Sezgin Tanrıkulu*
Sevgili ‘İçeridekiler’,
Üzerinden tam beş yıl geçmiş…
28 Aralık 2011 gecesi, Roboski’de 34 kişiyi katleden bombaların yağdığı zamandı. Ertesi sabah, Şırnak’ın Uludere ilçesinin daracık, kıvrımlı dağ yollarından köye doğru yola düşmüştüm; sadece birkaç gün sonra, Türkiye, Roboski çok büyük bir karanlıkla girdi yeni yıla. Pek çok kişi, kendi ülkelerinin bir parçasında yaşanan bu trajedinin farkında bile değildi... Gene de o günlerde Roboski gibi bir dehşet, gündeme konu olabiliyordu; tartışabiliyorduk...
Meğer, Roboski katliamı zamanlarımız, “iyi zamanlarımız” imiş...
Düşünün, o zamanlar, böyle bir katliamın yaşandığı zaman, “iyi zamanlar” imiş diyorum.
O zamanlar, olayın neden, nasıllarının, faillerinin kimliğinin, “Ankara’nın karanlık koridorlarında kaybedilmeyeceği” sözleri bile veriliyordu...
Her ne kadar tutulmayacak sözler olsalar da...
Şimdi sözlerin verilmesi bir yana; ağızlardan çıkanı kulaklar bile duymuyor. Daha bu yazı kaleme alınırken bu ülkenin Başbakan Yardımcısı, gazetecilere, “Medyadaki bazı arkadaşlar ayağını denk alsın!” deyiverdi.
“Ayağını denk almak...”
Mafyanın konuşma tarzıdır bu...
Ve, bunu bu ülkenin en üst politikacılarından biri söyledi...
Roboski’den bugüne, tam beş yıl...
Ve karanlık hep büyüdü...
Önce, “bölgenin” üzerinde...
2015 Haziran’ındaki seçimler ertesi tırmanan şiddetle de karanlığın gölgesi daha bir hızla yayılmaya başladı hepimizin üzerine... Şırnak’ın, Cizre’nin, Diyarbakır Sur’un yıkılmasından, sevgili dostumuz Tahir Elçi’nin kendisinin üzerine gittiği faili meçhuller gibi bir cinayetin kurbanı olmasına, Suruç’tan Ankara, yakınlarda Beşiktaş Stadyumu önünden Kayseri saldırılarına, 15 Temmuz’a kadar, o kadar çok, o kadar çok kapkara olaylar yaşadık ki...
O kadar çok kan döküldü ki...
Saymakla, anmakla bitmiyor; öyle çok can yitti ki...
Öyle değerli canlar gitti ki...
2016’yı geride bıraktığımız şu günlerde, yüzlerce gazeteci, akademisyen, yazar cezaevinde... Ve milletvekilleri, politikacılar...
Gösterilen sebep nedir; “ülkeyi daha güvenli kılmak...”
Olan nedir; ülkenin giderek daha güvenliksiz bir yer haline dönüşmesi...
Tutuklananların, “suçları” nedir; yazmak, düşünmek, ifade etmek... Politikaya uzaktan yakından değmiş olmak...
Siz, “düşünenler” tutuklanırken, hiç düşünmeden şiddete bulaşanlar dışarıda ve en özgür onlar...
Sizler...
Romanlarını, yazılarını, çalışmalarını, araştırmalarını tüm Türkiye’den farklı kesimlerin okuduğu insanlar...
Sizler...
Yaşamları boyu, şiddetten uzak durmuş; tersine şiddeti hep engellemeye, dışlamaya çalışmış insanlar..
Günlerdir, aylardır sevdiklerinizden, yakınlarınızdan, evlerinizden barklarınızdan ayrısınız... Ve hatta, kimilerinizin mal mülklerine bile el kondu. Kimileriniz ciddi sağlık sorunları yaşıyor. Çoğunuzun neyle suçlandığı bile belli değil...
12 Eylül yargısı, sıkıyönetim yargısı, DGM’lerin, özel yetkili mahkemelerin yargısı... Hiçbiri hukuku, adaleti bu kadar yok saymamıştı. Bu kadar keyfi davranan bir yargı, hiç bu kadar söz konusu olmamıştı.
Yıllardır sık sık cezaevi ziyaretleri yaptığım için, “içerinin” halini, zorluklarını, zahmetlerini iyi biliyorum. Ama şimdi, “içerisi”, “dışarısı” inanın birleşti...
Dışarıda da özgürlüğün kısıtlanması, baskı, iletişimin kesilmesi, ayrı düşmeler, araya giren mesafeler, kaygı, korku; tüm bunlardan kurtulabilmek için de sonsuz bir sabırla bekleyiş var. Ve dahası, “dışarıda”, herkesin yaşadığı bombalama, saldırı, şiddet korkusu var. Sokaklar insansızlaştı; caddelerdeki kalabalıklar, saldırı korkusu ile eridi... Tenhalarda ise taciz, tecavüz, pusu, şiddet korkusu sindi her köşeye.
Elbette böyle kalmayacak bu haller... Bu karanlıktan bir demokrasi çıkacak; bugünler geride kalacak.
İçimizde izi kalacak; bugünlerin anısı, bizleri boğmaya çalışan karanlığının hep izi kalacak...
Ama, bugünler illa ki geride kalacak... İlla ki, bu karanlıktan bir güzel aydınlık çıkacak...
Bu yazı Cumhuriyet'ten alınmıştır