Medya

Cumhuriyet yazarı: Arkadaşlarımıza Silivri zindanlarını ev yaptılar, biz de mahkemeyi hayat yaptık kendimize...

"Ahmet Şık'ın konuşmasını kaldıramayıp, susturdular; sadece salon değil yeryüzü duydu, kıpırdadı"

27 Aralık 2017 17:23

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, 25 Aralık'ta görülen duruşmada Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, muhabir Ahmet Şık ile muhasebe çalışanı Emre İper hakkında verilen "tutukluluk halinin devamı" kararına tepki gösterdi. Şık'ın duruşma salonundan zorla çıkarılmasını eleştiren Atay, "Arkadaşlarımıza Silivri zindanlarını ev yaptılar. Biz de mahkemeyi ev yaptık kendimize!.. “Kültür” yaptık. Hayat yaptık. Ve bu hayat işte öyle kuru kuru, yave yave bir statikle geçmiyor. Elbette dinamiği var ve hep olacak" dedi.

Tayfun Atay'ın, "Statik ve dinamik" başlığıyla (27 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Henri Saint-Simon’labirlikte sosyolojinin kurucu babalarından sayılan Auguste Comte nasıl toplumların hem bir statiği hem de dinamiği olduğunu söylemişse bizim mahkemenin de hem bir statiği hem de dinamiği var. 

Sonuçta mahkeme ortamı da bir toplumsallık üretiyor. İlkin turnikede karşımıza çıkan, sarı basın kartımız olmadığı için salona girişimize önce hayır diyen, bir müddet sonra geçiş yaptıran güvenlik görevlileri... Onlarla sürtüşme-didişme eksik olmasa da sohbet eder, hal-hatır sorar da olduk. 

Sonra salondaki muazzam avukat ordusuyla her yeni buluşmada (duruşmada yani!) tazelenen sohbet; o yazı şöyleydi, bu yazı böyleydi, vb. (En son azar da işittim, “Senin yüzünden dizi seyreder oldum” diye!) 

Ve tabii basından, parlamentodan, sanat-edebiyat dünyasından dostlarımız, arkadaşlarımız. Ayrıca dava günleri salon önünde olmayı mutat hale getirmiş okurlarımız. 

Elbette bunlara arkadaşlarımızı getiren- götüren jandarmaları, nihayet savcısıyla, başkanıyla, üyeleriyle mahkeme heyetini eklemek durumundayız. 

Bu artık bir toplumsal grup, çünkü sürekliliği var; bununla bağlantılı olarak kendine has bir “kültür”ü de oluştu!.. 

Ve bunun, tüm insan toplumsallıkları gibi bir statiği, bir de dinamiği var. 

Statik, adı üstünde düzen, durağanlık, kararlılık, tekrar ve değişmezlik durumlarına vurgu yapar. Dinamik de hareket, değişme ve haliyle çatışma, sorun demek… 

Her toplumda birbiriyle ilişkili, geçişli şekilde hem süreklilik ve değişmezlik arayışı, hem de hareket, değişme, çatışmanın kaçınılmazlığı var. Her toplumda bu ikisinden birine yakın, yatkın, yönelimli olup diğerine uzak, ürkek, soğuk olanlar var. Siyasi-ideolojik karşılığı da olur bunun: Sol-sağ, ilerici-muhafazakâr, devrimci-statükocu ayrımları da özünde bu “statik ve dinamik” ikiliğine yakınlık-uzaklıkla bağlantılı denilebilir. 

İşte bizim mahkemenin de bir statiği, bir de dinamiği var. 
Mahkeme heyeti statiği temsil ediyor; alıştık, kanıksadık ve en önemlisi bıktık: Bir türlü tamamlanamamış bilirkişi raporları, tamamlanamamış deliller, dinlenememiş tanıklar!.. 

Öyle ki artık mahkeme başkanı “Bismillah” der demez söze bunlarla giriyor ve dakika bir-gol bir, maçın bittiğini anlıyoruz: Tahliye yok, ileri tarihe erteleme kesin ve tek bilinmeyen, acaba bir ay mı, iki ay mı, yoksa daha fazla mı ileri atılacak duruşma, ondan ibaret… 

Elbette finali de savcı bey yapacaktır! Deliller toplanamadığından… Kuvvetli suç şüphesi ve delilleri karartma ihtimali bulunduğundan… Yakalamamüzekkeresinin dönmesi beklendiğinden… Tutukluluğun devamına ilişkin gerekçeler ortadan kalkmadığından… Dan den dan den… 

E, olmaz ki ama, hayatın statiği kadar dinamiği de var kardeşim!.. Kuruduk, bittik. Bir hareket, bir canlılık, bir dinamik lâzım!.. 

İşte her zaman olduğu gibi Ahmet, gayet “şık” şekilde imdada yetişti! 

Mahkemenin statiğini dağıttı attı. Ortama dinamizm saçtı. 

Başkanın açılış, savcının da kapanış cümlelerinin hepimizce malûm statiğini işaret eden girizgâhınardından Ahmet, ortada ne olup bittiğine dair “damardan” bir konuşmaya başladıysa da sadece birkaç dakika konuşabildi. Ama bu bile yetti, kendimize geldik, içimiz açıldı, canlandık: 

“Tamamen zalimliğe adanmış ve kötülüğü şiddetle besleyen bir dikta rejiminde doğal olarak, özgürlüğünün sınırlarını genişleten de sadece kötülük oluyor. Gücü elinde tutmanın kibri ve pervasızlığıyla hayata geçirilen sıradan ve organize bir kötülük... Bu karanlık iklimi yaratanlar, kendileriyle ve kötülükleriyle yüzleşmenin ağır sonuçlarını geciktirmek için de kendilerinden olmayanları, kendileri gibi olmayanları, suçlarını ifşa edenleri suçluyorlar.” 

Birkaç satır başı böyle olan konuşmayı kaldıramayıp susturdular ama olan da oldu. Sadece salon değil, Yeryüzü duydu, kıpırdadı, kıpırdandı, kıpırdandık. 

Ahmet “dinamik”ledi statiğe boğulmuş mahkeme ortamımızı!.. 
Elbette “statik” de tekrar hükmünü icra etme yolunda yapacağını yaptı, öğleden sonra biz salona hiç alınmadık. 

Ama kantinde oturup Mine’yle (Söğüt) muhabbetin de dibini bulduk! 

Yani şerden hayır çıkarmasını bildik. 

Yaşasın dinamik!.. 

Arkadaşlarımıza Silivri zindanlarını ev yaptılar. 

Biz de mahkemeyi ev yaptık kendimize!.. “Kültür” yaptık. Hayat yaptık. 

Ve bu hayat işte öyle kuru kuru, yave yave bir statikle geçmiyor. Elbette dinamiği var ve hep olacak. 

O yüzden iki buçuk ay sonra, 9 Mart’ta devam!..