Gündem

CHP’li Özel: Ziraat Bankası, MÜSİAD Rize Şubesi yöneticilerinin 19 milyon lira zarar etmiş enerji şirketine ortak olmuş

Özgür Özel

24 Haziran 2021 18:51

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Rize Şubesi yöneticilerinin sahibi olduğu, 2019 yılında 10.5 milyon, 2020 yılında 9 milyon TL zarar ettiğini belirttiği RİNERJİ AŞ'nin yüzde 51'lik hissesini Ziraat Bankası'nın satın aldığı söylerken, "Artık nereye gittilerse, kimi ikna ettilerse, hangi hemşerileri inisiyatif gösterip, tensip buyurup, onun talimatıyla yapıldıysa, 20 milyon zarar etmiş şirkete Ziraat Bankası ortak olmuş. Rize Enerji Şirketi. Dünya kadar işletme batıyor, hangisini gidip satın alıyorsunuz? Ama Rize’deki MÜSİAD üyeleri, etkili güçlü yetkili hemşerilerini ikna ettiler mi, babasının parası ya, verin Rinerji’ye satın alın, kurtulsun bizimkiler. Böyle bir haksızlık olmaz" dedi.

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, TBMM'de yaptığı basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmeler yaptı. Demirören Medya Grubu'na Ziraat Bankası tarafından verilen 750 milyon dolarlık kredinin akıbetini soran Özel, "Bunun bir örneğini daha önce Sabah-ATV grubunun alınması sırasında da Halkbank ve Vakıfbank’ın verdiği kredinin akıbetinin belirsiz olmasıyla görmüştük. Burada da çiftçiye kredi vermesi gereken Ziraat Bankası 750 milyon dolarlık bir krediyi Demirören Grubu’na verdi, kredinin akıbeti belli değil" diye konuştu.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un kardeşi Oktay Selçuk'un yönetiminde yer aldığı şirketin Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı faaliyet gösteren okul ve kurumlara fatura kestiğine ilişkin Özel, "25 milyon 678 bin TL’lik fatura kesmiş, para tahsil etmiş. Resmen ikinci bir Ruhsar Pekcan vakası. Zaten vakanın ilerleyişi de aynı. Ziya Selçuk çıktı açıklama yaptı. Açıklamasını Ruhsar Pekcan’ın önce susup sonra açıklayıp, battıkça battığı açıklamasından farkı yok. Diyor ki benim kardeşim bir abonelik sözleşmesi, yani mal satmıyor, aboneleri var, onlara eğitim, bilişim hizmeti veriyoruz ve karşılığında da para alıyoruz. Ruhsar Pekcan’ın da aşağı yukarı aynı açıklamaydı. ‘Ben yokum, kocam'"  ifadesini kullandı.

ANKA'da yer alan habere göre Özel şunları kaydetti:

Herkes bir Z kuşağından bahsediyor. Önümüzdeki seçim eğer öngörüldüğü gibi 5 yılın sonunda yapılacak olursa 7 milyona yakın genç arkadaşımız Türkiye’nin geleceğini belirleyecek oylarını kullanacaklar. Bugün Türkiye’de gençlerin yüzde 70’i bir imkan olursa yurt dışına gitmek, orada çalışmak isterim diyor. Bu bir ümitsizliği ifade ediyor. Ama bu ümitsizliklerin hepsi kullanacakları bir oyla değişebilir. Bütün dünyada olduğu gibi bütün zengin ülkelerin, gençleri mutlu olan ülkelerin, gençlerin kendi ülkelerinde kalmak istediği ülkelerin demokratik parlamenter sistemle yönetildiği, mahkemelerin bağımsız olduğu, düşüncenin özgür olduğu, üniversitelere rektörlerin bir kişi tarafından kayyum olarak atanmadığı bizatihi, üniversite öğrencilerinin de oy kullanarak üniversitenin yönetimine katkı sağladıkları mutlu ülkelerden biri haline gelebiliriz. Bunun için önümüzdeki dönemde sandık başına gidip, oy kullanıp, kendilerinin hayal kurabileceği bir ülkeyi hep beraber kurabiliriz. Bunun için bu yapılacak sınavda başarılar diliyorum.

23 Haziran seçimleri

Dün 23 Haziran’dı. 23 Haziran 2019 İstanbul Zaferi’nin ikinci yıl dönümüydü. 100’e yakın milletvekili arkadaşımızı İstanbul’da görevlendirdik, sonra da akşam saatlerinde kutlama programına katıldılar. Her biriniz takip ettiniz, bundan iki yıl önce 31 Mart’ta İstanbul’u kazanan seçilmiş başkan Ekrem İmamoğlu’na İstanbul’u teslim etmek istemedi birileri. YSK oyunları yaptılar, İstanbul’da antidepresan kullanan psikiyatriste, psikoloğa giden bütün insanların kayıtlarını ellerindeki kamu gücüyle ele geçirip YSK’ya gidip seçimleri iptal edin diyecek kadar düzeysizleştiler. YSK’daki belli üyelerin oylarıyla da seçimi iptal ettirdiler. İddiaları, seçimi kendilerinin kazandığı, Ekrem İmamoğlu’nun hile yaptığıydı. Sonra İstanbullular karar verdi, ilk seçimde 13 bin olan fark 806 bine çıktı. Yani esas haksızlığı, usulsüzlüğü kimin yaptığına İstanbullular karar verdi ve İstanbul’u 5 yıllığına yönetmek üzere Ekrem İmamoğlu’na emanet etti.

İstanbul’daki başarımız, Türkiye’deki başarımızın, iktidarımızın müjdeleyicisidir. Ama bugün 24 Haziran, bir başka yıl dönümü. 16 Nisan rejime kasteden Anayasa değişikliğinden sonra ilk seçimler 24 Haziran 2018’de yapılmıştı. 16 Nisan Referandumu da 24 Haziran seçimi de OHAL şartlarında ve ilan edilen OHAL’le yapıldı. Yani Meclis yerine yasaları Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu çıkarıyordu. Ellerine aldıkları yetkiyle, güya FETÖ’cülerle mücadele edeceklerdi, bütün muhaliflerle ettiler. Güya o yetkiyle FETÖ’yü kazıyacaklardı ama ne kadar solcu, muhalif ne kadar kendinden olmayan varsa ellerindeki sopayla susturdular, sindirdiler, kimilerini kapattılar, bir şekilde iktidarlarını perçinlemeye çalıştılar. Hem referandum kıl payı geçti hem seçim kıl payı. İstediklerine kavuştular ama Türkiye onların istedikleri bir ülke olmadı.

'Verin kardeşinize yetkiyi, görün bakalım faizle, enflasyonla, kurla, işsizlikle nasıl mücadele edilir' diyorlardı ama 3 yılın sonunda yurttaşlarımız daha yoksul, TL daha değersiz, faizler, enflasyon daha yüksek, işsizlik çok yüksek, diplomatik olarak çok daha yalnızız, hukuk, adalete güven, demokrasinin kriterleri açısından çok çok gerileri gittik. Bu saray rejimi içeride mutsuzlaştırdı, dışarıda yalnızlaştırdı. Artık Katar’dan başka Türkiye’ye swap açan bir ülke yok. Türkiye uluslararası alanda tezlerinin karşında bütün dünyanın maalesef birleştiği, savunduklarına destek bulamadığı, insanların Türkiye’ye yatırım yapmadığı, aksine Türkiye’deki yatırımlarını, Türkler’in bile yurt dışına taşımaya çalıştıkları son derece güvencesiz, sıkıntılı bir süreci yaşıyoruz.

Bütün dünyada tek adamların yönettiği otokratik yönetimlerde her gün bir öncekini aratıyor. Hem demokrasi, adalet hem ekonomi açısından. Biz Çad, Sudan, Gana gibi yönetildiğimiz için ilerleyişimiz de onlara doğru. Onlar kadar yoksul, fakir, güvencesiz bir ülkeye doğru savrulur noktadayız. Oysaki dünyanın en zengin 10 ülkesinin 9’u güçlendirilmiş parlamenter sistem ile birisi başkanlıkla ki o ABD’de kuvvetler ayrılığı güçlü bir yargıyla, denetleme sistemiyle yönetiliyor. 3 yıl önceki yanlıştan kurtulmazsak sonumuz felaket ama 3 yıl önceki yanlıştan kurtulup dünyadaki iyi örnekleri alıp geliştirirken hepimizin daha zenginleşeceğiz, yüzümüzün güleceği, ülkenin dünyada saygınlığının artacağı ve gençlerin hayallerini doğdukları ülkelerde kuracakları, hatta dünya gençlerinin olmak isteyecekleri bir ülkeye dönüşeceğimizden hiç şüphe olmasın. Hedefimiz yapılacak ilk seçimlerde Cumhuriyet’in yaklaşmakta olan ikinci yüzyılını demokrasi ile taçlandırmaktır.

"Resmen ikinci bir Ruhsar Pekcan vakası"

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un kardeşi Oktay Selçuk’un Milli Eğitim Bakanlığı’na kestiği paralar, aldığı faturalar var. Şirketin adı İnova Akademi Bilişim Hizmetleri Sanayi. 2016 yılındı kurulmuş, 2019 ve 2020 yıllarında MEB’e bağlı faaliyet gösteren okullara ve kurumlara 25 milyon 678 bin TL’lik fatura kesmiş, para tahsil etmiş. Resmen ikinci bir Ruhsar Pekcan vakası. Zaten vakanın ilerleyişi de aynı. Ziya Selçuk çıktı açıklama yaptı. Açıklamasını Ruhsar Pekcan’ın önce susup sonra açıklayıp, battıkça battığı açıklamasından farkı yok. Diyor ki benim kardeşim bir abonelik sözleşmesi, yani mal satmıyor, aboneleri var, onlara eğitim, bilişim hizmeti veriyoruz ve karşılığında da para alıyoruz. Ruhsar Pekcan’ın da aşağı yukarı aynı açıklamaydı. ‘Ben yokum, kocam.’ Bütün gelişmiş demokrasilerde böyle göreve gelenlerin birinci, ikinci hatta üçüncü dereceden akrabaları o kurumla ticari ilişki içinde olmazlar. Bakan bir karar verecek. Ya bakanlığı kabul etmeyecekti, çünkü bizim İnova Akademi iyi para kazanıyor, oranın tedarikçisi, hizmet sunucusuyuz, 25 milyon TL de iyi para, ben ne yapacağım sizin 25 bin TL’lik maaşınızı, bin katını MEB’ten şirketimiz alıyor, ben, kardeşim ticaretine devam edecek’ diyebilirdi. Bakanlığı kabul ediyorsanız bu işleri bırakacaksınız. ‘Yok hisselerimi devrettim.’ Kardeşin orada duruyor. Ona bakarsanız Ruhsar Pekcan’ın da kocasının şirketi deyip geçiyordu. O yüzden Bakan’ın açıklaması tatmin edici değildir. Kabul edicidir.  

 Demirören Grubu’nun medya sahibi olmasıyla başlayan ve hayatımıza giren koca bir problem daha ortada. Bunun bir örneğini daha önce Sabah-ATV grubunun alınması sırasında da Halkbank ve Vakıfbank’ın verdiği kredinin akıbetinin belirsiz olmasıyla görmüştük. Burada da çiftçiye kredi vermesi gereken Ziraat Bankası 750 milyon dolarlık bir krediyi Demirören Grubu’na verdi, kredinin akıbeti belli değil. Ayrıca bu Demirören grubu, Ordu Yardımlaşma Kurumu’na, kurumun yönetimindeki asker kökenli kişilerin itirazlarına rağmen kendi elinde tuttuğu Total Gaz’ı hem de değersizleştirip kötü yönettiği için götürdü ve ucuzu aldığı yeri çok daha değersiz hale getirdiği halde OYAK’a sattı, oradan da para aldı. Ama aldığı parayla mevcut borçlarını ödemiyor, o para bir yerde duruyorsa Ziraat Bankası’ndan çektiği krediye ödemekte kullanmıyor. Bu para nerede duruyor bunu kimse bilmiyor. Yurt dışına çıktı mı bu para bir şekilde, bu soruların cevabı hep bekleniyor. Ama bu Ziraat Bankası, birilerinin talimatıyla birilerine kıyak yapmaya, aslında görevi kötüye kullanarak suç işlemeye devam ediyor.

Ziraat Bankası 29 Aralık 2020’de Rinerji diye bir enerji şirketinin yüzde 51’ini satın almış. Senin işin ne? Ziraat. Enerji şirketi, satın alıyor. Kimin bu Rinerji? Bu şirket Rize’deki MÜSİAD Şubesi iş adamlarına ait. Hepsi. Rize’deki MÜSİAD’çılar, yandaş iş adamları, bir şirket kurmuşlar. Bu şirkete 2019 yılında 10.5 milyon, 2020’de 9 milyon zarar ettirmişler. Toplam 19.5 milyon TL zararı var şirketin. Artık nereye gittilerse, kimi ikna ettilerse, hangi hemşerileri inisiyatif gösterip, tensip buyurup, onun talimatıyla yapıldıysa, 20 milyon zarar etmiş şirkete Ziraat Bankası ortak olmuş. Rize Enerji Şirketi. Dünya kadar işletme batıyor, hangisini gidip satın alıyorsunuz? Ama Rize’deki MÜSİAD üyeleri, etkili güçlü yetkili hemşerilerini ikna ettiler mi, babasının parası ya, verin Rinerji’ye satın alın, kurtulsun bizimkiler. Böyle bir haksızlık olmaz.

Ziraat Bankası Yönetim Kurulu, hani buradan tek tek çiziyorduk isimlerinizi? 2019 yönetim kurulu, Ziraat Bankası. Sayıştay, bir baktım ki 3 milyon TL’lik kredi kartı harcaması var diyor. Dedim diyor, bu hangi kredi kartı, yönetim kurulu harcamalarında. Demişler ki biz yönetim kurulu üyelerimize kredi kartı dağıttık. Oradan harcama yapıyorlar, biz ödüyoruz. O toplam 11 kredi kartı, 1 yılda 3 milyon TL harcamışlar. Ver dedim demiş Sayıştay denetçisi, veremeyiz dediler. Dökümlerini göreyim, göstermeyiz dediler. Kimde bu kartlar, biz verdik, kendilerine sorun dediler. Ben de çıkıp buradan sordum mu? Bunlardan Ahmet Genç’ten bana mail geldi. Şu maaşı, ikramiyeyi aldığım doğru, bende de bu kart var ama bugüne kadar hiç kullanmadım’ dedi. Hemen çizdim, kullanmadım diyor, beyanı esas. Faruk Çelik, Twitter’dan benim böyle bir harcamam yok dedi, doğru kabul ettim, çizdim. Serruh Kaleli aradı, kart verildi ama harcamadım dedi, onu da çizdim. Kaldı 8 tane cengaver. Bu 8 arkadaş, 3 milyon TL’lik kredi kartı çektirmişler, boş beleş. Bunlar, Yusuf Dağcan, Hüseyin Aydın, Yusuf Bilmez, Fevzi Çutur, Mahmut Kaçar, Mehmet Nihat Ömeroğlu, Gülnur Aybet, Yahya Akben. İsim gelsin çiziyorum. Bir ay geçti yeni isim gelmedi. Unutmam sizi unutturmam."