Gündem

Davutoğlu: Başkanlık birinci önceliğimiz değil

"Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında problem çıkarmaya yönelik bir sistem var"

10 Kasım 2015 15:13

Başbakan Ahmet Davutoğlu, başkanlık sistemi tartışmalarına ilişkin olarak, "Parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi tercihini ortaya koyamamış bir sistem var. Ortada problem var. Bu problemi yaşıyorum. Mesele Sayın Cumhurbaşkanızın yetkisi meselesi değil. Başbakan ile cumhurbaşkanı arasında problem çıkarmaya yönelik bir sistem var" dedi.  Davutoğlu, "Birinci madde başkanlık bu değil. Öncelik gerilimin düşmesi ve her şeyin konuşulabilmesi" ifadesini kullandı.

Başbakan Davutoğlu TRTTürk'te canlı yayında soruları cevapladı.

Davutoğlu'nun konuşmasından satır başları şöyle:

1 Kasım akşamı rahattım çünkü görevimi yapmıştım. Bize destek veren milletimize bir kez daha şükran borçluyum. Yanlış bir adım atmış olsaydık 1 Kasım'da başarıyı elde edemezdik. 

Biz aslında 1 Kasım seçimini 7 Haziran akşamı kazandık. Genel olarak 13 yıllık iktidarın ardından 7 Haziran'dan zafer konuşması yapmak kolaydır dedim. Esas konuşmam 7 Haziran akşamı yapmış olduğum konuşmamdı. Milletimize dönüp mesajınızı aldık dedim.

Hep anayasal meşruiyet içerisinde kaldık. 7 Haziran'da millet bize aynı zamanda kendinize çeki düzen verin demişti, o anlamda da kongreye gittik. Kongrede eğer partimizin birliğini bütünlüğünü koruyamamış olsaydık istemediğimiz bir sonuçla karşı karşıya kalabilirdik. Parti içinde de istişarelere devam ettik. 

 

"Biz nerede hata yaptık, diye düşünsünler"

 

20 Temmuz da kritik eşikti. Suruç saldırısında biz gerekli tepkiyi vermemiş olsaydık. Terörle mücadeleyi başlatmamış olsaydık, daha sonra DEAŞ ve PKK'ya yakın unsurlar Türkiye'yi kaosa sürükleyebilirlerdi. Şu ana kadar terörle mücadelede mükemmel bir gelişme sergiledik. 

Ankara saldırısının ardından da yasımızı tuttuk. İlkeli ve ahlaki bir tutumun içinde olduk. Burada katkıda olan parti yönetimine teşekkürü bir borç bilirim. 

Korku siyasetini egemen kılmak isteyenler DAEŞ ve PKK gibi terör örgütünü kullananlardır. Korku siyasetini egemen kılmak isteyenlerle mücadele ettiğimiz için Doğu ve Güneydoğu'da oylarımız arttı. Son derece açık ve net bir zafer kazandık. Kimse bu zaferin üstünü örtmeye kalkmasın. Muhalefet partilerine tavsiyem 'biz nerede hata yaptk' diye düşünsünler.

 

"Önümüzdeki dönemde hedefim her kesimle konuşarak tansiyonu düşürmek"

 

Seçimleri izlmeye gelen hiçbir gözlemcinin raporunda seçimlerin adil olmadığına dair bilgi yok. Türkiye'de seçimlerin adil olmadığına dair tek bir ölçü gösteremezler. Türkiye'de seçimlerin üzerinden kimse spekülasyon yapmaya kalkmasın.

Diğer partiler dalgalanma içindeyken AK Parti yoluna devam ediyor. Türkiye'de kutuplaşmadan uzlaşarak, sevgi tohumları ekerek tekrar kader birliği içerisinde olmalıyız. Önümüzde kemiksiz dört yıllık bir süreç var.  Önümüzdeki dönemde hedefim her kesimle konuşarak tansiyonu düşürmek.

 

"Hayır oyu verdiğim 12 Eylül Anayasası'nı içime sindiremiyorum"

 

Orta ve uzun vadede yapısal reform süreci başlatacağız. İlan ettiğimiz tüm projelerin takvimlendirilmesini yapacağız. Hükümet kurulmasından kısa bir süre sonra hükümet programını açıklayacağız.  Yargı bir reform sürecinden geçmek zorunda.  Kimse kendi geleceği ile ilgili kaygı duymamalı. Hayır oyu verdiğim 12 Eylül Anayasası'nı içime sindiremiyorum.

 

Muhalefet liderlerine çağrı 

 

Hükümeti kurduktan sonra Yeni Anayasa da dahil bütün konuları görüşmek üzere muhalefet liderleriyle görüşmek istiyorum.  Hiç kimsenin siyaset kurumunun alanına girmesine izin vermeyeceğiz. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ounusunda hepimizin aynı hassasiyeti göstermesi lazım.

 

"Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında problem çıkarmaya yönelik bir sistem var"

 

94 yılında yayınlanan kitabımda "Medeniyet Dönüşümü", mekanizma değişebilir, önemli olan değerlidir diyordum. O kitapta bunu ele aldım. Başkanlık sistemi mekanizmadı. Önemli olan siyasi felsefedir. Mekanizmalar dönemlere uygun veya aykırı düşebilir. Özgürlükçü bir anayasa olmalı, güçler ayrılığına dayanmalı, evrensel değerlere uyumlu olmalı. Bunun içini dolduralım, sonra siyasal sistemi tekrar konuşalım. Anayasayı salt başkanlık sistemi olarak göstermek sakıncalıdır. 12 Eylül bir darbe anayasası olması itibariyle, 'bunlar  her an hata yapabilir, denetlenmeli' deniliyor. Milli iradeyi sınırlayan bir anayasa. Evren gibi bir cumhurbaşkanı düşünüldüğünde bir mantığı var bu sistemin. Ama Özal, Demirel ve daha daha Sayın Cumhurbaşkanımız görev aldığında bazı sıkıntılar yaşanmış. Parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi tercihini ortaya koyamamış bir sistem var. Ortada problem var. Bu problemi yaşıyorum. Mesele Sayın Cumhurbaşkanızın yetkisi meselesi değil. Başbakan ile cumhurbaşkanı arasında problem çıkarmaya yönelik bir sistem var. 

Sayın Cumhurbaşkanımız ile benim ilişkim doğası dolayısıyla sistem yürüyor. Birinci madde bu değil. Önce gerilimin düşmesi ve her şeyin konuşulabilmesi. Mesele cumhurbaşkanlığının gücünün artırılması değil. Devletin ve demokrasinin restore edilmeye ihtiyacı var. Yeni anayasa devletin ufkunu açar. Nasıl bir anayasa öngöreceğiz? Devlet değil, insan diyen anayasayı nasıl ele alacağız? Bunları konuşalım. Sonra da uygun mekanizmayı birlikte geliştirelim. Dayatacak değiliz. 

258 milletvekilimiz vardı, 18 milletvekilimiz olsa tek başımıza iktidar olabilirdik. O gün 'pazarlıkların partisi değiliz' dedim. O gün o konuşmasa olmasa şimdi bu güveni sağlayamazdık. Şahsi hesaplarımızı bir yana koyalım. Siyasi rekabeti millete hizmet olarak tanımlayalım, 50 sene sonranın anayasasını birlikte yazalım. Birlikte bir şey oluşturursak doğru yere gideceğiz. Güçler ayrılığı prensibine bağlı başkanlık sistemi diyoruz. Ama bu acil değil. Acil olan tansiyonu düşürüp, reform hamlesini başlatmak. 

 

"DEAŞ, DHKPC, PKK savaş ilan etmişse onlar dağlardan, şehirlerden temizlenene kadar bu mücadele sürer"

 

1 Kasım’da seçim yaptık. 3 Kasım’da yaptığım ilk resmi toplantı güvenlikle ilgiliydi. AK Parti terör operasyonlarını seçimi kazanmak için yapıyor kanaati vardı. Görüldü. Bu ülkenin dağları bu teröristlerden temizlenecek. Esnek bir iletişim dili olması gerektiği kanaatindeyim. Sesimi yükselttiğim nadir görülür. Ülkem, vatandaşlarım tehlikedeyse sonuna kadar giderim. Kimse, bu konunun müzakere edileceğini sanmasın. DEAŞ, DHKPC, PKK savaş ilan etmişse onlar dağlardan, şehirlerden temizlenene kadar bu mücadele sürer. “Oturur konuşuruz, mevzilerimize döneriz”, yok arkadaş. Siyasette ne kadar kuşatıcı olacaksak, terörle mücadelede aynı ölçüde kararlı bir yol takip edeceğiz. Nereye gitsek halk destek veriyor. Kararsızlık bizde yok. Çözüm süreci iradesi ise var. Değişik adlarla, demokratik açılım, milli birlik kardeşlik projesi, çözüm süreci... Adları değişebilir ama demokratikleşme ve özgürleşme üzerinden her şeyi konuşabiliriz. Ama eline çakıl taşı dahi alan, bir vatandaşımız zarar vermek için, o taşı alır, gereğini yaparız. Artı yaz kış da yok. 2013’te verilen söz yerine getirilirse, silahlar bırakılırsa, ülke terk edilirse tamam... Hiçbir vatandaşımızın baskı altında şu veya bu terör örgütü altında kullanılmasına izin vermeyiz.

Kanaat önderleriyle bu salonda yaptığımız toplantılar vardı. Bu  sefer muhattabımız sadece bir yapı, siyasi parti değil bütün vatandaşlarımız olacak. Terörle mücadele kararlılığımız sürerken Türkiye’de etnik ve mezhep temelli bir sorun varsa bunu tartışmaya açık kanallar tutacağız ama herhangi bir provokasyona izin vermeyeceğiz. İnşallah aslında şu anki TBMM tablosu iyi niyetli herkese önemli imkanlar sunuyor. Hiçbir kimseye kapımız kapalı değil. Kime kapalı? Terör örgütüne sırtımı  dayıyorum derse kapalı, kusura bakmasınlar. O kapıyı aralarsak nelerin olabileceğini Kobani olaylarında gördük. Çankaya Köşkü’nde 23 Temmuz’da direktif verdim, bütün sorumluluğu alarak bütün şehirlerden, dağlardan vatandaşlar üzerinde baskı yapan, haraç toplayan kim varsa onlarla ilgili tüm tedbirler alınacak ve mücadele kararlılıkla sürdürülecek.

7 Haziran’dan önce Van’a gittim, 1 Kasım’dan önce de gittim. 7 Haziran’dan önce gittiğimde ciddi bir baskı atmosferinin verilmek istendiğini hissediyordunuz, insanlar el sallamaktan çekiniyordu. 1 Kasım’dan önce gittiğimizdeyse çok daha normal şartlarda, seçim  hazırdı çünkü terör operasyonları vardı. Birçok meseleyi ele alış biçimimiz, netice odaklı yaklaşımımız çok daha olumlu neticeler verecek. Türkiye bütün vatandaşlarına aynı anda sahip çıkan bir devlet ve siyaset kültürüne hakim olması lazım ama devlet diliyle değil, millet diliyle olması lazım.

 

"Havadan karadan, kim tehdit ederse mukabelede bulunuruz"

 

DEAŞ, Suruç’ta ve Ankara’daki saldırıdaki rolü itibariyle vatandaşlarımızı katleden bir örgüttür. Adıyaman’da askerimize saldıran bir örgüttür. DEAŞ’la mücadeledeki kararlılığımız PKK’yla aynıdır. İlk andan beri öyleydi. 2013’te terör örgütü ilan ettik, 2014’te ilk operasyonu yaptık, bir DEAŞ konvoyunu vurduk. Türkiye’ye kara çalmak isteyenler, içeriden destek veren hain odaklar oldu. Türkiye hiçbir zaman DEAŞ’a destek vermedi, vermeyecek. DEAŞ’ı çıkaran şey Suriye sorunudur. DEAŞ’ı tasfiye etseniz bile başka bir örgüt sahneye çıkabilir. Bir çözüm bulunması ve halk tarafından kabul görmesi. Suriye rejiminden kaçanların yüzde 80-90’ı rejimden kaçarak  geldi. Kara operasyonu ve hava bağlamındaysa, Türkiye’yi tehdit eden bir şey varsa, ister Suriye rejimi, ister DEAŞ, ister YPG/PYD PKK bağlantılı olsun, aynı muamelede bulunuruz. Havadan karadan, kim tehdit ederse mukabelede bulunuruz. Bu bizim uluslararası hakkımız. Entegre strateji içinde BM ve bütün ülkeler rol almışsa biz de o rolü alırız. Bu anlamda kara-hava fark etmez. Herkesin elini taşın altına koyduğu bir ortamdan bahsediyoruz. O anlamda kritik bir şeye geldik. Sayın Obama tebrik için aradığında gündeme geldi. Türkiye için Suriye sorunun çözümü bağlamında çok daha entegre ve bütün parametrelerin incelendiği bir yaklaşıma ihtiyaç var.

 

"Kandil’i vurduğumuzda bazı yöneticilerin Suriye’ye gittiğini biliyoruz"

 

Türkiye’deki terör saldırılarına PKK’nın başlamasına yönelten faktörlerden birisi Suriye’deki durum dolayısıyla YPG’nin meşruiyet kazandığı algısıydı. PKK “Artık Türkiye’ye saldırmanın vakti geldi. Türkiye yalnızlaştı, 7 Haziran’da da tek parti iktidarını kaybetti. Tam bünye zayıfladı, vurmanın vaktidir” dedi. Çocukça bir oyun. Biz ne yaptık? Aynı anda hem DEAŞ, hem PKK’yı vurarak, “İkisi de terör örgütüdür, aynıdır. Gerektiğinde vururuz.” PYD meşruiyet mi kazandı, meşruiyet mi kaybetti? Türkiye’yi tehdit eden kim olursa olsun bizim için hasımdır. YPG ayrı PKK ayrı deme eşiği aşıldı. YPG artık bizim için PKK’nın uzantısıdır, tedbir alınması gerekiyorsa tedbir alınır. YPG’ye verilen silahlar PKK’ya geçmeyecek diye bir şey yok. Kandil’i vurduğumuzda bazı yöneticilerin Suriye’ye gittiğini biliyoruz. Aynı koridordan doçka mühimmatı dahil ve silahlar PKK tarafından Türkiye’ye taşınma riski taşır.

 

"Esad’la el sıkışın mı diyorsunuz?"

 

DEAŞ’a karşı savaşan peşmerge güçleri var. Yardım edilecekse onlara edilir.  Suriye rejimiyle ilişkilerimizi sürdürüyor olsaydık itibarımız nasıl olurdu? Mülteciler nasıl bakardı? En önemlisi torunlarımız nasıl bakardı? Herkes bunu sorsun. Hindistan’dan  bize yapılan yardımları nasıl minnetle anıyoruz. 100 yıl sonra Suriye’nin genç nesilleri Türkiye’yi minnetle anacaklar. Tersi bir tavır olsaydı, rahmetli Özal’ın Cezayir’de özür dilemesi gibi, birilerinin gidip Suriye’de özür dilemesi gerekecekti. Türkiye Suriye’de hiçbir aşamada etik ve stratejik bir hata yapmamıştır. Kılıçdaroğlu’na sordum. Esad’la el sıkışın mı diyorsunuz? Ülkenin yüzde 14’ünü kontrol eden bir rejimi meşru kılmak mıdır? 

Suriye politikalarımızı eleştirilerin ne dediğini duymak istiyorum. 100 yıl sonra Suriye'nin genç nesilleri Türkiye'yi minnetle anacak. Ben her türlü muhasebeyi yapmaya hazırım. Türkiye hiçbir aşamada etik ve stratejik hata yapmamıştır. Alternatifini söylemeden kimse bunu tenkit edemez. Koalisyon görüşmeleri sırasında Sayın Kılıçdaroğlu'na 'Yeni Suriye politikası'nı sordum. Ayakta duramayan bir rejim parlak bir gelecek sunabilir mi? İleride kim bu katliamlarla anılacak, kim yardımlarla anılacak? İran'ın Suriye politikasını kabul etmeyiz. Ama bunları konuşuruz. En doğru çözüm için en doğru adımları atarız. Rusya ile de kapılarımız birbirine açık.

 

"G20 zirvesinde Türkiye'nin önemini göstereceğiz"

 

G20 temelde siyasal bir forum değildir. Ama bu kadar siyasal sorun bir araya geldiğinde bunlar da konuşulacak. Çok önemli bir zirve gerçekleşecek. Türkiye'nin önemini göstereceğiz. Burada geçen seneki zirvede ele aldığımız gibi; kuşatıcılık, uygulama, yatırımlar konusunu öne çıkaracağız. Daha adil bir ekonomik sistem konusunda toplantılar, çalışmalar yapacağız. KOBİ'leri gündeme getirdik. Genç istihdamı konusunu ele alacağız. 2008 krizinden bu yana her yerde bu sorun var. Yatırımların önünü açarak, dünya ekonomisini yüzde 2 büyüme hızının üzerine çıkarma mecburiyetindeyiz. Dünyanın vanalarını açıp büyümesini hedefliyoruz. Mülteciler sorunu da görüşülecek. Önemli başlıklar arasında olacak. İklim değişikliği konusunda da en temel konulardan olacak.

Hükümeti kurduktan sonra 3 mini kabine şeklinde mekanizma düşünüyorum.

1-Ekonomi alanında

2- Güvenlik ve dış politika benim başkanlığımda

3- Siyasal ve ekonomik, eğitim reformları konusunda.