Gündem

Danıştay: 10 Ekim Katliamı’nda hayatını kaybeden İsmail Kızılçay’ın ölümünde devlette kusur yok

İdare Mahkemesi'nin maddi ve manevi tazminat ödenmesi kararını Danıştay bozdu

10 Kasım 2021 16:00

10 Ekim 2015'te gerçekleşen Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren İsmail Kızılçay için açılan tazminat davasında, devlette kusur bulmayan Danıştay, istihbari bilgi, belge veya ihbarın bulunmadığını belirtti.

Katliamda yaşamını yitiren İsmail Kızılçay’ın yakınları “hizmet kusuru” bulunduğu iddiasıyla Avukat Kazım Bayraktar aracılığıyla İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği aleyhine 1 milyon 325 bin TL’lik tazminat talebiyle Ankara 5’inci İdare Mahkemesi’ne dava açtı. İdare mahkemesi, “Davalı idare tarafından olayın bir terör saldırısı olduğunun belirtildiği, canlı bomba ile gerçekleştirilen patlama olaylarının çok sayıda vatandaşın ölümüne ve yaralanmasına sebep olduğu göz önüne alındığında, olay nedeniyle yakınlarını kaybeden davacıların maddi ve manevi zararlarının sosyal risk ilkesi uyarınca davalı idarece tazmin edilmesi gerektiği” tespitini yaparak, aileye toplamda 218 bin 935 TL maddi, 300 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi. 

Mezopotamya Ajansı'nın haberine göre, IŞİD’in 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara Garı’nda gerçekleştirdiği katliamda hayatını kaybeden 104 kişi arasında bulunan İsmail Kızılçay için tazminat ödenmesine ilişkin mahkeme kararı, Danıştay’dan döndü.

"İdarenin kusuru yok"

Temyiz incelemesini yapan Danıştay 10. Dairesi ise verdiği kararda, idarenin hizmet kusurundan söz edilmeyeceğini ileri sürerek tazminatın da sosyal risk ilkesinin kanunlaşmış hali olan 5233 sayılı “Terör Ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine hükmetti. Danıştay, idarenin hizmet kusurundan söz edilmeyeceğine yönelik kararı kesin olduğunu belirtirken, tazminatın yeniden belirlenmesi için idare mahkemesinin kararını bozdu.

'İhbar yok' savunması yapıldı

Danıştay kararında, tetkik hakimin değerlendirmesine de yer verildi. Hakim kararında, canlı bomba eyleminin, aynı olaya ilişkin dosyaların, Müfettiş Raporlarının ve Emniyet'in ilgili birimlerince dosyalara sunulan ara karar cevaplarının birlikte değerlendirildiğini belirterek, katliamda istihbari bilgi, belge veya ihbarın bulunmadığını savundu. Yaşanan katliamı “terör olayı” olarak değerlendiren hakim, idarenin hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk halinin bulunmadığını ileri sürdü. Hakim, saydığı gerekçeler üzerinden davanın sosyal riskten incelenmesinin hukuka uygun olduğunu belirtti.

"İçişleri Bakanlığı Müfettişliği yazısının emniyet ile paylaşıldığına dair belge yok"

Danıştay kararının hukuki değerlendirme kısmında da katliama dair bir ihbarın bulunmadığı savunuldu. Ankara 12’inci İdare Mahkemesi’nin bir kısım kararlarında; TEM Daire Başkanlığı’nın 14 Eylül 2015 tarihli Ankara ve 47 İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüklerine gönderildikleri anlaşılan IŞİD’in Türkiye’ye yönelik uluslararası ses getirecek çapta büyük bir eylem yapma kararı aldığı, bu eylemle ilgili olarak seçtiği grubu Suriye Dera Zor’da bulunan bir kampta özel eğitime tabi tutmaya başladığı, planlanan eylemin uçak/gemi kaçırma ya da miting/kalabalık yerde aynı anda çok sayıda canlı bomba patlatma şeklinde kompleks bir eylem olabileceği içerikli yazı ve İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından hazırlanan 25 Şubat 2016 tarihli Ön İnceleme Raporunda toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin emniyet tedbirlerinin planlamasını yürüten Güvenlik Şube Müdürlüğü ile paylaşıldığına dair bir belge bulunmadığı ileri sürüldü.

"Hizmet kusurundan söz edilemez"

Katliamda elde edilen istihbari bilginin somut, açık bir bilgi içermediği, zaman ve kişi yönünden de bilgi bulunmadığı, bu nedenle belgeyi olaya ilişkin bir istihbarat olarak kabul etmenin mümkün olmadığını kaydedilen Danıştay kararında, “Emniyet birimlerinin olay öncesinde olaya ilişkin herhangi bir ihbarın bulunmadığına ilişkin yazıları da göz önünde tutularak olay öncesine ilişkin idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır” denildi.

"Olay sonrasında emniyet tedbirleri ve sağlık hizmetleri yönünden hizmet kusuru yok"

Miting esnasında esnasında güvenlik tedbirleri yönünden idarenin diğer mitinglerde yapmış oldukları rutin uygulamaları yapmadıkları, olay yerinde yeterli personel bulunmadığı, toplanma alanı olan Gar önüne girişte üst aramalarının yapılmadığı, şehre girişte araçların aranmadığı, kontrol edilmediğine ilişkin iddialara dair de karar veren Danıştay, personel sayısının yeterli olduğunu, gerekli emniyet tedbirlerinin alındığını savunarak hizmet kusurunun bulunmadığına hükmetti. Katliam sonrası sağlık hizmetlerinin alana geç ulaştığı, polisin gaz ve diğer şekillerde müdahalelerine ilişkin ise Danıştay, “İlk 6 dakika içinde 12 ambulansın olay yerine ulaştığı, olay yerinin hastanelere yakın olması nedeniyle birçok defa olay yerinden hastanelere yaralı sevk edildiği, 65 dakika içinde olay yerinde hiç yaralının kalmadığının belirtildiği, olay sonrasında emniyet mensuplarınca biber gazı kullanıldığı iddiaları hakkında ise gaz kullanımının bu konuda sertifikalı güvenlik görevlileri tarafından gerekli görüldüğü için yapıldığı, tüm bu hususların birlikte değerlendirilmesi neticesinde idarenin olay sonrasında emniyet tedbirleri ve sağlık hizmetleri yönünden hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır” dedi.

Karşı oy

Danıştay kararında bir üye de karşı oy kullandı. Karşı oy kullanan üye şunları belirtti:

“Dosyanın incelenmesinden; olayın davalı idarelerden yasal izin alınarak organize edilen, davalı idarelerin önceden bilgisinin olduğu ve toplantının gerçekleşmesi aşamalarında bizzat yer aldığı, tarihi ve saati belirli bir miting öncesi meydana geldiği anlaşıldığından, olayda davalı idarelerin hizmet kusuru kriterlerinin Danıştay içtihatlarında öngörülemeyen terör olaylarında belirlenen olay öncesi istihbari bilgi, belge olup olmadığı incelemesi dışında olaya özgü yapılması gerektiği, hizmet kusuru tespit edilemezse dahi olayın idarenin gözetiminde yasal bir miting öncesi meydana geldiği dikkate alınarak kusursuz sorumluluk hali içinde değerlendirilmesi gerektiği oyuyla Daire çoğunluk kararına katılmıyorum.”