05 Aralık 2016 15:01
CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı, AKP ile MHP'nin anlaştığı anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak "İlk hedef, Meclis'te 330’un bulunmamasının sağlanması. Onun için de kendi çalışmalarımız dışında, başka partilerden vicdanlı milletvekilleriyle herhalde bol bol bu konuları konuşacağız" dedi. Konu hakkında "Metin kamuoyuna açılmadığı sürece bizim somut bir şey söylememiz mümkün değil" diyen CHP'li milletvekili Salıcı, "Biz AKP’nin Türkiye’yi bir rejim değişikliğine, diktatörlüğe, bir tek adam sultasına götürme niyeti taşıdığını görüyoruz. Bunun için özel olarak belli bir tarihi beklemek gerekmiyor. CHP’liler şu anda zaten sokakta, bulundukları yerlerde bunun çalışmasını yürütüyorlar" dedi.
Oğuz Kaan Salıcı'nın Evrensel gazetesinden Serpil İlgün'e verdiği söyleşi şöyle:
AKP ve MHP’nin Anayasa değişikliği konusundaki uzlaşısıyla başlayalım. MHP’nin başkanın partiyle ilişkisi, denetimi gibi başlıklardaki itirazlarının giderildiği söyleniyor. Varılan uzlaşının temel kodları ne olabilir?
Başkanlık, AKP’nin daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi şahsıyla ilgili çok uzun zamandır istediği, uğruna mücadele ettiği bir konu. Yani mesele Türkiye’nin gidişatı, vatandaşın çıkarları, parlamenter sistemin eksikleri filan değil, bir kişinin hırslarıyla alakalı.
Ülkede bunca sorun varken, Erdoğan başkanlık sistemini neden bu kadar ısrarla ve aciliyetle istiyor?
Çünkü başkanlığı getirebilecek optimum bir takvim yakalamaya çalışıyor. 15 Temmuz’da bunun için bir fırsat doğduğunu düşünüyor. Bir diğer nokta, ekonomi sürekli kötüye doğru gidiyor. Ekonomi verileri en kötü noktaya gelmeden, aynı zamanda 15 Temmuz sonrasında kendi tabanına pompaladığı büyünün de bozulmadığı bir zamanı yakalamaya çalışıyor. Ama öyle bir zaman yok. Öyle bir parlamento da yok.
Parlamento yok derken, açar mısınız?
Şöyle düşünün, normalde güçler ayrılığı prensibinin gereği olarak, bir ülkede yasama, yürütme ve yargının ayrı ayrı olması gerekir. Örneğin cumhurbaşkanının partiyle ilişkisi meselesi... Denildiği gibi eğer milletvekilliği seçimiyle başkanlık seçimi aynı gün yapılırsa ve başkan partisiyle arasında bağı ortadan kaldırmak zorunda değilse, seçimi kazanan başkan ve onun partisi çoğunluk sağlamış olur parlamentoda. Başkan dediğimiz kişi zaten milletvekillerinin kim olduğunu belirleyen kişi çünkü. Böylece yasama ile yürütme birleşti mi, birleşti. Aynı başkana Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısını, HSYK üyelerinin yarısını atama yetkisini veriyorsunuz, “geri kalan yarısını da parlamento atar” diyorsunuz. E parlamentoda zaten çoğunluğu varsa, HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesinin tamamı o partinin kontrolüne geçiyor. Bu yasama, yürütme ve yargının birleşmesi anlamına gelir. Bu tür sistemlere bir başkanlık demiyoruz. Sadece bir kişiyi öne çıkardığı için ya başkancı diyoruz, ya da hiper başkanlık sistemi diyoruz. Ki, Afrika’nın büyük kısmı, Orta Asya’daki Türki cumhuriyetlerin neredeyse tamamı bu tür yöntemlerle yönetiliyorlar ama bu ülkelerin gelişmiş dünyada bir demokrasi ya da bir refah manzumesi olmadığı çok aşikar.
Dolayısıyla parlamento varlığını korusa da bu simgesel olacak?
Evet. Erdoğan bunda ısrar ediyor çünkü başkanlık şu ana kadar işlemiş oldukları Anayasa suçlarının tamamına bir kılıf bulacak bir sistem olacak. İkincisi, Recep Tayyip Erdoğan’ın hem kendi partisini, hem ülkeyi zorlanmadan, başka birine ihtiyaç duymadan, yetkileri de resmi olarak kendisinde toplayarak yönetmesini ve ona karşı muhalefetin oluşumunun engellenmesini sağlayacak. Bu da Türkiye’yi gelişmiş dünyadan koparacak. Biz onun için buna rejim değişikliği diyoruz. Teklif metni imzaya açıldı parlamentoda. Ama ortada metin yok. Milletvekilleri boş metne imza atıyorlar. Bu zaten şu anda var olan sistemi iğdiş etmek ve başkanlık sistemi geldiğinde de neler yapılacağına bir ölçü olabilecek bir davranış. Ayrıca, parlamento bir süre sonra iki partili bir sisteme doğru evrilecek.
İki partili sistemde MHP’nin eriyeceği tespitlerini anımsatarak soralım: MHP kendisini eritecek bir değişikliğe neden evet diyor?
Ne tür pazarlıklar yapıldığını bilmediğimiz için neden evet dediği ile ilgili somut bir şey söyleme şansımız yok. Ama MHP’nin toplumda büyüyüp serpilmesini kolaylaştıracak bir sistem anlaşması yapmadıkları aşikar. Yani her şey MHP’nin aleyhine, AKP’nin lehine görünüyor şu anda.
Tuğrul Türkeş’in “Bahçeli Kurt bir siyasetçi, bir planı olabilir” sözleriyle yeniden harladığı “MHP’nin gizli ajandası” tartışmasını nasıl izliyorsunuz? Erdoğan’ın buna prim vermediği söyleniyor ama kimilerine göre de bazı riskler de göze alınıyor çünkü başkanlık için tek ortak MHP.
AKP ve MHP’lilerin artık şunu görmeleri lazım; yetkilerin tamamını bir kişiye vererek, kendi akıllarına ihtiyaç duyulmayan bir sistem yaratacak bir işe evet demeleri doğru değil. Bu, Türkiye’nin bu kadar yıllık birikim ve kazanımlarına da aykırı. Onun için başkanlıkla ilgili AKP’lilerin de MHP’lilerin de arasında farklı tavır alacak milletvekilleri olduğu kanaatindeyim.
Bunu bilgiye mi yoksa gözleme mi dayanarak söylüyorsunuz? Zira MHP’nin yarısının, AKP içinde de en az 15-20 milletvekilinin oylamada hayır oyu vereceği, dolayısıyla 330’un çok da garanti olamayabileceği söyleniyor. Olabilir mi?
MHP’nin içinden “biz hayır” diyeceğiz diyenler oldu zaten. MHP’nin siyasi geleneğinde daha önce böyle bir şey olmamıştı. MHP’nin siyasi geleneği kırılıyor şu anda. Benzer bir durum AKP’de gözlemleniyor. Çıkıp aleni şekilde, “Biz farklı bir tavır alacağız” diyen bir milletvekili yok ama şu hatırlatmayı yapalım; 1 Mart 2003’te de böyle bir durum yoktu ve Irak tezkeresi reddedildi. Hükümetin ciddi bir oyla geldiği bir dönemdi. Dolayısıyla başkanlık konusunda da milletvekillerinin kendi vicdanlarına göre davranması, bu meseleyi referanduma gitmeden ortadan kaldırabilir.
Cumhuriyet gazetesi baskını, HDP Eş Başkanları ve milletvekillerinin tutuklanmasından ardından 7 Kasım’da CHP MYK’sı genel olarak olumlu karşılanan bir bildiri yayınladı. Ancak sonrasında, sergilenen pratiğin bildiriyle örtüşmediği eleştirileri yöneltildi. Örneğin başkanlığın ve AKP politikalarının protesto edileceği mitinglerin sloganının “Türkiye’yi böldürmeyeceğiz” olarak seçilmesi anlaşılamadı. “Böldürmeyeceğiz” sloganı, AKP’nin “iç ve dış güçler bizi bölmek istiyor” temalı propagandasıyla aynı kulvara çıkmış olmuyor mu?
Biz biraz kolaycı bir toplumuz. Daha önce duymuş olduğumuz bir başlık, bir cümle formülasyonuyla tekrar karşılaştığımızda bir öncekiyle özdeşleştiriyoruz. Oradaki böldürmeyeceğiz, “Türkiye’yi coğrafya olarak böldürmeyeceğiz” değil sadece. “Türkiye toplumu kutuplaşıyor, bölünüyor, birbirimizi öteki olarak görmeye başlıyoruz, biz toplumumuzu böldürmeyeceğiz, insanlarımızın kendi arasına duvarlar örmesine müsaade etmeyeceğiz”i ifade ediyor aynı zamanda.
Bildiride halkın direnme hakkına değinilerek, CHP’nin buna önderlik edeceği söyleniyor. Somut olarak bu nasıl hayata geçirilecek? Bunun için nasıl bir muhalefet ekseni öngörülüyor?
AKP’liler kendi işlerine gelirse her şey güzel, sorun yok. Ama kendi işlerine gelmeyen bir şeyi daha önce kendileri de yapmış olsa, o andan itibaren kötü olmaya başlıyor. Recep Tayyip Erdoğan 15 Temmuz gecesi tanklara, uçaklara karşı çıkmak üzere insanları hangi yetkiyle davet etti? Direnme hakkı tam da budur. Meşru zemini sağlamak için demokratik yoldan yurttaşların kendi haklarını korumasıdır. Bu nasıl yapılır? Ortaya bir çerçeve koyarsınız, bu çerçeveye inanan, mutabık olan herkesle beraber kimseyi ayıklamadan, kimseyi seçmeden yürürsünüz. Kimin olması gerektiğini o çerçeve belirler.
Bu bağlamda, mitingler için bu ilke hayata geçirilecek mi? Örneğin cumartesi günü yapılan Adana mitingi için sözünü ettiğiniz eksende bir mutabakattan söz edilebilir mi?
Biz mitinglerimizde duyuru çalışmasını yaparken ya da mitingin içeriğini anlatırken ya da davet ederken, kitle örgütleriyle de mutlaka görüşüyoruz. Şöyle düşünün bir de, siz bir miting düzenliyorsunuz, bir yurttaşımız başka bir siyasi partinin üyesi ama mitinge gelmek istiyor. Onu ayıklayacak bir tutumumuz yok. “Niye bizim mitinge geldiniz” demeyiz, mümkün değil.
Mitingler dışında CHP, hızlanan başkanlık takvimi ve ağırlaşan diğer memleket sorunlarına karşı somut, görünür nasıl bir yol ve yöntem izleyecek?
Belirttiğim gibi, metin kamuoyuna açılmadığı sürece bizim somut bir şey söylememiz mümkün değil. Ama şunu söyleyeyim; biz AKP’nin Türkiye’yi bir rejim değişikliğine, diktatörlüğe, bir tek adam sultasına götürme niyeti taşıdığını görüyoruz. Bunun için özel olarak belli bir tarihi beklemek gerekmiyor. CHP’liler şu anda zaten sokakta, bulundukları yerlerde bunun çalışmasını yürütüyorlar. Yani sadece milletvekilleri değil, örgütümüz de çalışma yürütüyor. Mitingler bu işin daha görünür hale gelmesi için ihtiyaç. Çünkü medyanın yüzde 80’ni bizi görmüyor. Ya da şöyle yapılıyor, CHP’de iyi bir şey yapılırsa görünmüyor, bir bardak su dökülse “CHP’yi sel bastı” olarak haber yapılıyor. Onun için bizim insanlarla daha fazla doğrudan temas eden, dokunan bir yöntemle bu süreci götürmemiz lazım. İlk hedef, Mecliste 330’un bulunmamasının sağlanması. Onun için de kendi çalışmalarımız dışında, başka partilerden vicdanlı milletvekilleriyle herhalde bol bol bu konuları konuşacağız.
Başkanlıkta takvimin ilerlemesi mitingleri de sıklaştıracak mı? Adana’dan sonra İzmir, İstanbul mitinglerinin geleceği söylenmişti, tarih belirlendi mi?
Şu anda kış koşulları hakim olmaya başladı. Mevsim izin verdikçe yapılacaktır. Tarihleri belli olmadı ama mitingler devam edecek.
“AKP Türkiye’yi uçuruma sürüklüyor” tespiti partinizin de dillendirdiği bir tespit. Ancak tam da bu noktada “CHP neden bu tespite karşılık gelecek etkili bir muhalefet sergileyemiyor” soruları giderek yoğunluk kazanıyor. Örneğin başkanlık konusunda CHP Liderinin önce “Başkanlık sistemine sonuna kadar karşıyız” deyip, ardından “Metin önümüze gelsin bakalım” demesi kafaların karışmasına neden oldu. CHP sergilediği tavrın ardında neden durmuyor?
CHP tavrının arkasında durmuyor değil ama şu var, az önce konuştuk biz kulis bilgilerine dayanarak Anayasa taslağını yorumluyoruz. Somut olarak elimizde bir metin yok. Genel Başkan olmayan bir şey üzerinden demeç vermeyi doğru bulmuyor. “Getirin bakalım” diyor.
Ama “karşıyız” denildiğinde ortada bir metin yoktu…
CHP olarak başkanlık konusunda pozisyonumuz belli. Bu yeni bir tartışma değil. Daha önce AKP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunmuş olduğu bir çalışma var ama bu çalışma o çalışma değil. Orada iş neden kopmuştu? Başkanlığı gündeme getirdikleri için. Ortada hâlâ açıkladıkları bir taslak yok ama habire televizyonlardan başkanlık sisteminin meziyetleri anlatılıyor. Hangi başkanlık sistemi? Nasıl olacak, yargı nerede duruyor? Bunlar belli değil. Ondan kaynaklanıyor.
“CHP etkili/kararlı bir muhalefet sergilemezse yarın CHP’ye de kayyım atanabileceği, hatta genel başkanının da tutuklanabileceği” uyarıları yapılıyordu ki, AKP Genel Sekreteri Abdülhamit Gül, “CHP’nin ulusal güvenlik sorunu haline geldiğini” söyledi. Bu sözler CHP’de nasıl değerlendirildi?
Abdülhamit Gül’ün söylediği bu söz onun boş boğazlığına işaret ediyor. Başka bir şeye değil. AKP’de muhalefete karşı bir tahammülsüzlük var. Muhalefeti ısrarla yasa dışı örgütlerle bir arada anmaya dönük bir çaba var. Muhalefetin sözünü itibarsızlaştırmaya çalışan bir medya propagandası var. Bunların hepsi var ama muhalefet olmanın, CHP olmanın bir meşruiyeti var. Önce hadlerini bilsinler. Biz onlardan önce de vardık, onlardan sonra da olacağız. Abdülhamit Gül’ün sözünü ciddiye alacak bir durumumuz yok.
CHP, örneğin İstanbul Kartal mitinginden son anda çekilerek AKP cephesinden gelen bu ithamları ciddiye aldığını, pozisyonunu AKP’den gelen eleştirilere göre belirlediğini göstermiş olmadı mı? Zira AKP’nin “yasadışı örgütler” olarak tanımladıklarının bir ucunda HDP, diğerinde de yasal siyasi partiler, meslek örgütleri var.
AKP, “illegal örgüt” dediği herkesle görüştü şu ana kadar. Ama dönüp bu yapmış olduğu şeyi, kendi milliyetçi muhafazakar tabanının nezdinde temizlemek için başkalarına suçlama yöneltmesi gerekiyor. Bunu da CHP üzerinden yapıyor ve kendi tabanının önüne -havuz medyasının da büyük katkısıyla- başka bir dünya koymaya çalışıyor. Gelelim Kartal mitingine; ben 4 yıl İstanbul İl Başkanlığı yaptım. Demokratik kitle örgütleriyle birlikte onların düzenlediği mitinglere katkı ya da CHP’nin düzenlediği mitinglere onların davet edilmesi anlamında çok teşvik-i mesaimiz oldu. CHP küçük bir organizasyon değil, ince eleyip sık dokur. Bir organizasyona katılmaya karar verdiği andan itibaren katılır, eğer orada yaşanan bir olumsuzluk varsa döner bunun özeleştirisini yapar, neler yanlış oldu, neden oldu bunun tartışmasını yapar. CHP “Ben katılıyorum” deyip, miting saati geldiğinde “Katılmıyorum” diyemez. Biz böyle bir parti değiliz. Bu il başkanlığımızın eksikliğidir. CHP’nin geneline mal edilmemesi gerekir.
Geçtiğimiz hafta bir grup CHP milletvekiliyle birlikte Diyarbakır’a gittiniz. Önce, ziyaretin amacı neydi ve nasıl gözlemlerle döndünüz?
Sur’da yeniden çatışmalar başladığından bu yana, yani son bir yılda CHP olarak Diyarbakır’a 27. kez gitmiş olduk. Tabii gördüğümüz manzara hiç iyi bir manzara değil. Ekonomi neredeyse çökmüş, binlerce insan yer değiştirmek zorunda kalmış. Hala gerek canlı bomba saldırıları, gerek çatışmalar devam ediyor. Dolayısıyla insanlar hayatlarını kaybetmeye devam ediyorlar. Bir diğer önemli nokta, çözüme dair, işlerin daha iyi gideceğine dair umutlarda azalma olmuş. Biz şunu söyledik, Diyarbakır evet çok az oy aldığımız yer. Ama biz oy için gelmiyoruz, iyi gününüzde gelenler çok oldu ama en zor zamanınızda geliyoruz. Biz duygusal kopuş denilen şeyin ortadan kalktığı, bir ve beraber yaşadığımız bir ülke kurmak istiyoruz hep beraber.
Kopuşu önlemek için dilin nasıl kurulduğu önemli. CHP’nin çözüm sürecindeki çatışmasızlık dönemini “AKP’nin teröre yardım yataklık ettiği dönem” olarak göstermesi, Diyarbakırlılardan nasıl tepkiler aldı?
Bizim çözüm sürecine ilişkin itirazlarımızın tamamı, “niye çözüm sürecine başladınız, niye çözmeye başlıyorsunuz” eleştirisi değil. Bu MHP’nin tavrı. Bizim tavrımız şu: çözülmesinde evet fayda var ama bu yöntemle çözemezsiniz.
Yöntem ne? Örgütle diyalog kurulmadan nasıl çözülecek? Kiminle konuşulacak?
CHP’ye oy veren kesimde barış, çözüm adına ne dersiniz deyin, Kürt sorunun çözümüyle ilgili konulara duyarlılık hep barıştan yana olmuştur. Ama şu iki yüzlülüğü hep eleştiriyoruz; Çözüm sürecinde AKP’lilerin ağzından öyle bir Öcalan övgüsü yapılıyor ki zannedersiniz Öcalan PKK lideri değil, başka bir kişi. Çözüm süreci bittikten sonraysa bu kez öyle bir mahkum ediyorlar ki, şu çelişkiyi ortaya koymak gerekiyor doğal olarak; öncekini de söyleyen sizdiniz, bunu söyleyen de sizsiniz. Siz tutarlı, Türkiye’nin çıkarı için siyaset yapan insanlar değilsiniz!” Çelişkiyi göstermek için bunu söylemek gerekiyor. Aynı şey Fetullah Gülen’le aralarındaki ilişki için de geçerli.
Bizim Kürt sorunuyla alakalı pozisyonumuz çok net. Biz bu meselenin parlamento zemininde çözülmesi gerektiğini yıllarca söyledik. Üzüldüğümüz nokta, haklı çıkıyoruz. Çünkü tekrar şiddet başlıyor, tekrar insanlarımızı kaybediyoruz, tekrar başa dönüyoruz. Haklı çıkmamak için konuşulmasında ve eleştirilerimizin dinlenmesinde fayda var. O zaman HDP’nin farklı bir tavrı vardı ama bugün HDP de sorunun parlamento zemininde çözülmesi gerektiğini söylüyor.
Bu bağlamda Diyarbakır halkının sizlerden talebi ne oldu? Parlamento zemininde çözmek ama nasıl? “Terörle mücadeleye destek” söylemi sürerken çözüm nasıl olacak?
Öncelikle silahın susması lazım. Silahın konuştuğu yerde sözün kıymeti olmuyor. İnsanların, hayatını kaybetme korkusundan uzaklaşması, “ben güven içindeyim, kendi görüşümü rahat rahat söyleyebilirim” diyebilmesi lazım ama şu andaki durum bunun tam tersi. Biz şu konuda çok açığız ve bunlar pazarlığa tabi olmadan yapılacak şeyler. Diyoruz ki, Kürt sorununun çözümü için parlamentoda bütün siyasi partilerin davetli olduğu bir toplumsal mutabakat komisyonu kurulsun. Bunun için yasa teklifi de verdik ama AKP’nin oylarıyla reddedildi. Bu Türkiye’nin sadece Doğusunda değil Edirne’sinden Hakkari’sine her yerinde çözülmesi gereken ve herkesin içine sinerek çözülmesi gereken bir sorun. Biz bir siyasi rant peşinde değiliz, böyle bir derdimiz yok. Herkesin eşit, birinci sınıf, kimsenin etnik kökeninden, inancıdan dolayı dışlanmadığı, horlanmadığı, yasal olarak da, fiili olarak da vatandaşlık anlamında bir durumun sağlanması gerekiyor. Bir sonraki aşamasında da kendi farklı inancı, kültürü, kökeni olan tüm vatandaşların kendi dilleriyle, kültürleriyle ilgili her şeyi rahat bir şekilde yapabilecekleri bir ortamın sağlanması gerekiyor.
Ziyaretinizi belediye başkanlarının, HDP Eş Genel Başkan ve milletvekillerinin tutuklanmasından sonra yaptınız. Şu eleştiri/suçlamayla da sık karşılaşmış olmalısınız: “Dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet demeseydiniz, seçtiğimiz siyasetçiler cezaevinde olmazdı.” Ne yanıt verdiniz?
Onları çok söylemiyorlar. Çünkü CHP dokunulmazlıklara ilk turda neredeyse tamamıyla “hayır” dedi. Dolayısıyla CHP orada belirleyici bir durumda değildi. O zaman da AKP içinde bazı arkadaşların farklı bir tavır gösterme ihtimali olduğu konuşuluyordu ama görünen o ki olmadı böyle bir şey. Dolayısıyla o tür konuların üzerinde çok durulmadı ama tabii şu söyleniyor; ki, biz de aynı şeyleri düşünüyoruz; hiç kimse HDP’li milletvekillerinin, Eş Başkanların tutuklu olmasını mazur göremez. Böyle bir şey mümkün değil.
Diyarbakır şu anda huzur bekliyor. İki, kendisine el uzatılmasını bekliyor. Orada çok yoğun bir duygusal travma yaşanıyor. “Çocuklarımızı kaybettik, işimizi kaybettik, evimizi kaybettik kışın ortasında ortada kaldık, camimiz bombalandı, kiliselerde hasar var, Tahir Elçi’yi kaybettik… birçok şeyi kaybettik, bu bizim başımıza niye geldi” sorusu soruluyor. Bunun aşılabilmesi için bir el uzatılmasını bekliyor Diyarbakırlı. İnsani olarak da, siyasi olarak da bunun yapılması gerekiyor. Bizim bütün çabamız bu. CHP olarak bu kadar sık gidiyor olmamız da bunun için. Yeni bir kanal, farklı bir bakış, onlara tutunacak bir el olmak için gidiyoruz.
© Tüm hakları saklıdır.