Zaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, TCK'nın 299. maddesine göre Cumhurbaşkanı'nı "yalancılık"la suçlamanın 1 ila 4 yıl hapis cezası olduğunu hatırlatarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç arasındaki tezat açıklamaları örnek gösterdi.
Türkiye tarihinin en uzun süren ve Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında ilk defa toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK), cemaatlerle ilgili tavsiye kararı alınmasına ilişkin olarak "Erdoğan'ın bu tavsiye hazırlığının hükümete bildirildiğini açıkladığına" dikkat çeken Türköne, "Bülent Arınç, hükümet sözcüsü sıfatıyla MGK'da böyle bir gündemin yer almadığını hemen akabinde çok açık ifadelerle dile getirdiğine göre 'yalan' söylemiş olmalı" dedi.
Türköne'nin Zaman'da "Cumhurbaşkanı yalan söyler mi?" başlığıyla yayımlanan(25 Kasım 2014) yazısı şöyle:
Söylemez. Söylediğini düşünüyor ve bu düşüncenizi açıklıyorsanız Cumhurbaşkanı'na "yalancı" demiş olursunuz.
Bu ifade bir hakarettir. TCK, bu suç için 299. maddesinde 1-4 yıl hapis cezası öngörüyor. Şayet bu suç benim gibi köşe yazarları tarafından, yani basın yoluyla işlenirse ceza üçte bir oranında artırılıyor. Yargıtay Ceza Dairesi bu suçu, toplumu referans alarak yorumluyor. "Cumhurbaşkanı'na hakaret" diğer hakaret suçlarından farklı olarak "Onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun sahip olduğu duygu ve düşünceleri sarsıcı fiil veya sıfatlar isnad veya izafe edilmesi" olarak tarif ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "başı" olan ve tarafsızlık ve millî menfaatler konusunda şerefi üzerinde yemin etmiş bir cumhurbaşkanı hiç yalan söyler mi? Bu durumda "söyler" diyorsanız, bu iddianızı basın yoluyla dile getirirseniz üçte bir oranında artırılmış 1-4 sene arası hapis cezasına, yani 5 yıl 4 ayı hapiste geçirmeye razı olursunuz.
Geriye tek alternatif kalıyor: Cumhurbaşkanı yalan söylemeyeceğine göre, cumhurbaşkanının beyanı hilafına açıklama yapan kişi yalan söylemiş demektir. Cumhurbaşkanı, aradan bir ay geçtikten sonra MGK'da cemaatlerle ilgili tavsiye kararı alındığını, üstelik bu kararın hükümete bildirildiğini ve bu istikamette Bakanlar Kurulu kararı verildiğini söylüyor. Bülent Arınç, hükümet sözcüsü sıfatıyla MGK'da böyle bir gündemin yer almadığını hemen akabinde çok açık ifadelerle dile getirdiğine göre "yalan" söylemiş olmalı. Cumhurbaşkanı sadece MGK tavsiye kararından değil Bakanlar Kurulu kararından da bahsediyor. Bu durumda Cumhurbaşkanı'nın -Yargıtay kararında vurgulandığı üzere- "sosyal değeri" konusunda toplumda bir tereddüdün hasıl olmaması için Bülent Arınç'tan başlayarak Başbakan'ın ve MGK genel sekreterinin bir açıklama yapması gerekiyor. Soru açık ve net: Cemaatler konusunda MGK'da bir görüşme yapıldı mı, bir karar alındı mı? 10 saati aşan toplantıda Arınç'ın göz kapaklarına inen ağırlığa direnemediği bir anda bu işler konuşulmuşsa, hükümet eski beyanını tavzih eden bir açıklama yapmalı. Bakanlar Kurulu cemaatlerle ilgili benzer istikamette bir karar vermişse, yeni düşmanlarımız konusunda "saf ve cahil vatandaşlarımız" mutlaka bir hükümet bildirisi ile uyarılmalı. Cumhurbaşkanı da kendisini "hükümet sözcüsü" yerine koyarak "hilâf-ı hakikat" beyanlarda bulunan biri durumuna düşmekten kurtarılmalı.
MGK toplantısından önce Erdoğan'ın gündeme getirdiği "Kırmızı Kitap ve Cemaat" gündeminin bir psikolojik savaş taktiği olduğunu öne sürmüştüm. Bu iddiamı, Erdoğan'ın Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'ne yüklediği anlama bağlamıştım. Kendi gerekçesine göre, bu belge ile savcılara görev verecek, dost ülkeleri de ikaz edecekti. Halbuki bu belge gizliydi, diplomatik bir içeriği yoktu, ayrıca koskoca Danıştay'a bile 2004 yılında Başbakanlık Kırmızı Kitap'ı inceleme izni vermemişken, savcılar bu belgeye nasıl müracaat edecekti? Tahmin ettiğim gibi oldu. Havuz Medyası'nın hiçbir bilgiye dayanmayan "cemaatler kırmızı kitaba girdi" vaveylası, kısa zamanda balon gibi söndü. Bülent Arınç çıktı ve hükümet sözcüsü sıfatıyla, medyadaki bu propagandayı yalanladı. Elimizde gazetecilerle on bin metre yüksekte yapılan sohbette söylenen müphem sözlerden çok önce Bakanlar Kurulu adına yapılmış bu resmî açıklama duruyor. Cumhurbaşkanı elbette yalan söylemiş olamaz; ancak anayasal olarak bu konularda açıkça "yetkisiz" olduğuna göre hükümetin resmî beyanına itibar etmek zorundayız.
Mesele burada bitmiyor. Cumhurbaşkanı, Ekvator Ginesi'nde, liderler zirvesinde Afrika'daki Türk okullarının "gizli örgütler" olduğunu ve "ajanlık yaptıklarını" öne sürdü. Türkiye'nin güvenlik ve istihbarat birimleri ne güne duruyor? Cumhurbaşkanı'nı "yalancı" durumuna düşürmemek ve millî menfaatlerimizi yabancılardan korumak adına bu ajanlık ve örgüt bilgi ve belgelerini neden bir dosya haline getirmeyi ve dost Afrika liderlerini uyarmayı beceremiyorlar? Galiba onlar da "paralel".
Devlet "paralel", hükümet "paralel"; bu yüzden gerçekleri bizden saklıyorlar. Cumhurbaşkanı yalan söylemeyeceğine göre, başka ihtimal var mı?