Gündem

Cumartesi Anneleri, Taybet Ana için de "Hayır" dedi

"Yurttaşını öldürmekle değil, yaşatmakla sorumlu olduğu için hayır"

Çizim: Zehra Doğan

03 Nisan 2017 17:04

Cumartesi Annelerinin 627 haftadır adalet taleplerini haykırdığı Galatasaray Meydanı’nda 16 Nisan’da yapılacak olan anayasa referandumu için 'Hayır' görüşleri öne çıktı. 73 yaşında gözaltında kaybedilen Abdülkerim Yurtseven'in torunu Emrah Yurtseven, 19 Aralık 2015 tarihinde Silopi’de yaşananları hatırlatarak, "Silopi’de keskin nişancılar tarafından vurulan ve cenazesi 7 gün boyunca sokak ortasında kalan Taybet Ana için "Hayır" dedi.

Mikail Kırbayır: Yurttaşını öldürmekle değil, yaşatmakla sorumlu olduğu için

Berfo Ana’nın uğruna dünyaya gözü açık veda ettiği oğlu Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır, "Yurttaşını öldürmekle değil, yaşatmakla sorumlu olduklarını hatırlatmak için "Hayır" derken, yargıdan hakkındaki dosyanın yeniden açılması umudu doğan Hasan Ocak’ın ağabeyi Ali Ocak, "Adalet ve Hak arayışına vurulan kelepçeye hayır, Adaleti bir kişinin insafına bırakmaya hayır" diye konuştu.

1980 darbesinden sonra gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in kızkardeşi İkbal Eren de, "Bu sistemle sürekli bir OHAL’ı yaşayacağız. Bu da bizim ifade etmemizin önünü kesecek.  Belki AİHM yolu da kapanacak. Bu da bizim kendimizi ifade etmemizin önünü kesecek" dedi.

‘Hayır’ seslerinin yükseldiği Galatasaray Meydanı’ndan T24’e yapılan değerlendirmeler şöyle:

Mikail Kırbayır: (Berfo Ana’nın oğlu- Cemil Kırbayır’ın abisi) Yurttaşını öldürmekle değil yaşatmakla sorumlu olduklarını hatırlatmak için Hayır

Ali Ocak: (Hasan Ocak’ın abisi) Adalet ve Hak arayışına vurulan kelepçeye hayır, adaleti bir kişinin insafına bırakmaya hayır

Emrah Yurtseven: (Abdülkerim Yurtseven'in torunu. Abdülkerim Yurtseven gözaltında kaybedildiğinde 73 yaşındaydı) Sadece bir tane söyleyeceğim Silopi’de keskin nişancılar tarafından vurulan ve cenazesi 7 gün boyunca sokak ortasında kalan Taybet Ana için hayır.

İkbal Eren: (Hayrettin Eren’in kızkardeşi) Biz dokunulmazlık zırhı kaldırılsın derken bu referandum ile ömür boyu dokunulmazlık ile korunacaklar. Biz Meclis’ten, hükümetten, Adalet Bakanlığı’ndan, İçişleri Bakanlığı’ndan hak ve adalet talep ederken şimdi bu talebimiz bir kişinin dudağı arasında keyfi kararlarla karşılık bulacak. Hoş şimdiye kadar hangi talebimiz karşılık buldu o da ayrı bir mesele. Bu sistemle sürekli bir OHAL’ı yaşayacağız. Bu da bizim ifade etmemizin önünü kesecek. Belki AİHM yolu da kapanacak. Bu da bizim kendimizi ifade etmemizin önünü kesecek.

Cumartesi Anneleri ve İnsan Hakları Derneği ortak talepleri şöyle:

Zorla kaybetme suçu, Türk Ceza Kanunu‘nda insanlığa karşı suçlar başlığı altında düzenlenmeli, bu suçun yargılanmasında devlet sırrı ve zaman aşımı savunmasına yer verilmemesini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır.,

Kayıp yakınlarının "gerçeği bilme hakkı/hakikat hakkı" anayasal güvence altına alınmalı, kaybedilenlerin akıbetleri açıklanmalı ve kalıntıları ailelere teslim edilmelidir.

Gözaltında kaybetme suçunun faili olan devlet görevlileri üzerindeki cezasızlığa son verilmeli ve evrensel hukuka göre yargılanmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.

Başta AİHM’de hak ihlali kararıyla sonuçlanmış davalar olmak üzere, gözaltında kayıplara dair soruşturma dosyaları yeniden açılmalı; etkin, derinlemesine ve hızlı soruşturma yapılmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Toplu mezarlardan çıkartılmış kemikler üzerinde Adli Tıp Kurumu tarafından yapılan kimliklendirme çalışması makul süreler içerisinde sonuçlandırılmalıdır.

Toplu mezarlar ve ölüm kuyuları açılması ve incelenmesi sırasında, bugüne kadar uygulanan ve delillerin karartılmasına yol açan ilkel yöntemler terk edilmeli, BM Minnesota Protokolü çerçevesinde bilimsel esaslara uygun çalışma yapılmalıdır. Kalıntıların aileye teslimi sırasında insan onurunu inciten ( bez torbada kemik teslimi, kemiklerin postada kaybı Vb)

Devlet, kendi işlediği suçları kendi soruşturamaz gerçeğinden hareketle, gözaltında kaybedilenlerin akıbetini araştıracak özel yasayla yetkilendirilmiş, bağımsız bir araştırma komisyonu kurulmalıdır. Zorla kaybetmelere odaklanacak bu komisyon, yeterince kaynağa ve etkin bir araştırma için gerekli yetkiye sahip olmalıdır.

8 Ekim 2004 tarihinde dönemin Başbakanı Erdoğan'ın Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde Türkiye’nin en kısa sürede taraf olacağı taahhüdünde bulunduğu “Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) kuran Roma Statüsü imzalanmalıdır.

Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme  imzalanmalıdır.

Birleşmiş Milletler Savaş Suçları Ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair  Sözleşme (1970) imzalanmalıdır.

Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Avrupa  Sözleşmesi (1974) imzalanmalıdır.

Zorla kaybetme hala  savcılar tarafından insanlığa karşı işlenen suçlar ya da zorla kayıp etme gibi suçların tanımını içermeyen 765 sayılı eski TCK çerçevesinde değerlendiriliyor. Bu nedenle, Gözaltında kaybetme davalarında sanıkların yargılanmakta olduğu  kayıp etmeler, 765 sayılı TCK’ya göre bir suç çetesi tarafından işlenmiş basit cinayetler olarak ele  alınmaktadır.

Türkiye hükümeti, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin ağır insan hakları ihlalleriyle cezasızlığın ortadan kaldırılması için 2011 İlkelerini hayata  geçirmelidir.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nda belirtildiği gibi (madde 237/1), mahke mahkemeler, ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili davalara müdahil olarak katılmak isteyen  insan hakları örgütlerinin  talebini kabul etmelidir.

AİHS’e taraf ülkelerin, Sözleşme hükümleri bakımından, AİHM  kararları ile “saptanmış ihlale son vermek”, “ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak” ve “doğması muhtemel ihlalleri önlemek” görevleri vardır.

Cezasızlığı önlemek için  güvenlik güçlerinin işlediği suçlarda   faillere  karşı  koruma sağlayan tüm düzenlemeler ve uygulamaları yasaklanmalıdır.

Zamanaşımı kurallarının ve af yasalarının insanlık suçlarında uygulanmaması evrensel kuralı yasal güvence altına alınmalıdır.

Soruşturma ve yargı makamlarının failleri koruyan zihniyeti son bulmalı, mağduru koruyan zihniyetin egemen kılınması sağlanmalıdır. Etkin soruşturma yürütmeyen, soruşturmaları sürüncemede bırakan, hukuka aykırı kararlar veren yargı mensupları yaptırıma uğratılmalıdır.

Devleti toplum üzerinde bir baskı aracı olarak gören  zihniyet değişmeli; devlet eksenli değil, yurttaş eksenli , hak eksenli, adalet eksenli  yönetim analayışına geçilmelidir.

Güvenlik güçlerinin işlediği suçlarda gerçeğin  gizli tutulması, faillerinin cezasızlık zırhıyla korunması yalnız mağdurların sorunu değil, hukuk ve demokrasi sorunudur.Failleri koruyan, hukukun üstünde tutarak cezasız bırakan devlet politikası, ülkenin demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve barışa gidecek yolu üzerinde  barikat kuruyor.