Uluslararası hukukun gereği olarak devletler, bir gözaltında kaybetme olayı karşısında, kayıp vakasının tam olarak nasıl gerçekleştiğine ilişkin maddi gerçeği açığa çıkarmak, kaybın bulunduğu yeri tespit etmek, failleri yargılamak ve cezalandırmak amacıyla etkili soruşturma yürütmek zorundadır. Kayıp kişi bulununcaya, akıbeti açığa çıkartılıncaya kadar devletin soruşturma yükümlülüğü devam eder. Bu nedenle soruşturmayı yürüten yetkililer, zamanaşımı, af gibi uygulamaları devreye sokamaz.
Ancak Türkiye’de gözaltında kayıp dosyaları etkin soruşturma yürütülmeden adliyelerin tozlu raflarında zamanaşımına terk edilmektedir. Ardından verilen zamanaşımı sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar, fiilen cezasızlığa yol açmaktadır.Zamanaşımı kuralları, adeta adalete erişmeyi ve cezasızlıkla mücadeleyi engelleme aracı olarak kullanılmaktadır.
892.haftamızda bu duruma örnek olarak Hüsamettin Yaman ve Soner Gül dosyasını bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyor ve tüm topluma hatırlatıyoruz; bizim itirazımız yalnızca sevdiklerimizin bedensel kaybına değil, ülkemizde hukuk devletinin, adaletin ve vicdanın da kaybına dairdir.
22 yaşındaki Hüsamettin Yaman İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu öğrencisiydi. Paşabahçe’deki stajını yeni bitirmişti.21 yaşındaki Mehmet Soner Gül ise Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisiydi.
Hüsamettin Yaman 2 Mayıs 1992 cumartesi günü evden çıktı. 4 Mayıs pazartesi günü Ağabeyi Feyyaz Yaman’ı işyeri telefonundan arayan bir kişi "Hüsamettin, Soner Gül ile birlikte gözaltına alındı. Hayatlarından endişe ediyoruz. Bir an önce emniyete başvurun" dedi.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne başvuran Feyyaz Yaman dönemin Terörle Mücadele Şube Müdürü Reşat Altay ile görüştü. Reşat Altay "Biz yapsak, köprünün altına bırakırız, haber de veririz ama bizimle ilgisi yok" dedi.
Yaman ve Gül Aileleri, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve devletin ilgili tüm kurumlarına başvurdu. İnsan Hakları Derneği ve Uluslararası Af Örgütü girişimlerde bulundu. Ancak Hüsamettin ve Soner’in gözaltına alındığı kabul edilmedi. Başvurularını sürdüren Yaman Ailesi 2 yıl boyunca polis takibinde tutuldu.
19 Aralık 2011 tarihinde özel harekât polisi Ayhan Çarkın'ın infazlar ve kayıplarla ilgili itirafları basına yansıdı. Çarkın, yaptığı itirafların bir bölümünde Hüsamettin ve Soner için “ Kafalarına birer kurşun sıkmak suretiyle öldürdük. Çerkezköy kırsalına gömdük. Ölürken son sözleri ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ oldu.” dedi.
Bunun üzerine aile avukatları yeniden suç duyurusunda bulundu. Ayhan Çarkın'ın ifadelerine rağmen devlet, suçu etkin bir biçimde soruşturma ve faillere karşı dava açma yükümlülüğünü yerine getirmedi. Ankara - İstanbul arasında gidip gelen dosya zamanaşımına sürüklenerek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla kapatıldı.
Uluslararası hukuka göre, gözaltında kaybetme suçuna yönelik soruşturmaların sadece zamanaşımı nedeniyle kapatılması etkili soruşturma yükümlülüğünün ve yaşam hakkının ihlali demektir. Etkili hukuk yollarının fiilen işlemediği koşullarda tüm gözaltında kaybetme dosyalarındaki zamanaşımı kararları kaldırılmalıdır. Hüsamettin Yaman ve Soner Gül dosyası yeniden açılmalı, evrensel hukukun gereğine uygun hüküm kuruluncaya kadar dosya açık tutulmalıdır.
Kaç yıl geçerse geçsin Hüsamettin Yaman ve Soner Gül için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten, devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan, 193 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz.
|