12 Mart 2017 12:34
CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici yeni anayasa değişikliği teklifine ilişkin olarak "Bu Anayasa tek bir kişi yaratıyor. Ben onun adına ‘tek adam’ demiyorum, ‘bir tek kişi’ diyorum. Darbe Anayasası’nın Cumhurbaşkanı’na verdiği yetkiler yetmiyor, Başbakan’ın bütün yetkilerini veriyorlar. O da yetmiyor, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de başı oluyor. O da yetmiyor, yüksek yargı kurumlarının hemen hemen bütün üyelerini atama yetkisi veriliyor. Yani tek bir kişi devletin başı, hükümetin başı, partinin başı ve ordunun başı oluyor. Geriye soğan başı bile kalmıyor. Bu kadar yükü dünyada taşıyabilecek kimse yoktur. Taşıyamaz altında kalır. Buna Sayın Cumhurbaşkanı’mız da dahil" diye konuştu.
İlhan Kesici'nin Habertürk'ten Kübra Par'a verdiği söyleşi şöyle:
- AK Parti “Parlamenter sistem çok kriz üretti. Çift başlılık var. Gelin, yürütmenin daha güçlü olduğu başkanlık sistemine geçelim” diyor. Bunca yıllık siyaset tecrübesine sahip biri olarak bu teklife ne diyorsunuz?
Parlamenter sistemi sıkıntıya sokan 4 sorun var. Cumhurbaşkanı'nın yetkilerinin çok fazla olması, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu ve Meclis komisyonlarının aktif çalışmaması. Türkiye, bu 4 meseleyi “Bir düzene koyalım” demiş olsaydı, 3 ay içerisinde 20 kişilik bir kurul bile bu işleri çok medeni bir hale getirip yumuşatabilirdi. Biz maalesef bu yöntemi seçmek yerine daha çok gerginleştiriyoruz. Esasında Türk siyasetini Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu boğuyor. Bütün milletvekillerinin canı genel başkanlarının iki dudağının arasında. Bu parlamentoyu, ‘parlamenterler parlamentosu’ olmaktan çıkarıp ‘partiler parlamentosu’ yapıyor.
- Madem “Parlamenter sistemin 4 büyük sorunu var” diyorsunuz, başkanlık sistemine neden karşı çıkıyorsunuz?
Bu Anayasa tek bir kişi yaratıyor. Ben onun adına ‘tek adam’ demiyorum, ‘bir tek kişi’ diyorum. Darbe Anayasası’nın Cumhurbaşkanı’na verdiği yetkiler yetmiyor, Başbakan’ın bütün yetkilerini veriyorlar. O da yetmiyor, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de başı oluyor. O da yetmiyor, yüksek yargı kurumlarının hemen hemen bütün üyelerini atama yetkisi veriliyor. Yani tek bir kişi devletin başı, hükümetin başı, partinin başı ve ordunun başı oluyor. Geriye soğan başı bile kalmıyor. Bu kadar yükü dünyada taşıyabilecek kimse yoktur. Taşıyamaz altında kalır. Buna Sayın Cumhurbaşkanı’mız da dahil. Koskoca devlet bir kişiye emanet edilir mi? Adam aklına eseni yapabilecek. Rahmetli Turgut Özal 1990-91 yıllarında orduyu harekât için Kuzey Irak’a sokuyordu değil mi? Kudretli bir cumhurbaşkanı ve partisinin kurucusuydu. Ama o zaman Yıldırım Akbulut Bey itiraz etti, Türkiye büyük bir maceradan döndü. 1 Mart Tezkeresi’nde de Türkiye’nin Irak Savaşı’na girmesini parlamento engellemişti. Tezkere geldiği an mesele kamuoyuna intikal ediyor. İyi mi olur, kötü mü olur tartışılıyor. Oysa yeni sistemde Cumhurbaşkanı “Orduyu Suriye’ye sokayım” diye niyetlense, kimseye sormadan tek gecede Türkiye’yi savaşa sokabilir. Bir diğer vahim şey ise OHAL. Son dönemde kanun hükmündeki kararnamelerle OHAL süresini aşan düzenlemeler yapıldı. CHP, Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etti. Anayasa Mahkemesi “ OHAL kapsamında alınmış KHK’lara bakmıyorum” dedi. Bu şu demek. Yeni Anayasaya göre Cumhurbaşkanı OHAL ilan etti. OHAL kapsamında olsun olmasın, OHAL bittikten sonra da yürürlüğünün devamı garanti altına alınmış olan bir hukuku düzenleme yetkisine sahip olabilir.
- Ama yeni bir modelde OHAL sırasında çıkarılan bütün kararnameler 3 ay içerisinde Meclis’ten geçmek zorunda, ayrıca “OHAL kararnamelerine yargı yolunu açtık” diyorlar.
Hayır, müracaat edeceğiniz tek merci olan Anayasa Mahkemesi “Ben karışmıyorum, çünkü bu kararlar OHAL’de alındı” dedi. Bu çok vahim. Bununla Sayın Cumhurbaşkanı bir gecede “Bütün bakanlıkları kaldırdım, yerine ‘sadece benim dediklerimi yapan bir bakanlık’ kurdum” diyebilir. Abartı gelebilir ama değil. Bunun altında hem Türkiye kalır, hem bunu uygulayacak Cumhurbaşkanı kalır. 80 milyonun kaderi tek bir kişiye teslim edilebilir mi? Demokrasi, aynı zamanda iktidarların kansız, sıkıntısız el değiştirmesi demektir. Benzetmek gibi olmasın ama bu kadar yetkinin verildiği ülkeler var etrafımızda. Sonları ne oldu? Gücün tek bir elde yoğunlaştırılması tarihin akışına ters. Teklik sadece Cenab-ı Allah’a mahsustur...
- Ama hükümet fren denge mekanizmaları olduğunu söylüyor. Örneğin Cumhurbaşkanı işlediği her türlü suçtan dolayı Yüce Divan’a sevk edilebilecek.
Yüce Divan’a gitmesi için 400 milletvekilinin oyu lazım. Bunun yanında Cumhurbaşkanı’na parlamentoyu fesih yetkisi veriliyor. Cumhurbaşkanı daha önerge aşamasındayken “Ben bunları feshedeyim ve seçimi yenileyeyim” diyebilir.
- Ama Cumhurbaşkanı Meclis’i feshederse kendi seçimlerini de yenilemek zorunda ve o zaman dönem kaybediyor. Bir daha seçilmeme ihtimali var...
Öyle değil. Orada bir hile var, dönemi kaybetmiyor. İkinci döneminde Meclis seçim kararı alırsa bir dönem daha seçilebiliyor.
- CHP referandum kampanyasında neden parti bayraklarını kullanmıyor. Korkuyor musunuz?
Sayın Genel Başkan’ın yüksek inisiyatifi ile hiçbir sembol kullanmıyoruz, çünkü bu partici bir durum değil. “Evetçi”, “Hayırcı” diye kutuplaştırmak Türkiye’ye yaramaz. Daha yumuşak götürmek lazım. ‘Tek bir “Hayır” pek çok hayra vesile olacak. “Hayır” çıksa da Cumhurbaşkanı ve hükümet yerinde kalacak. Herhangi bir sürpriz ya da endişe edecek bir durum yok.
- Ama Devlet Bahçeli “Hayır çıkarsa büyük bir belirsizlik ve kargaşa olur” diyor...
Asıl “Evet” çok belirsiz. Halbuki “Hayır” çıkarsa sürpriz yok. Türkiye aynı. Hatta Sayın Cumhurbaşkanı “Türk halkı bize ilk defa ‘Dur’ dedi. Acaba ne kabahatimiz vardı?’’ diye düşünecek. AK Parti’nin nerede hata yaptığını düşünmesi hayra vesile olacak. Halk “Hayır” dediği zaman, hükümete ince bir uyarı vermiş olacak.
“TBMM’nin en önemli görevlerinden birisi de vatandaşla devlet arasında köprü olmak. Bizi bazen günde 1000 kişi ziyaret ediyor, derdini anlatıyor. Parlamenterler de devlete intikal ettiriyor. Yeni sistemde böyle bir şey katiyen söz konusu değil. Çünkü ne milletvekillerinin, ne bakanların halkla alışverişleri yok. Tek bir kişi, canının istediğini bakan atayabilecek. Nasıl bir birikime ve tahsile sahip olduğunu bilmediğimiz bir adamı atayabilecek oraya.”
- Ya Varlık Fonu? “Türkiye’yi rahatlatır, yabancı sermayeyi çeker” diyor hükümet...
O kadar daraldılar ki dışarıdan borçlanma yapamıyorlar. Varlık Fonu’nu getirme sebepleri bu. Dünyada Varlık Fonu’na sahip 82 ülke var. Bunlardan 43’ü doğalgaz ve petrole dayalı. Bizim Varlık Fonu şu an meteliksizdir. Bunu kurmalarının amacı iktisadi olmaktan ziyade parayı harcamakta kolaylık olsun diyedir. Hazine’deki parayı, Sayıştay denetimine, kayda tabi olmadan gelişigüzel harcamak için kuruyorlar bu fonu. Bu ekonominin derdine deva olmaz.
Şu an Türkiye, dünya ülkeleri içerisinde ekonomisi tehlike arz eden 3 ülke arasında. Bu ülkeler Türkiye, Brezilya ve Güney Afrika’dır. Eğer dış sermaye girişi azalırsa en olumsuz etkilenecek ülkeler sıralamasında Türkiye açık ara 1. sıradadır. Cumhurbaşkanı bütün dünyayla dövüşüyor. Amerika, IMF, Avrupa... Halbuki biz dış sermayeyi buralardan buluyoruz. Körfez sermayesi Türkiye’nin dişinin kovuğudur. Türkiye’nin 2017 yılı içinde dövize olan ihtiyacı 200 milyar dolardır.
Batı dünyasıyla iyi geçiniyorsanız, ekonominin, siyasetin belli bir istikrarı varsa bu bulunabilir bir rakamdır. Ama eğer sizi inanılır bulmayıp, öngörülebilir hissetmezlerse yabancı yatırımcı kaçar. Döviz kıtlığı olur. Cumhurbaşkanı tedavi olarak önce ‘‘Yastık altlarındaki dövizleri bozdurun’’ dedi. Sonra da “Avrupa’daki vatandaşlarımız, düğünlerini Türkiye’de yapsın, dövizleri bize getirsin’’ dedi. Gayri ciddi bir yaklaşım bu... Adamlar kaçar tabii! Her kıştan sonra bahar gelmez, bazen kıştan sonra umulmadık şekilde kara kış gelir...
- Yıllarca Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışmış biri olarak Türkiye ekonomisinin gidişatını nasıl görüyorsunuz?
Ekonominin gidişatı endişe veriyor. 14 yıl tek başına iktidar olmasına rağmen AK Parti’nin ekonomide ulaştığı nokta kendinden önceki dönemlere göre zayıf. 2002- 2007 arasında artış var ama 2007’den sonrası çok zayıf. 1946’dan 2002 yılına kadarki 57 yıllık zaman dilimindeki büyüme hızı yüzde 5.1. Ki bunun içinde 2. Dünya Savaşı’nın artçı etkileri, 1960 İhtilali, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, 1980 darbesi gibi etkenler de var. AK Parti döneminde ise büyüme 4.6, yani Türkiye’nin son 57-60 yıllık ortalamasından bile daha düşük. AK Parti’nin 2002-2007 arasındaki büyüme hızı ortalama yüzde 7’nin üstünde. 2007’den 2016 sonuna kadar, yani Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın ve belediyelerin çoğunluğunun aynı partide olduğu bütünüyle AK Parti dönemindeki büyüme hızı yüzde 3.3. Yani çok düşük. Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu 3 yılın ortalaması 3.1!
- Ama büyük projelerin, yolların, köprülerin yapıldığı ve insanların hayatına dokunan gelişmelerin olduğu bir dönem AK Parti dönemi. Seçmen memnuniyetsiz gözükmüyor.
Bundan sonra görülmeye başlanacak. Elbette ekonomi yüzde 7 büyüyünce kişi başına düşen gelir de büyümüş olur. Bu AK Parti’nin hâlâ satıyor olduğu rakamdır. Asıl sıkıntı 2007 itibarıyla hep düşüşe geçmiş olması.
- AK Parti “Başkanlık sistemi gelirse istikrar gelecek, istikrar gelirse de ekonomi tekrar toparlayacak” diyor.
Bu bir mazeret. “Yollar, köprüler falan yaptık” diyorlar. Türkiye bugünkü imkânlarının 10’da birinde bile değilken, Demirel başbakanlığının 6. senesinde 1. köprüyü yaptı. Turgut Özal 1983’te Başbakan oldu, 4 yıl içinde 2. köprüyü yaptı. AK Parti 3. köprüyü devlet imkânıyla değil, başkalarının parasıyla 14. senesinde yaptı. Bu hükümet kendisinden evvelki hükümetlerin yaptıklarını, 70 milyar dolara sattı. Özelleştirme dediği şey budur. AK Partili seçmenimizin düşünmesini istiyorum, bu satılanların yerine hangi varlıklar konuldu?
“Türk örfünde 3 şeye ayağa kalkılır; Türk bayrağı göndere çekildiğinde, cenazede ve Cumhurbaşkanı’nı gördüğümüzde. Türk bayrağı milletimizi, cenaze dinimizi, Cumhurbaşkanı devletimizi temsil eder. Ama ben başka partidensem, aynı zamanda AK Parti Genel Başkanı veya CHP Genel Başkanı olan bir Cumhurbaşkanı’nı görünce ayağa kalkmayı doğru görmem. Bu durumda tek bir makam, tek bir koltuk bile tarafsız olmuyor. Devletin başı partili olmaya başladığı zaman altındakiler de devletin memuru olmaktan çıkıp, partinin memuru olmuş oluyorlar. Yani siyaset, devleti esir almış oluyor. Bu çok vahim bir durum.”
© Tüm hakları saklıdır.