CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz darbe girişiminin 2. yıl dönümünde Hürriyet'e yazdı. "15 Temmuz’da FETÖ’nün yapamadığını, beş gün sonra ilan edilen OHAL sayesinde bizzat Recep Tayyip Erdoğan yaptı" diyen Kılıçdaroğlu, " Erdoğan, OHAL yoluyla hukukun üstünlüğü ve parlamenter demokrasiyi askıya aldı, tüm muhalif seslere karşı bir tasfiye hareketi başlattı" dedi.
Kılıçdaroğlu, "Biz bu nedenle iki farklı 15 Temmuz olduğunu savunuyoruz, ‘Halkın 15 Temmuz’u...’ ve ‘Sarayın 15 Temmuz’u...’ Halkımız, direnme hakkını kullanarak FETÖ’nün amacına ulaşmasını engelledi. Zulmün ve yağmanın sembolü olmuş saray ise 15 Temmuz bahanesiyle Türkiye’yi bir diktatörlük rejimine dönüştürdü" ifadesini kullandı.
Kılıçdaroğlu'nun Hürriyet'te yer alan yazısı şöyle:
Bugün, parlamenter demokrasimizi yıkmaya yönelik 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin ikinci yıldönümü. Bu girişim, halkımızın ve 15 Temmuz gecesi parlamentoyu açık tutarak darbecilere meydan okuyan parlamenterlerimizin direnişi sayesinde başarısız kılındı.
Modern demokrasiler, ‘direnme hakkı’nı yurttaşlarının meşru hakkı olarak nitelendirir. Bazı ülkeler tarafından anayasal bir hak olarak da güvenceye alınan ‘direnme hakkı’, demokrasi yoluyla ulaştığı iktidarı kendi çıkarları doğrultusunda bir baskı aracına dönüştürenlere karşı gösterilecek tepkilerin tümünü kapsar. Bu hak darbecilere karşı da kullanılabilir.
Dolayısıyla, terör örgütünün 15 Temmuz gecesi istediği hedefe ulaşamamış olması, dünya demokrasi tarihi açısından tarihseldir. Çünkü demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyen FETÖ’nün girişimi, vatandaşlarımızın, mevcut parlamentoyla birlikte kullandığı direnme hakkı ve medyamızın da üstün yayın başarısıyla durdurulmuştur.
Bu vesileyle 250 şehidimizi rahmetle anıyor, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum. Ancak yıldönümü etkinliklerine ‘15 Temmuz Demokrasi Zaferi ve Şehitleri Anma Haftası’ adı verilmiş olsa da kendisi için zafer kazandığı savunulan demokrasinin ortadan kaldırıldığını da vurgulamak istiyorum.
16 Temmuz’da, yani darbenin bir gün sonrasında, Gazi TBMM’nin çatısından darbecilerin attığı bombaların dumanı tütmeye devam ediyorken, bizler yeni ve güçlü bir demokrasinin ilk adımlarını atmaya başlayabilirdik. Ancak bu olmadı... Aksine 15 Temmuz’da FETÖ’nün yapamadığını, beş gün sonra ilan edilen OHAL sayesinde bizzat Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Erdoğan, OHAL yoluyla hukukun üstünlüğü ve parlamenter demokrasiyi askıya aldı, tüm muhalif seslere karşı bir tasfiye hareketi başlattı.
Yüzbinlerce çalışan kamu görevinden ihraç edildi, siyasi suçlamalarla çok sayıda akademisyen, gazeteci ve milletvekili tutuklandı, medya susturuldu, yargıya eşit biçimde erişim hakkı ortadan kaldırıldı. Suçun şahsiliği ilkesi yerini toplu cezalandırmaya bıraktı. Anayasa Mahkemesi, KHK’lar hakkında kendisini yetkisiz ilan etti. BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin 13 maddesine çekince konuldu; bu çekince işkence ve kötü muamele yapacağımızın uluslararası kabulü oldu.
Biz bu nedenle iki farklı 15 Temmuz olduğunu savunuyoruz, ‘Halkın 15 Temmuz’u...’ ve ‘Sarayın 15 Temmuz’u...’ Halkımız, direnme hakkını kullanarak FETÖ’nün amacına ulaşmasını engelledi. Zulmün ve yağmanın sembolü olmuş saray ise 15 Temmuz bahanesiyle Türkiye’yi bir diktatörlük rejimine dönüştürdü.
Öte yandan, darbe girişiminin siyasi ayağının ortaya çıkarılmaması/çıkmaması üzerine kurulmuş hukuki bir süreç de yürütülüyor. Harp okulu öğrencilerine, erlere ağır hapis cezaları veriliyor, on binlerce tutuklu yıllardır haklarındaki iddianamelerin tamamlanmasını bekliyor... Örnekleri çoğaltabiliriz. Siyasi/ekonomik gücü olanlar ise iktidar mensuplarının da ifade etmekten çekinmedikleri ‘FETÖ Borsaları’ yoluyla soruşturmalardan kurtuldular, kurtuluyorlar. Kimileri akrabalık ilişkileri sayesinde FETÖ üyeliklerini temizlemeyi başarıyorlar.
Oysa Erdoğan ve ekibi, siyasi hayatlarında ve rant ekonomisine dayalı zenginleşme süreçlerinde kendilerine rakip gördüklerine karşı FETÖ ile işbirliği yaptı, “Ne istediniz de vermedik” sözü bu işbirliğini sembolize eden bir itiraf olarak tarihteki yerini aldı. Bu iki yapının arasındaki ayrılık ise ‘daha demokratik, özgür ve adil bir Türkiye’ konusundaki görüş farklılıkları nedeniyle başlamadı. Aksine demokrasinin, özgürlüğün ve adaletin geriletilmesi konusunda birbirleriyle yarışan bu iki yapının çıkarları çatışmaya başladı. 15 Temmuz’un gerçek tarihi, bu politik arkaplan olmadan yazılamaz.
Diktatörlük rejimi aynı zamanda 15 Temmuz’a dair kararlılıkla sorulan pek çok sorunun yanıt bulmasını, 15 Temmuz’un üzerindeki sis perdesinin aralanmasını şimdilik engelliyor. Şimdilik diyorum, çünkü doğru sorular er ya da geç doğru yanıtlarla buluşacaktır. Eğer Türkiye’nin geleceğinden darbeleri çıkarmak, demokrasimizi kökleştirmek, tek adam rejiminden kurtulmak, herkes için eksiksiz bir adalete ulaşmak istiyorsak, yapmamız gereken, doğru soruları sorma ve doğru yanıtları bulma kararlılığından vazgeçmemektir.
Örneğin,
1. Adil Öksüz, 2008 yılından bu yana kim olduğu bilinmesine karşın neden takip edilmemiştir?
2. Darbe girişiminden hemen önce aralarında Adil Öksüz ve Kemal Batmaz’ın da bulunduğu beş kişi, MİT tarafından izlenen bir evde bir araya gelmişlerdir. MİT, darbe kararının alındığı bu toplantıyı dinlemiş midir? Dinlemediyse bu görevi ihmal suçu değil midir?
3. MİT; Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’na FETÖ/PDY örgütü faaliyetleri ile ilgili olarak darbe girişiminden önce en son hangi tarihte bilgi vermiştir?
4. Bilinen ve beklenen darbe teşebbüsünün 15 Temmuz’da olacağı MİT’e saat 14.00 itibari ile iletilmesine rağmen neden Cumhurbaşkanı ve Başbakan anında bilgilendirilmemiştir?
gibi doğru yanıtlarını bekleyen yüzlerce soru bulunmaktadır. Bu nedenledir ki, 15 Temmuz gecesi tam olarak ne olduğunun ortaya çıkarılması, demokrasiye inanan herkesin tarihsel sorumluluğudur.
Biz, ‘öngörülen, önlenmeyen ve sonuçları kullanılan darbe’ye, ‘kontrollü darbe’ diyoruz. Bu bağlamda, 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından ilan edilen OHAL sürecinin ülkemizi getirdiği noktayı, bir ara dönem olarak görüyoruz. Dolayısıyla, 16 Nisan 2017 Referandumu ve 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri, tek adam rejiminin tesisi açısından Erdoğan ve arkadaşlarına başarı getirmiş gibi görünebilir. Ancak demokrasi için kararlılıkla mücadele verenler bilmektedir ki diktatörlükler baki değildir. Tarih, diktatörlere karşı girdikleri mücadelelerden zaferle çıkmış demokrasi kahramanlarını yazar.
Çok yakın bir zamanda Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün de hedefi doğrultusunda cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıracak; çağdaş parlamenter demokrasiyi birlikte kuracağız. Bunu başardığımızda 15 Temmuz’un üzerindeki sis perdesi de kalkacak. İşte o zaman her 15 Temmuz’da gerçek anlamda bir demokrasi zaferi kutlaması yapacağız.