12 Şubat 2017 15:33
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hukuk alanındaki başdanışmanlarından Prof. Dr. Hasan Nuri Yaşar, parlamenter sistem yerine 'partili cumhurbaşkanlığı' sistemini içeren anayasa değişikliği teklifine ilişkin olarak "Parlamenter sistem 1961 darbesiyle geldi. Ondan önceki dönem, bakanların tek tek milletvekilleri tarafından seçildiği Meclis hükümeti sistemidir. 1961 Anayasası bizi öyle bir darbe mekaniğine soktu ki artık içinden çıkamıyoruz. 6 darbe görmüş bir ülkenin hâlâ parlamenter sistemden bir şey beklemesi ancak bir kocakarı inancı olabilir" diye konuştu.
Hasan Nuri Yaşar'ın Habertürk gazetesinden Kübra Par'a verdiği söyleşi şöyle:
- Habertürk TV’deki yayınınızda “Geçen 1 yıla kadar parlamenter sistemi savunuyordum” dediniz. Son 1 yılda ne oldu da fikrinizi değiştirdiniz?
Akademik hayata, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Kürsüsü’nde asistan olarak başladım. Başkanlık tartışmaları bizim kürsüde hep yapılırdı. Ben de yakın zamana kadar parlamenter sistemin ıslah edilebilir, rasyonelleştirilebilir olduğunu düşünürdüm. Fakat, özellikle 17-25 Aralık’tan sonra yargı ile ilgili bölüm deşifre olunca, 2010 Ana-yasa değişikliğinin yargıda ortaya çıkardığı durum göz önüne serilince, birden paniğe kapıldım. “Bu nasıl ortaya çıktı?” diye düşündüm. Fark ettim ki parlamenter rejim çok cepli bir kargo pantolonu gibi. Her cebine biri bir şey koymuş. Küçük mayınlar, bıçaklar... Sürekli boşluklarından bir şeyler sızıyor. Bir terör örgütü olduğu anlaşılan bir cemaat, bu parlamenter rejim içinde partilerin küçüklüğünden ve koalisyonların yarattığı sıkıntılardan istifade ederek insanları etkileyebilmiş. Mesela Necmettin Erbakan Fethullah’tan hiç hoşlanmıyorken, Ecevit’i ona mecbur bırakan nedir? Ecevit yaşlanmış ve yıpranmıştı, koalisyon içinde ayakta kalmak istiyordu. O durumda Fethullah Gülen gibi bir isimle işbirliği yaptı, ona kefil oldu.
- Başkanlık sisteminde ne değişecek de bu tür suiistimaller olmayacak?
Parlamenter sistemde herkesin bir koruyucusu var. Bu, parlamentonun parçalı yapısının yol açtığı koalisyonlardan kaynaklanan bir sızma hareketi. Başka bir tür Güneş Motel olayı anlayacağınız...
- Herkesin bir koruyucusu olması, parlamenter sistemin çoğulcu demokrasiye açık olmasından kaynaklanmıyor mu?
Dünyadaki yönetim sistemleri, Anglosakson sistem üzerine kurulmuş. ABD’de başkanlık sistemi benimsenmiş. Fransa’ya yarı başkanlık olarak gelmiş. Sistemin özü, kuvvetler ayrılığı. Biz bunu 1961 Anayasası ile almışız. Yani bizim sistemimizde esas olan parlamenter sistem değil, Meclis’in kendisidir. 1876’dan beri Meclis’imiz var.
- Parlamenter sistemin başlangıcını neden 1961 olarak gösteriyorsunuz?
Parlamenter sistem 1961 darbesiyle geldi. Ondan önceki dönem, bakanların tek tek milletvekilleri tarafından seçildiği Meclis hükümeti sistemidir. 1960’ta darbe olunca “Anayasa Mahkemesi olsaydı darbe olmazdı” diyenler oldu. Bunun üzerine AYM kuruldu ve yeterince rasyonelleştirilmemiş bir parlamenter sisteme geçildi. Ayrıca askerler vesayetlerini güçlendirmek için kendilerine uygun cepler bulup oralara yerleştiler ve sistem işlememeye başladı. 9 Mart’ta sol bir grup darbe yapmak istedi, olmadı. 12 Mart’ta onlara karşı bir darbe yapıldı. Yani bakın, 1961 Anayasası bizi öyle bir darbe mekaniğine soktu ki artık içinden çıkamıyoruz. 6 darbe görmüş bir ülkenin hâlâ parlamenter sistemden bir şey beklemesi ancak bir kocakarı inancı olabilir.
- Başkanlık gelince ne değişecek de darbeler bitecek?
Koalisyonlarda ortak akıl oluşmuyor. Sorumlulukların belirsizleştiği, köşelerin yavaş yavaş koyulaştığı bir durum oluşuyor. Cumhurbaşkanlığı sisteminde sorumluluğun kimde olduğu gösterilmiş olacak. Milletvekillerinin oluşturduğu bir hükümette, milletvekillerinin yerini kaybetme korkusu var. 90’lı yıllarda olduğu gibi baskı altında kaldıklarında kamusal sorumlulukları zayıflıyor. 28 Şubat’ta gördük; Tansu Çiller’in elinden kocaman bir milletvekili grubu uçtu gitti, hükümet düştü. Yeni sistem ile vesayet odaklarının baskı altına aldığı milletvekillerinin hükümeti düşürmesi mümkün olmayacak.
- Türkiye’de şu anda 4 partili bir yapı var ve parlamenter sistemde her birinin en azından koalisyon ortağı olarak iktidara gelme ihtimali bulunuyor. Bu, seçmenlerini motive ediyor. Oysa başkanlık gelirse şu anki tabloya göre büyük ihtimalle AK Parti’nin, zayıf ihtimalle de CHP’nin başkan çıkaracağı, seçimi kaybeden partilerin sistem dışı kalacağı bir tablo ortaya çıkacak. Bu, kutuplaşmayı artırmaz mı?
Tek bir partinin çoğunluk olmadığı zamanlarda, koalisyonlar kapalı kapılar altında gerçekleşiyor. Bunun arkasından sürekli olarak iktidar ve muhalefet arasında köşe kapmaca oluyor. AK Parti döneminde bunun olmaması, geriye bakınca bir istisnadır. 7 Haziran’da da benzer bir durum oldu. Hep birlikte bir çıkmazda kalındığını gördük. Parlamenter sistemin değişmesi bunun için gerekli. Ayrıca yeni sistemde muhtemelen seçim barajı çok düşürülecek ve dar bölge seçim sistemine geçilecek. O durumda çok daha fazla sayıda parti Meclis’e girecek ve milletvekilleri aldıkları oy oranınca değerli olacak.
- Ama “Dar bölge sistemi küçük partileri yutar, 2 ya da 3 partili bir sistem oluşur” deniliyor.
Hayır, ülke barajı uygulanmazsa öyle bir şey söz konusu olamaz. Ben A bölgesinde kazanmış olurum, siz de C bölgesinde...
- Dar bölge sistemine MHP de karşı çıkıyor...
Bu, MHP ile ilgili bir mesele değil. Baraj olmazsa böyle bir sorun olmaz. Bu yorumlar, MHP’yi korkutmak için yapılıyor.
- “Dar bölge Güneydoğu’da sadece HDP’nin kazanmasına neden olur” yorumu da var.
İstanbul’un idari haritasına baktınız mı hiç? Ayazağa, kilometrelerce uzakta olmasına rağmen Şişli’nin bir parçasıydı. Bu sizin söylediğiniz mantıkla oluşturulmuştu. Ama siyasetin böyle küçük oyunlarla yürütülebilmesi mümkün değil. MHP şu anda da Güneydoğu’da çok az oy alıyor. AK Parti bile zor oy alıyor. Dar bölge ve 2 dereceli seçim olsa daha da iyi olur. İkinci tur gruplaşmalara ve yakınlaşmalara yol açar, uzlaşma yaratır.
- “Bu sistem Meclis’i zayıflatır” eleştirisine ne diyorsunuz?
ABD’deki sistemin adı gerçekte başkanlık sistemi değil, kongre hükümetidir. Yani Amerikalılar bunu kurgularken meclisi öne çıkarabilmek için adına kongre hükümeti demişler. Amerikalılar bu sistemi kurarken parlamentoları yoktu. Onun için ona ehemmiyet verdiler. Bizimse zaten bir Meclis’imiz var. Bu sistemde de Meclis’in önemi azalmayacak. Bunu bir türlü anlatamıyoruz. Susamış olduğumuz şey; güçlü, istikrarlı ve etkin bir yürütme. Dolayısıyla yürütmeyi öne çıkarıyoruz.
- “Yürütmeyi güçlendiriyoruz” diyorsunuz ama “Bir adama bu kadar çok yetki verir ve denetleme mekanizmalarını zayıf tutarsanız bu sistem otoriterliğe evrilir, hatta diktatörlüğe dönüşür” kaygısı dile getiriliyor...
İki sebepten dolayı bunun mümkün olmayacağını düşünüyorum. Birincisi, bizde darbeciler bile uzun süre iktidarda kalamadılar. 3 yıl sonra gitmek zorunda kaldılar. Türkiye’nin, kültürel kodlarının oluşturduğu, 150 yıllık tarihsel tecrübeyi de içeren bir algısı var. Bu algı, bir kimsenin ülkeye ebediyen tahakküm etmesine izin vermiyor. Diğer taraftan, Cumhurbaşkanı’na yönelik benzer tartışmalar parlamenter sistem içinde de yapıldı. “Sen diktatörsün” dediler. “Değilsen de olacaksın” dediler. Bu tartışma bitmek tükenmek bilmedi. Bir yanda Cumhuriyet mitingleri, diğer yanda partiye kapatma davası, tehdit, şantaj, her şey vardı... Sayın Cumhurbaşkanı’nın devlet adamı kişiliği, o koşullarda şekillendi. Olağanüstü koşullarda yaşadı, devletin işleyişinin sekteye uğratılmasının ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Bu “Otoriter” eleştirisi, dışarıya yansıyan sözünü sakınmaz kişiliğinden hareketle yapılıyor. Açık konuşmayı seviyor ve insanlar bundan sonuç çıkarıyor. Sistem üzerinde bir gücü olduğu kesin. O gücün farkında ve bunu hak ederek elde ettiği için de istismara yeltenmiyor. Cumhurbaşkanlığı sistemini bunun üzerinden tartışmamız doğru değil.
- Peki ya Erdoğan sonrası? “İleride bu yetkiler başka birinin eline geçtiğinde Türkiye için tehlike yaratır mı?” sorusunu AK Partililer de dillendiriyor...
Bu eleştiriyi dile getirenler, dünyanın bütün bilgisine vakıf gibi takılmayı bırakmalı. Sayın Cumhurbaşkanı’mız sistemi kendisi için değil, gelecek kuşaklar için istiyor. Nitekim muhalefet bile bu konuda kişisel bir eleştiri getiremiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, durumun farkında ve meselenin hakkını verecektir.
- Yeni sistemde Meclis Cumhurbaşkanı’nı nasıl denetleyecek?
Meclis ilk defa Cumhurbaşkanı’nı her türlü suçtan yargılama yetkisine sahip olacak. 3’te 2 çoğunlukla tamamlanan bir süreç var. Bence bu kararın referanduma gitmesi gerekiyordu. Halk onaylarsa Yüce Divan’a gitmeli ve beraat etse bile geri gelmemeliydi. Ama halk onaylamazsa Meclis seçimleri yenilenmeliydi.
- 3’te 2 oranı çok yüksek değil mi?
Bir siyasal rejimdeki erdem, zayıf noktanın üzerinde bir boksör gibi çalışmak değildir. Öyle olursa bu sistem işlemez. ABD’de başkanlık sistemine geçildiğinden beri yüce divan mekanizması kaç kere işletilmiş? Yalnızca bir defa... Demek ki gerekmemiş. Clinton’ı yargılayamadılar çünkü senatoda 3’te 2 kabul oyu gerekli. Yani bizdeki gibi. Peki ABD’de neredeyse hiç uygulanmıyor olması ve 3’te 2 aranması insanlarda derin bir endişe yaratmıyor da neden bizde yaratıyor?
Bizde 2 seçimin aynı anda yapılacak olması başkanın Meclis’i kontrol altında tutmasına neden olmaz mı?
Başkanın halk tarafından seçildiği sistemlerde, artık öncelik başkanın seçimidir. Meclis seçimi onu takip eder. Çünkü başkan halka taahhütte bulunmuştur. Onun için aynı anda olmasa bile yakın tarihli olması zorunludur. Ben 6 aylık arayla yapılmasını bir bilim adamı olarak uygun görüyordum. Hatta Meclis’in yarısının 30 ayda bir yenilenmesini de... Fakat şunu da düşünün. Başkan seçildikten sonra, Meclis’in ikinci yarısı seçilecek. Orada seçilen başkan güçlüyse o seçimleri etkiler. Önümüzdeki ilk seçim bir tecrübe de olacak.
- Meclis’in seçim kararı alabilmesi için 5’te 3 çoğunluk aranacak. Oysa başkan istediği her an seçim kararı alabilecek. Burada bir hakkaniyetsizlik yok mu?
Başkanı bölüp 5 parçaya ayıramayız ki! (Gülüyor) Olsa olsa Meclis’teki oranı salt çoğunluğa düşürebilirdik ama o da koalisyonlardaki sorunu karşımıza çıkarırdı. Az sayıdaki insanın sürekli yürütmeyi tehdit etmesine yol açardı. Amacımız, yürütmenin düşürülme tehdidi altında kalmadan kendi işine odaklanmasını sağlamak.
- Cumhurbaşkanı’nın yasaları veto yetkisi de tartışılıyor.
Veto ederse Meclis salt çoğunlukla yani 301 oyla tekrar geçirebilecek. Bu, ABD’ye göre çok düşük bir oran. Zaten dar bölge ve daraltılmış bölge gelirse Meclis’te farklı bir tablo oluşabilir. Başkanın partisi her zaman yüzde 50 oy alacak diye bir şey yok. Ayrıca mühim olan, kanunların Meclis’te uzlaşma sağlanarak çıkarılması. Bunun için komisyonları çalıştırmak lazım. Bakın, yeni sistemde milletvekilleri isterse temel hak ve özgürlüklerle ilgili inanılmaz güzel şeyler yapabilirler. Milletvekilleri ilk kez serbest bırakılmış olacaklar. Muhalefet, buna odaklanacağı yerde sürekli birilerinin kendilerine çelme takacağına inanıyor.
© Tüm hakları saklıdır.