiyor. Kürtlerle daha dostane, daha yapıcı ilişkiler kurulması gerekiyor. Yeni Osmanlıcılığı bile son derece katı, milliyetçi saiklerle yapıyorsunuz. Hem anakronik oluyor, hem de gerçekçi olmuyor.
Cumhurbaşkanı, zaten dış politikaya kendisi yön veriyor. Bugünlerde popüler olan bir söylemi var, “Biz Hans’ın ve George’un ne dediğine bakmayız” diyor. Bu tür söylemler topluma biraz gaz verme gibi bir işlev görebilir ama Dış İşleri Bakanı da çok iyi bilir ki, gerçeklikle uzaktan yakından bir alakası yoktur. Hans’ın da George’un da ne dediğine bakacaksınız. Daha önceki on yıllarda olduğu gibi bakmak durumundasınız. Bu bir tercih meselesi filan değil. Türkiye’nin yaptığı ihracatın yarısı Avrupa’ya gidiyor. Avrupa’dan Türkiye’ye gelen direkt yabancı sermaye yatırım, Türkiye’deki yatırımların yüzde 70-75’ini oluşturuyor. Ciddi anlamda Hans’larla ve George’larla entegre olmuş bir siyasal, kültürel ve ekonomik yapıdan bahsediyoruz.
Yani bağırıp çağırarak, “Hans’a, George’a biz prim vermeyiz” diyerek dış politika yapılmıyor. Niye? Çünkü, Hans ile George kızdığı zaman, bakın, dolar ve euro yükseliyor, görüyorsunuz. Bunun faturasını kim çekiyor? Kim ödüyor bunun faturasını? Demiri dolarla almak zorunda olan inşaatçı çekiyor. Turizm sektörü, ihracata yönelik üretim yapan tarım sektörü, sanayiciler, herkes bir şekilde, Cumhurbaşkanının Hans’larla ve George’larla yaşadığı sıkıntıların faturasını ödemek zorunda kalıyor. Öyle babalanmalarla, bağırmalarla çağırmalarla olmuyor.
Onların tabiriyle söylüyorum, -aslında çok da yabancı düşmanlığı içeren bir kavramdır bu- Hans genelde Almanları, George genelde İngiliz, Amerikalıları temsilen kullanılan bir isim. Gidip İgor’la, Moşe’yle yapıyorsunuz mesela; yani Rusya’yla, yani İsrail’le pekala güzel güzel iş tutabiliyorsunuz da Hans ile George’un günahı ne?
Dış politika böyle yapılmaz. Bağırarak, çağırarak dış politika yapılmaz. Eğer dış politikadaki bu içine girilmiş sıkıntılı durumu aşmak istiyorsanız, ekonomiyi biraz istikrarlı hale getirmek istiyorsanız çok kolay. Biz reçete veriyoruz: Eş Genel Başkanlarımızı, milletvekillerimizi, belediye başkanlarımızı, akademisyenleri, gazetecileri, sivil toplum temsilcilerini bırakın, hukukun üstünlüğünü tesis edin. Dışarıda 3-5 katrilyon harcamanıza hiç gerek yok. Son derece rahat bir şekilde, dış politika toparlanır.