Mensur Akgün
Star/17 Temmuz 2012
Suriye’nin uçağımızı düşürmesinin ardından Ankara beklenen tepkiyi vermeyince, pek çok kanaat önderi hükümetin bu krizi kötü yönettiği sonucuna vardı. Onlara göre iyi yönetim anında karşılık vermek ve Suriye ile savaşa girmekti. Ama iktidar daha baştan itibaren itidalli davrandı, bazı kanaat önderlerinin görmek istediği kanı dökmedi.
Ve bana kalırsa krizi iyi yönetti. Çünkü önemli olan Suriye ile zaten gergin olan ilişkileri çatışmaya dönüştürmemek, Şam’daki rejimin çöküşünü geciktirecek bir inisiyatif almamaktı. Hükümet, kamuoyunu yatıştırmak yerine doğru siyaseti seçti, Türkiye’nin her türlü hakkı saklı kalmak kaydıyla Suriye’ye askeri tepki vermedi.
Tabii ki yapılan her şey doğru değildi. Akıl karıştıran açıklamalar da oldu. Suriye politikasının bu kadar atılgan olması eleştirildi. Müzmin AK Parti muhalifleri ise bir kez daha Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu hedef aldı, onu Enver Paşa olarak tanımladı. Bazıları kampanya çağrıları bile yaptı.
***
En çok eleştiri de Suriye Cumhurbaşkanı Esad’ın Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeç ve onu doğruladığı varsayılan Wall Street Journal (WSJ) haberi sonrasında uçağımızın düşüş şekli üstünden yapıldı. Esad ve WSJ uçağımızın füze ile vurulmadığını söylemişti.
Aslında Türkiye’nin iddiası da uçağımızın füze ile vurulduğu yönünde değildi. Ankara, hava sahası ihlalini kabul etmekte, ancak uçağın radar irtibatını kaybettiği yerden hareketle bu ihlal sonrasında vurulmuş olabileceğini söylemekteydi. 13 mil menzilli mermi atan uçaksavar silahı olmadığı için de çıkarsama uçağımızın füze ile vurulmuş olabileceği doğrultusundaydı.
Fakat bu çıkarsamayı Dışişleri Bakanı ya da Bakanlığı değil bizler yapmıştık. Belli ki de söylediklerimize inanıp, füze meselesini aklımıza veri olarak yerleştirmiştik. Genelkurmay’ın “füze ya da kurşun izine bulduğumuz parçalarda rastlamadık” açıklaması bir başka hayal kırıklığının daha doğmasına yol açtı. TRT’de ilk açıklamayı yapan Davutoğlu yine eleştiri oklarının hedefi haline geldi.
***
Cumartesi günü Oxford yakınlarındaki ünlü konferans merkezi Ditchley Park’a giderken ve dönerken Dışişleri Bakanı ile uzun uzun konuşma imkanım olmasaydı, büyük bir olasılıkla ben de füze meselesini bu şekilde okuyacak, Davutoğlu’nun hiç bir yerde “füze” demediğine dikkat etmeyecektim. Oysa biraz internet taramasıyla görüleceği gibi Davutoğlu gerçekten de füze lafı etmemişti.
Uçakta konuştuklarımızın hemen tamamına yakını yazılmamak kaydıyla olduğu için füze meselesi dışında pek çok şeyi burada ya da başka bir yerde paylaşamıyorum. Ama izlenimim hükümetin bu sorunun her aşamasını en ince detayına kadar kontrol ettiği, paylaşılacak her türlü bilgiye açık olduğu yönünde.
***
Görebildiğim kadarıyla iktidar ile askerler arasında bu konuda bir güven bunalımı da yok. Davutoğlu, askerlerin samimiyetine belli ki inanıyor. Onların ellerindeki bilgiyi kendileriyle paylaştığını düşünüyor. Başkaları tarafından verilen bilgilerin de anladığım kadarıyla sağlıklı olduğunu düşünmüyor. Verdiği örnekler de zaten bilgilerin pek sağlıklı olmadığına işaret ediyor.
Bana öyle geliyor ki uçağın düşüşü ile ilgili spekülasyonlar kolay kolay bitmeyecek ve Davutoğlu daha bir süre bu krizin yönetiminden dolayı suçlanacak, uygulamaya koyduğu siyaset eleştirilecek. Ben de dahil pek çok insan Davutoğlu’nu yaptıklarından ya da yapmadıklarından dolayı sorumlu tutacak.
Ama siyasetinin tümden yanlış olduğunu, bizi felakete sürüklediğini düşünenlerin Cumartesi günü Ditchley Park’ta olmalarını, onun şahsında Türkiye’nin nasıl bir prestij kazandığını, nasıl sunulduğunu, konuşması sonunda nasıl alkışlandığını görmelerini isterdim...