01 Ağustos 2014 10:28
Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemdeki söylemleri nedeniyle yapılan eleştirilere yanıt veren HDP Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, "Gezi direnişine ben darbe demedim hiçbir zaman. Gezi bir darbe değildi, Gezi bir direnişti ve hükümeti devirebilirdi de. Onu da söyledim. Gezi vesilesiyle hükümet devrilebilir, bu son derece meşrudur ve doğrudur" dedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili de konuşan Demirtaş, "Evde fazla kalamadığım zaman birkaç saatliğine uğrayıp çıkmak zorunda kaldığım zaman çocuklarımın belli eleştirileri oluyor. Şimdi de sınıfta bütün öğrencilere ‘Anne babanıza söyleyin babama oy vermesinler’ diye karşı örgütleme yapıyormuş" dedi.
Demirtaş, Gezi sürecinde yaptığı “Gezi direnişiyle değil, bu halk hareketini askeri darbeye kadar götürebilir miyiz diyenlerle aramıza mesafe koyduk” açıklamaya ilişkin ise, "Bir partinin eş genel başkanı olarak mesajımın maniple edilmeyeceği bir formatta konuşmalıydım. Bu yönüyle geriye dönüp baktığımda evet, çarpıtmaya alan açtım ve çarpıttılar" ifadesini kullandı.
Evrensel'den Fatih Polat'a konuşan Demirtaş'ın açıklamalarından satırbaşları şöyle:
-Palu’dan göç edip Diyarbakır’a gelmiş muhafazakar ve yoksul bir ailede büyüdünüz. Babanız işçi, anneniz ev hanımı. 7 kardeşsiniz. En büyüğünüz sizden önce Kürt siyasetinde eş başkanlık yapan Nurettin ağabeyiniz. O işletme okudu. Sizden küçük kız kardeşiniz öğretmen, ondan küçük kız kardeşiniz avukat, erkek kardeşiniz tekstil mühendisi. En küçük iki kız kardeşlerinizden biri öğretmen diğeri tasarımcı. Siz de önce İzmir’de işletme sonra da Ankara Üniversitesinde hukuk okudunuz.Yoksul bir ailede 7 çocuğun 7’sinin de bu düzeyde okuyabilmesi nasıl mümkün olabildi? Anne ve babanızın özel bir hassasiyeti oldu mutlaka...
Olmaz mı, bütün yoksul ailelerde, emekçi ailelerinde aynı kaygı vardır. İmkanları içerisinde iyi bir eğitim vermek için bütün aileler anne babalar fedakarlık yapıyorlar. Bizim ailemizde de öyleydi. Annem örneğin dikiş dikerdi. Ev hanımıydı ama terzilik de yapardı aynı zamanda evin bütçesine ve çocukların okul masraflarına yetişebilmek için. Biz küçüklük yaşlarından sonra çalışmaya başladık. Ne iş olsa, ne iş bulsak yapmaya başladık. Amcamların, dayımların fırınında, babamın dükkanında çalıştık... Ayakkabı boyacılığı da yaptık, çekirdek de sattık. Tatlı da sattık, su da sattık. Diyarbakır koşullarında çocukların gençlerin yapabileceği ne iş varsa, biz de onlarla uğraştık. Aile bütçesine katkı sunmaya çalıştık. O zor kıt kanat zamanlar içerisinde üniversite okuyabildik. Öğrenciyken de çok para harcayan, aileye külfet olan bir şeyimiz olmadı. Hiçbir kardeşimin de böyle olmadı. Annemizin babamızın ne zorluklarla bize para gönderdiğini biliyorduk.
Babamın annemin çok desteği oldu. İkisi de okumamışlığın ne demek olduğunu biliyordu. İkisi de okul okuyamamışlar. Ve o ezikliği hep yaşamışlar. Onu bize yaşatmak istemediler herhalde. Her şeyi göze aldılar okuyabilmemiz için.
Çocukluğunuzda evde Kürtçe konuşuluyordu herhalde?
Kürtçenin Zazaca lehçesi konuşuluyordu. Annem babam daha çok onu kendi aralarında konuşuyorlardı. Ama ikisi de çat pat bildikleri Türkçeyi bize de öğretmişler.
Yani siz okula başlamadan önce kullandığınız dil Türkçe miydi?
Tükçeydi. Annemiz babamız Kürtlüğün o ağır yükünü de yaşatmamak adına kendi bakış açılarıyla bize iyilik yapma adına bize Türkçe öğretmişler. Bu devlet içerisinde başarılı olalım, iyi yerlere gelebilelim, eğitimde başarılı olalım, diye. Ben onları çok da suçlamıyorum. Çünkü 1980 darbesi olmuş. Bizler işte o sırada beş altı yaşındayız. Onlar çok politik olmayan bir aile ve köyden yeni göç etmişler. Muhafazakar bir aile. Devletin korkulacak bir şey olduğunu biliyorlar. Çünkü Şeyh Sait’in yakınları değiliz ama biliyoruz, o ailelere yakınız.
Çocukluğunuzda herhangi bir mesleğe ilişkin bir özleminiz olmuş muydu?
Evet yani ben iyi hatırlıyorum. İlkokul son veya ortaokul dönemleri olabilir. Astsubay bir komşumuz vardı ve çocuklarıyla arkadaştık. Onun babasına hep özenirdim. Ben de astsubay olmak istiyordum. Hatta astsubaylık sınavlarıyla ilgili araştırma yapıp form alma gibi girişimlerim de olmuştu. Ama sonra ailede 12 eylül döneminde cezaevinde de yatmış bir devrimci abimiz vardı. O dönem ben çok işin bilincinde değilim tabii astsubay olmak ne demektir falan. Benim için arkadaşımın babasının güzel bir mesleği var. Bende öyle olabilirim diye düşündüm. Şüphesiz haksızlık yapmak istemiyorum astsubaylara fakat benim geldiğim gelenek ve aile geçmişimiz itibariyle çok bana uygun, aileme uygun bir meslek değilmiş aslında. Devrimci abimiz beni vazgeçirmişti.
İlk gençlik yıllarınız Kürt siyasi hareketinin etkisinin hissedildiği yıllara denk geliyor. Siyasetle ilişkiniz nasıl başladı?
Vedat Aydın cinayeti benim jenerasyonumun çok etkilendiği bir olaydır. Politikaya ilgim ilk olarak bu cinayetle oldu. Ama asıl üniversite yıllarımda daha aktif öğrenci hareketlerinde bulunmaya başladım.
İnsan hakları mücadelesinde de yer aldınız. O dönemde siyasette bu düzeyde görev almak hiç aklınızdan geçiyor muydu?
Hayır yani ben samimiyetle söyleyeyim. Hiçbir zaman şu noktaya geleyim diye bir yaklaşımım olmadı. Hani İHD’nin yönetimine girerken kısa bir süreliğine insan hakları mücadelesine katkı sunmak istedim ve avukatlığa devam edecektim... Şimdi de ‘Cumhurbaşkanı adayı olmalısın’ dediler. Yani hep sürüklendim.
Türkiye’de sizi en çok etkileyen edebiyatçılar, romancılar kimler oldu?
Şüphesiz herhalde Yaşar Kemal demeden geçmemek lazım. Yaşar Kemal’in bu topraklara dair yazıp çizdikleri bizim açımızdan sadece okur olarak değil, siyasetçi olarak da çok büyük bir değerdir. Çünkü siyaseten anlatmayı başaramadığınız, çözmeyi başaramadığınız toplumsal sorunları o kadar görkemli bir şekilde anlatıyor ki! Şiirle ilgili de çok şairimiz var. Hem yaşayan hem de geçmişte şiirlerini bizlerle paylaşmış olan. Ama Özdemir Asaf benim açımdan çok etkilidir şiir itibariyle.
Kürtçede de Ehmedê Xanî, hem döneminin hem bugünün edebiyatçısıdır. Tarihe not düşmüştür ve Kürtler açısından gerçekten büyük bir kıymettir. Halihazırda da genç Kürt edebiyatçıları şairleri çok büyük üretimler yapıyorlar. Hiç birinin hakkını yemeyeyim. Hepsi büyük katkı sundu.
Birde cumhurbaşkanlığı meselesinde konu sanattan, sanatçıdan edebiyattan açılmışken, biliyorsunuz cumhurbaşkanı her yıl devlet sanatçısı ödülü veriyor. Bence bunun kaldırılması lazım. Bunu hak eden halk sanatçılarına halk sanatçısı ödülü verilmeli, devlet sanatçısı ödülü değil. Cumhurbaşkanlığının imkanları özellikle edebiyatçıların, sanatçıların desteklenmesi konusunda kullanılmalı. Onların projeleri desteklenmeli.
Siz seçilirseniz böyle bir şey olmayacak o zaman?
Evet ben seçilirsem devlet sanatçısı olmayacak. Devlet sanatçısı ve ödülü kalkacak. Onun yerine halk sanatçısı ve ödülü gelecek.
Peki dünya edebiyatında sizi en çok etkileyen romancı kim?
İlk okuduğum Gorki’nin Ana’sıdır. Hâlâ hepimizin aklındadır herhalde. Onu okumadan devrimci olunmuyor bir defa. Özellikle Rus klasiklerinin hepsini okumuşumdur herhalde.
Dostoyevski?
Buhranlı olduğunuz dönemlerde özellikle ilaç gibi geliyor.
Buradan bir siyasetçi olarak sizi en çok etkileyen kuramcılara geçsek...
Sol literatüre dair, sosyalist kavram tartışmalarına dair birçok yayınevinin kitaplarını okudum. Öğrencilik yıllarımda da okudum. Fakat bütün bunlardan arta kalan beni etkileyen, bana çok daha çarpıcı gelen Gramsci’dir. Yani pratikleştirme konusunda, pratikte geliştirme ve pratikte dönüştürme konusunda... Ali Şeriati de beni etkileyen bir başka isimdir. Özellikle dine yaklaşımı, dinler tarihi, inancın sınıf üzerindeki etkisini iyi irdelemiş, iyi tartışmıştır. Bu yönüyle beni etkilemiştir.
Ve tabii ki ideolojik olarak da beslendiğim, hem kendisinin pratik çözümleri hem teorik eleştirisi, özeleştirisiyle bize büyük bir güç kattığını düşündüğüm Sayın Öcalan. Bu konuda çok çalışması, çabası vardır. Çok değerlidir yazıp çizdikleri. Çünkü bütün bu sol sosyalist Marksist felsefeden çözüm arayışından yola çıkarak Ortadoğu Coğrafyasına, Anadolu’ya Kürdistan’a, Türkiye’ye modeller gösterme konusunda cesaret göstermiştir.
Eşinizle Başak hanımla nasıl tanıştınız?
O 12- 13 yaşında, ben de 14-15 yaşında falandım. Aynı mahallede, birbirine bitişik binalarda oturuyorduk. Oradan ilk çocukluğumuz tanışıklıkla geçti. Komşuyduk aile olarak iç içeydik. Annem annesiyle, babam babasıyla biz de çocuklar olarak hep iyi komşuluk ilişkileri geliştirdik. O zamandan beri tanışıyoruz. Sonradan bir birimize karşı duygusal olarak da bağlılığımız gelişti ve evliliğe vardı. 12 -13 yıldır evli olarak sürdürüyoruz ilişkimizi.
Peki çocuklarınız siyasetin içinde bu kadar aktif olmanızı nasıl karşılıyor?
Siyasette çok yoğun mesai harcayan arkadaşlarımızın çocukları siyasete tepkisellikle büyüdüler hep. Bunu gözlemledim. Çünkü babalarını ve annelerini elinden alan bir olgu gibi kaldı hep akıllarında. Hani ben çocuklarımda o gelişsin istemedim ve dikkat etme gayreti içerisinde oldum. Fakat zaman zaman gerilim yaşıyoruz. Evde fazla kalamadığım zaman birkaç saatliğine uğrayıp çıkmak zorunda kaldığım zaman belli eleştirileri oluyor. Hatta küçüğü bazen eve gittiğimde ‘Baba bu akşam biz de kalacak mısın?’ diyordu. Çünkü algılayamıyordu onlarda kalmadığımı herhalde düşünüyordu çok az eve gidebildiğim için. Şimdi de sınıfta bütün öğrencilere ‘Anne babanıza söyleyin babama oy vermesinler’ diye karşı örgütleme yapıyormuş.
1994’ten itibaren Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenciliğiniz başladı. Sizi en çok etkileyen hangi hocanız oldu?
Aslında kendisinden doğrudan ders almadım. Bitişik sınıfta hocalığımızı yapıyordu ben de bazı derslerine girdim. Resmi hocam olmasa da fiili hocamdır Mithat Sancar. Mithat Hoca o dönem insan hakları, kamu hukuku gibi derslere giriyordu. Düşünceleriyle tartışmalarıyla bizi etkileyen hocalardandı. Bir de ben ve amcamın oğlu aynı sınıftaydık. Sedat’la birlikte hukuk fakültesini okuduk. Mithat Hoca onu insan hakları dersinden iki yıl üst üste sınıfta bıraktı ve okulu uzattı. O yüzden Mithat Hoca’yı ben de unutmuyorum, oda unutmuyor.
Bağlama çalıyorsunuz, söylüyorsunuz. Müziğe merakınız ne zaman başladı? Ve sizi bu açıdan en çok kim etkiledi?
Lise yıllarında bir arkadaşımın bağlama çalmasına tanık olduktan sonra merakım oluştu. Çok hoşuma gitti ve ben de öğrenmeliyim dedim. O günden bu güne uğraşıyorum. Çok profesyonel bir eğitim alamadım. Ama kendi halimde biraz ilerletmeye çalıştım. Çok seviyorum bağlama çalmayı.
Bizim ilk gençlik yıllarında müzikle tanışıklığımız, Kürtçe müzikte Şivan Perwer’dir. Türkçe müzikte Grup Yorum, Grup Munzur... Daha sonraları Koma Berxwedan, Koma Amed, Koma Denge Azadi gibi grupların ortaya çıkmasıyla birlikte hepsinin müziğinden etkilendik. Tabii ki Alevi Bektaşi müziği de özellikle bağlamayı öne çıkaran o müzik tarzı da benim açımdan çok etkileyiciydi. Lise yıllarında Arif Sağ’ı çok dinlediğimi hatırlarım. Son dönemlerde Erdal Erzincan. Hem bağlamasıyla hem sözüyle hem duruşuyla.
Sosyal medya ile de ilgilisiniz. Twitter’da sempatik mesajlar veriyorsunuz. Bu röportajdan önce 3 adayın da twitter hesaplarına baktım. Erdoğan’ın 4 milyon 417 bin 722 takipçisi var. Kendisi 1 kişiyi bile takip etmiyor. Bilal’i bile takip etmiyor, o derece. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 267 bin 234 takipçisi var. Kendisi 15 kişiyi takip ediyor. Sizin 354 bin 365 takipçiniz var. 926 kişiyi takip ediyorsunuz. Herhalde bu bile dediğiniz gibi, halkın içinden çıkıp bir yerlere gitmediğinizin, hâlâ halkın içinde olduğunuzun bir göstergesi sayılabilir...
Takipçi sayısı itibariyle Başbakanın takipçilerinin bir kısmının hakiki takipçi olmadığını da görmek lazım. Fakat doğru, sosyal medyada Twitter’ı ben doğrudan kendim kullanıyorum. Daha çok politik bir olay olduğu anda, o esnada özellikle refleksleri ölçme açından takipçilerimin düşüncesini çok önemsiyorum. Çünkü her düşünceden kişi var benim takip ettiklerim arasında. Yani bir anda toplumun genelinin ağırlıklı düşüncesinin ne olduğunu yarım saat bir saat içerisinde öğrenme şansına sahip oluyorsunuz. Sıcağı sıcağına onu anlama fırsatınız oluyor. O açıdan çok değerli ve hakiki bir ortam. Tabii yönlendirme yapmak isteyen, provokasyon yapmak isteyen sahte bir sürü hesap da vardır. Tabii ki onlara da dikkat ediyorum.
Gezi sürecine dair de bir soru sormak istiyorum. 31 Temmuz 2013 günü Twitter’da “Gezi direnişiyle değil, bu halk hareketini askeri darbeye kadar götürebilir miyiz diyenlerle aramıza mesafe koyduk” diye yazdınız. Bu daha önceki bir açıklamanıza gösterilen bazı tepkilere dairdi. Cumhurbaşkanlığı tutum belgenizi açıklarken de Gezi’ye özel bir vurgu yaptınız. Kimileri bunu olumlu karşılarken, kimileri bunun Gezi sürecindeki duruşunuzla çelişkili olduğunu öne sürdü. Hiç, tartışma konusu olan açıklamanıza dair olarak, öyle değil de aslında cümleyi şöyle kursaydım daha doğru olurdu, dediğiniz oluyor mu?
Tabii, doğrudur. Çok daha net bir biçimde anlaşılacak şekilde ifade etmeliydim. Ben bir siyasetçiyim sonuçta. Bir partinin eş genel başkanı olarak mesajımın maniple edilmeyeceği bir formatta konuşmalıydım. Bu yönüyle geriye dönüp baktığımda evet, çarpıtmaya alan açtım ve çarpıttılar. Bu konuda benim böyle bir eksikliğim olabilir ama bu konuyu burada bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Gezi direnişinin 3. gününde Diyarbakır’da bir basın toplantısıyla Gezi direnişini neden desteklediğimizi açıkladım. Ve ‘BDP İstanbul İl Örgütü ile birlikte biz de yarın Taksim’de olacağız’ dedim. Bir gazeteci şunu sordu ‘Siz Taksim’de olacağız diyorsunuz ama İstanbul’da dün birileri bildiri dağıttı’. O birileri dediği de şu Türk Solu dedikleri yapının gençlik örgütleri falan olsa gerek. Ve bildiri de şu deniyor: ‘Apo Erdoğan görüşmesine karşı.’ Hem orduyu göreve davet eden, hem de ırkçı söylemler içeren bir bildiriyle herkesi Taksim’e davet ettiler. Siz de Taksim’e davet ediyorsunuz insanlar bu bir çelişki değil mi, dediler. “Biz Taksim’de olacağız ama o darbeci, ırkçı, faşist, çevrelerle yan yana durmayız. Benim arkadaşlarım yarın Taksim’de olacak ve göreceksiniz yan yana olmayacağız. Onlarla bizim aynı amaç için Taksim’e çıktığımız söylenemez. Dolayısıyla biz onlarla aramıza kesinlikle mesafe koyduk, bu güne kadar. Gezi direnişinde de meydana gelirlerse çıkarlarsa yine aramıza mesafe koyarız” dedim. Ve o cümlem cımbızlandı, “Biz Taksim’de darbecilerle yan yana olmayız” dendi. Defalarca izah etmeye çalışmama rağmen de bir türlü anlaşılmak istenmedi. Şimdi bunu özellikle çarpıtmak isteyen belli bir çevre var, onları bir kenara bırakalım. Ben ne söylersem söyleyeyim, meseleye buradan bakmak isteyen bir çevre var. Bir de “Gezi’den biz bir ders çıkardık, medya insanların dediğini çarpıtıyormuş” diyen bir çevre var, onlara da anlatamadım, o beni üzüyor. Gezi direnişine ben darbe demedim hiçbir zaman. Gezi bir darbe değildi, Gezi bir direnişti ve Hükümeti devirebilirdi de. Onu da söyledim. Gezi vesilesiyle Hükümet devrilebilir, bu son derece meşrudur ve doğrudur. Benim karşı olduğum bir askeri girişimle devrilmesidir. Efendim, böyle bir tehlike yokken siz niye böyle söylediniz, ama soruyu böyle sordu gazeteci. Mevzu budur.
Sadece Kürtlerin adayı değilsiniz. Ama sonuçta ilk kez kimliğine de sahip çıkan Kürt cumhurbaşkanı adayısınız ve Kürt meselesine mesafeli duran çevrelerden de size dair pozitif mesajlar geliyor. Yarattığınız bu etkiye dair olarak da sevgili dostum Ahmet Tulgar, “Demirtaş ve insansiyaset” diye bir yazı yazdı. Otoriter ve kaba siyaset ile zehirlenmiş topluma sizin üslubunuzun bir panzehir gibi geldiğini söyledi. Belki zor bir soru ama siz kendinize dönüp baktığınızda hangi özelliklerinizin bu algıyı oluşturduğunu düşünüyorsunuz?
Bu duyguyu çok iyi anlıyorum. Çünkü ben de bu duyguya hasretim. Kendini iyi hissetme ve ezilenlerin bir arada durarak sisteme meydan okumasının bana da moral verdiğini söylemem gerekir. Ben de bundan moral alıyorum. Ahmet Tulgar’a da bu güzel yazısından ötürü teşekkür etmek istiyorum.
Evet bir Kürt’üm. Kürt mücadelesinin içinden geldim ve halen de Kürt mücadelesinin bir parçasıyım. Fakat bu mücadeleyi Türkiye’deki bütün kimliklerle bir ortak mücadeleye dönüştürmek isteyen bir mücadeleyi de sürdürüyorum aynı zamanda. Bence hor görülen, inkar edilen ve bunun mücadelesini veren bir kimliğin; bugün çıkıp bütün ezilen halklar adına bunu ifade etmesi hakikilik katıyor. Kürt kimliği burada bir etnisiteden çok bir direniş sembolü olarak ifade edilebilir.
Bülent Arınç’ın kadınlara kahkaha ambargosu koyan açıklamasına karşı Maçka Parkı’nda kadınlarla bir araya geldiniz ve birlikte kahkaha attınız. Oradaki konuşmanızda, ‘Kadın özgürlük mücadelesinin görünürlüğünden güç alıyoruz’ dediniz. Kadınların sizin kampanyanızda etkin bir güç olduğunu biliyoruz. Biraz bunu da konuşalım.
Bizim geleneğimizde de, HDK içinde bulunan hareketlerin geleneğinde de kadın çizgisi çok güçlü. Bunun benim cumhurbaşkanlığı seçim sürecime yansıması son derece normaldir. Ve bunun üzerine benim kadınların taleplerini savunmamam ters olurdu. Kadın özgürlük mücadelesinden çok beslendim, o sadece kadını özgürleştirmeye, kurtarmaya yönelik bir mücadele değildir. Tanıdığım tanımadığım yüz binlerce kadın şimdi bu kampanya için çalışma yürütüyor. Standımızı açıyor, afişimizi yapıştırıyor.
Şöyle devam edersek, 3 aday var ve üçü de erkek. Ve sanıyorum kadın aday eksikliğini sizin kadar da dert edinen yok.
Evet hep dile getiriyorum ve bir erkeğin bunu dile getirmesi de pozitif bir durumdur. Ama yine de kadın özgürlük mücadelesini bir kadın temsil etmelidir. Burada kadının adaylığının olmadığı bir durumda üç erkekle kadının hakkının yenildiği ortadadır. Bunu ben hep ifade ediyorum.
Bu seçim sürecinde çeşitli işçi kesimleriyle de temas ettiniz. Örneğin Soma’ya gittiniz, yaşamını yitiren işçilerin ailelerine konuk oldunuz. Neler hissettiniz, size neler anlattılar?
Soma’nın ilk günlerindeki şaşkınlık, çaresizlik, giderek yerini bir bilince ve örgütlü tepkiye bırakmış. Şimdi işçi aileleri fotoğrafı daha net görüyorlar ve bizim bu kampanyada anlattıklarımızın da kendi dertlerini, onların çözümlerini ifade ettiğini çok iyi görüyorlar. O yüzden ziyaretimiz orada bir dostluk ve dayanışmayla karşılandı. Bu bizi de memnun etti. Bütün bu kampanya içinde anlattığımız kimlikleri birbirine yakınlaştırma, gerilimi ortadan kaldırma durumu, emek mücadelesine zemin sunmak içindir. Biz ayrı durdukça ne Kürt ana dil sorununu çözüyor, ne Ermeni soykırımı meselesi tartışılıyor, ne Alevi’nin sorunu tartışılıyor, ne kadın hakları, ne çevre hakları tartışılabiliyor. En çok da işçi, emekçi bundan zarar görüyor. Emek sömürüsü katmerleşiyor. Bu yakınlaşma emek mücadelesini büyütecek bir mücadeledir. Asıl budur bizim temel arayışımız.
TRT’nin size çok az yer vermesini eleştirdiniz ve TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin de, eğer bir daha eleştirirseniz canlı yayında keseceklerini söyledi. Hem bunu hem de genel olarak medyada yer alma biçiminizi, oranınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizi verme oranları çok düşük tabii. TRT 244 dakika beni vermiş. Genel Müdür de açıkladı, ama Tayyip Erdoğan’ı kaç dakika verdiklerini açıklamadı. Onu da ben açıklayayım. 7 bin 200 dakika. Medyanın beni çok vermeyişi bana dönük kişisel bir tavır değil. Biz sisteme meydan oluyoruz. Merkez medya bu sistemin bir parçasıdır, oradan besleniyor. Ama benim ezilenler adına, onların sesini duyurma hakkım var, bunu kısıtladıkları için onları kınıyorum.
Kampanyanızda sizi en çok etkileyen olay?
Dün Hakkari’deydim.
Çocuklar size bayram harçlıklarını verdiler...
Evet ve kesinlikle mizansen değildi. Onun bilinmesi lazım. Gerçekten çocuklar bir araya gelmiş, harçlıklarını toplamışlar. Bu kampanyanın ne demek olduğunu bence en iyi anlatan karelerden biriydi.
Son emniyet operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir güç savaşı olarak yürüdü ve öyle de devam ediyor Cemaat-AKP çatışması. Daha önce biliyorsunuz Ergenekon operasyonu yapıldığında da tutuklanan bazı Ergenekon sanıkları köy yakmalar, faili meçhul cinayetler ve işkencelerden sorumluydu, onları hiç sormadılar. Sadece Tayyip Erdoğan’a yapılan darbe girişimi soruldu. Şimdi yine işkence, haksız gözaltıyla bilinen isimlere bunlar sorulmuyor, sadece Erdoğan’ı dinleme soruları soruluyor. Buradan baktığınız da Tayyip Erdoğan’a dokunan yanıyor. Bize de ille iki taraftan birini tutma dayatması yapılıyor. Biz de diyoruz ki; suçlusunuz, Cemaat-AKP iş birliği içinde çok suç işlediniz. Ve bugün biz ne Cemaat polisleri tutuklanıyor diye sevinebiliriz, ne de onlar suç işlememiştir, serbest bırakın diyebiliriz. Bazı AKP’lilerin de o operasyonlara dahil edilip sorgulanması lazım, Başbakan da dahil olmak üzere. Savcının Başbakanı da çağırıp sorması lazım: “Kardeşim bu polisler görevdeyken KCK ile Ergenekon ile ilgili operasyon yaptılar. Haksız dinleme yaptılar. Suç oluşturan delil müdahaleleri yaptılar. Sahte deliller dosyaya sundular. Bizzat hakimlere baskı yaptılar. Sen bunların emrini verdin. Sen de suçlusun”. Diyemiyorlar, diyemezler. O nedenle biz iki suçlu arasında tercih yapmak zorunda değiliz ama soruşturmada yapılan adaletsizlikleri de görmezden gelmememiz lazım. Çünkü bu bizim için ilkesel bir durum. Bize yapıldı diye, onlara da yapılsın burunlarından gelsin diyemeyiz. Olacaksa adil bir yargılama olsun. Hukuksuzluk yapılmasın diyebiliriz.
Seçilirseniz önem vereceğiniz temel kriterler ne olacak?
Darbe anayasası kalkmalı, yeni anayasa yapılmalı. Milli Güvenlik Kurulu benim Cumhurbaşkanı olduğum dönemde, benim başkanlığımda toplanıp karar almaz. Milli Güvenlik Kurulunu çalıştırmam bir defa. Kalkana kadar da aktif kılmam. Çünkü benim bir darbe kurumuna başkanlık yapıp, oradan karar almam savunduğum ilkelere ve bana oy veren insanlara hakaret olur. YÖK’ün kaldırılması için uğraşırım, kesinlikle yeni anayasa da YÖK olmamalı. Diyanet İşleri Başkanlığı olmamalı. Din olmamalı demiyorum bunu hep çarpıtıyorlar. Tekçi, mezhepçi devlet dini olmamalı. KPSS kalkmalı mesela. Engellilerle, kadınlarla, gençlerle, çevreyle ilgili meclisler oluşturacağız. En acil olarak bunları yaparım. Roboskî ve Soma dosyalarının kapanmaması için, Hrant Dink ve Gezi katliamları davalarının kapanmaması için uğraşırım.
Son soru. Tutum belgenizi açıkladığınız toplantıda Murat Yetkin size şöyle sormuştu, “Eğer seçilirseniz ve Erdoğan da başbakanlık görevine devam ederse, aranızda nasıl bir ilişki olur?” Siz de ona ‘O zaman Allah onun yardımcısı olsun’ demiştiniz. Bunu biraz açar mısınız? Ona ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Benim derdim cumhurbaşkanı olayım da AKP’yi çalıştırmayayım, burnundan getireyim değil. İlkelerimiz var ve bu ilkelerimizi Hükümete dayatırız cumhurbaşkanı olduğumuzda. Bir defa çok kültürlü, çok inançlı bir ülkede başbakanlık yaptığını sürekli hatırlatırım ona. Parlamentonun çıkardığı yasalar eğer bu kriterlere uygun değilse kesinlikle veto eder, geri gönderirim. Kendisi bir defa parmak sallayabileceği, istediğini yaptırabileceği bir cumhurbaşkanı karşısında görmeyeceği için zorlanacaktır. Çünkü alışık olduğu bir durum değil. Yani farklı düşüncelere açık bir yapısı yok. Düşünün hiç haz etmediği biri onun da kararlarını denetleyen bir cumhurbaşkanı olmuş, ya buna alışacak. Buna alışması demek aslında bütün o kimliklere, inançlara alışması demektir, iyi bir şeydir.
Onu da geliştirir, diyorsunuz...
Geliştirir tabii. Alışamazsa da Allah ona yardımcı olsun. Çünkü boyun eğecek bir kişiliğim ve yapım da yok. Savunduğum ilkeler de bana güç veriyor. Arkamda böyle bir destekle de Çankaya’ya çıkarsam kimseye de boyun eğmem.
© Tüm hakları saklıdır.