17 Nisan 2022 18:53
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, Türkiye gibi “çift paralı ekonomilerde” öncelikle döviz krizi yaşandığını belirterek, “Bu dönemde zengin edilenler, iktidar tarafından özellikle kayırılanlar, bizim ‘beşli çete’ dediklerimiz de dahil olmak üzere bu dönemde zengin olanlar o dövizleri aldı yurtdışına götürdüler. Şu anda yapılan hesaplara göre yurtdışında en az 200 milyar dolarları var. 100 milyar dolar gelsin Türkiye'yi abat ederiz, en azından krizden çıkabilmemiz için böyle bir meblağ gerekir. Yurtdışına götürüldü, bir taraftan da bu para kaçırıldı. Türklere ait en az 200 milyar dolar var yurt dışında. Bunun sebebi şu Türk yatırımcı bunu yurtdışına götürmüş demek ki çok büyük bir güven krizi var her şeyden önce. Siz bu güven krizini çözmeden bu ekonomik krizi çözebilir misiniz, mümkün mü?” diye konuştu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı, Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu ve HDP İstanbul Milletvekili Erol Katırcıoğlu, Ankara’da Mülkiyeliler Birliği’nin düzenlediği “Ekonomik Kriz Konferansı’nda” konuştu.
Konferansın üçüncü oturumu olan “Krizin Siyaseti: Nedenler ve Çıkış Yolları” başlıklı oturumda konuşan Kuşoğlu, şunları söyledi:
"Biz CHP olarak diğer siyasi partilere göre daha fazla sorumluluk hissediyoruz çünkü CHP ana muhalefet partisi, önümüzdeki dönemde bu sorunları, sıkıntıları çözmesi gereken parti. Hem endişeliyiz hem de herkesten daha fazla sıkıntılıyız ciddiye alıyoruz krizi, önerilerimiz var yapılması gerekenler olarak. Neden endişeliyiz, bazı konuları toplumunun anlamamasından dolayı endişeliyiz. Plan Bütçe Komisyonu, Meclis’in yasalarının yüzde 80’nin geçtiği yer ve ekonomiyle ilgili yasalar oradan geçiyor. Orada iktidara mensup milletvekilleri de bu konuyu bilen kişilerin olması gerekiyor, inanın bilmiyorlar. Geçen yılki kamuoyu yoklamalarına bakar mısınız? AKP’nin Erdoğan’ın oyları yeni ekonomi politikalarını açıkladıkları zaman oy oranındaki düşüş durdu. Onun için endişeliyiz. Diğer taraftan dünyada da bir kriz var dengeler değişiyor, böyle bir dönemde Türkiye’nin yönünün çok iyi tespit edilmesi lazım Türkiye’nin bu Çin-Amerika çekişmesi içerisinde çok doğru bir yere oturtulması lazım, çok planlı hareket etmesi lazım, öncelikli sektörlerin çok doğru tespit edilmesi lazım.
Korkut hocanın baştan ifade ettiği gibi basit bir kriz değil bu bir buhran, sadece ekonomide de kriz yok, basında da devlette de toplumda da parlamentoda da kriz var. Bunu bir buhran olarak tanımlıyoruz, işin ilginç tarafı bu krizin çözümü ekonomik değil öncelik siyaset kurumunda. Demokrasiyle, güvenle bağlantılı. Bu dönemle ilgili olarak bir tanımlama yapmak istersem; dünyada en fazla likitin olduğu borçlanma yapılabilecek olan bir dönemde borçlandılar, bu borcu gelir getirmeyecek özellikle döviz getirmeyecek alanlarda kullandılar. Döviz borçlarını ödemekte şimdi zorlanıyorlar.
Türkiye gibi iki paralı, çift paralı ekonomilerde kriz öncelikle döviz krizidir. Maalesef döviz biterse onu kriz olarak tanımlıyoruz. Bunlar bu dönemde borçlandılar ama ağırlıklı olarak inşaat sektöründe o parayı kullandılar, döviz getirecek üreteceğimiz bir alanda kullanmadılar... Türkiye borç aldı aldı ödeyemez duruma geldi. Bir de buna ilave olarak bu dönemde zengin edilenler, iktidar tarafından özellikle kayırılanlar, bizim ‘beşli çete’ dediklerimiz de dahil olmak üzere bu dönemde zengin olanlar o dövizleri aldı yurtdışına götürdüler. Şu anda yapılan hesaplara göre yurtdışında en az 200 milyar dolarları var. 100 milyar dolar gelsin Türkiye'yi abat ederiz, en azından krizden çıkabilmemiz için böyle bir meblağ gerekir. Yurtdışına götürüldü bir taraftan da bu para, kaçırıldı. Türklere ait en az 200 milyar dolar var yurt dışında. Bunun sebebi şu Türk yatırımcı bunu yurtdışına götürmüş demek ki çok büyük bir güven krizi var her şeyden önce. Siz bu güven krizini çözmeden bu ekonomik krizi çözebilir misiniz, mümkün mü?
Peki ne yapacağız bu konularla ilgili olarak, çözümü hep beraber bulmamız gerekiyor. Bir kere biraz önce söylediğim gibi ekonomik krizle ilgili olarak çözüm öncelikle siyasi, güven ortamının yaratılması gerekiyor. Önce demokrasinin tesis edilmesi gerekiyor. Dört ayaklı bir çözüm önerimiz var; adaleti, can ve mal güvenliğini, demokrasiyi, hakça paylaşımı sağlamak lazım. Sonra üreten ve zenginleşen bir Türkiye oluşturmak lazım. Üretmeyi, döviz kazanmayı ön plana alan bir Türkiye. Hakça paylaşımı, sosyal adaleti ön plana almak lazım üçüncü ayak o, sonra da bunun sürdürülebilir olması lazım.
Cuma günü genel kurul kapalıydı ama sabahtan itibaren Plan Bütçe Komisyonu’na getirilen bir torba kanunu görüştük. Bilmece çözer gibi buradaki hinlik nedir diye onları bulmaya çalışıyorsunuz. Böyle bir parlamento düzeni olmaz. Normalde yönetmelikle çıkması gereken kanunlar var, bürokrasi kendisini garantiye alabilmesi için onları kanun olarak düzenletiyor ve Meclis’te buna kimse itiraz etmiyor. Bir kere çözüm olabilmesi için gerçekten parlamenter düzene ihtiyaç var. Parlamento çalışmıyor en azından çalışır hale getirmemiz lazım. Kur korumalı mevduat hesabı çıktı, sadece yıl sonu itibariyle kambiyo karları yani kur farkından doğan karlar nedeniyle 40 milyar küsur beyan edilmiş kurumlar tarafından, 10 milyar 165 milyon lira ödenmesi gereken vergi alınmıyor, ödenmiyor sadece kur farkından kaynaklı. 10 bin küsur şirket döviz tercih etmiş onların dediği gibi Türk lirasını tercih etmemişler ondan sonra da onlara muafiyet çıkarılmış onlar teşvik edilmiş. Biz bunu Meclis'te tartışamıyoruz, öyle bir ortam yok. Kendi yatırımcımızın yatırım yapabileceği bir iklim oluşturmamız lazım, hukuk düzeni oluşturmamız lazım. Hukuk düzeniniz yoksa, güvenceniz yoksa nasıl yatırım yaparsınız. Yeni kurumlara, kurallara, kanunlara ihtiyaç var. İhale kanunu 200’e yakın kez değiştirilmiş. Varlık Fonu 2016’da çıkarıldı 20’ye yakın değişiklik yapılmış.
Bu dönem neoliberalizmin bittiği bir dönem, sıkıntıları olan bir dönem ama ilave olarak bizler ne yapacağız. Eğitim, tarım, enerji, yüksek teknoloji ve sağlıkla ilgili olarak kesinlikle kamunun devreye girmesi lazım. Yatırımcı olması gerekiyorsa yatırımcı ya da pazarlamacı olması gerekiyorsa pazarlamacı, kamu devreye girmeden çözmemiz mümkün değil. Kamu sanki bundan önceki dönemde bir yanlışlıkmış gibi anlatıldı. Gelişen birçok ülke Güney Kore dahil arkasında devlet yoksa pazarlama da yapamıyor, üretim de yapamıyor. Teknoloji, bu alanda riski hiçbir şekilde özel sektör almaz. Teknolojide riski kamunun alması gerekiyor, yol göstermesi gerekiyor. Bu tarım, eğitim, sağlık gibi alanlar için de geçerli."
HDP’li Erol Katırcıoğlu da Türkiye'de ekonominin geldiği noktaya ilişkin şunları belirtti:
“Neoliberalizmin de değiştiğini görmek gerekiyor. Özellikle bu ideolojiyi benimsemiş olan çeşitli kurumlardan gelen ifadelerden anladığımız, bizim gibi daha solda duran kişilerin söylediğine benzer şeyler geliyor. ‘Kamunun bir biçimde işin içinde olması gerek’ diyorlar. Onlar da gelir dağılımın önemli olduğunu söylüyorlar. Bu kadar bozuk olmasının, kapitalizmin survive etmesini engelleyeceğini söylüyorlar.
Kamunun rolünü konuşmamız yeterli değil. Bizim daha ileri bir şey söyleyebilmemiz lazım. Kamunun ekonomide katkısı olması lazım, ama hangi kamunun? Kamudan devlet anlaşılıyorsa ben kendimi oraya yakın hissetmiyorum. Gelir dağılımın düzeltilmesi meselesinde daha ileri şeyler söylememiz lazım. Paranın geçmeyeceği hizmetler yaratmamız lazım.
Altı tane parti bir araya geldiler, çeşitli çalışmalar yapıyorlar. Fakat, gördüğüm kadarıyla 6 siyasi partinin de Türkiye’ye dair tespitleri, reformlarla giderilebilecek sorunlarmış gibi. Türkiye bu durumu çoktan geçti. Bugün itibariyle vatandaşına eşit mesafede olması gereken devlet kurumu kalmadı. Her kurum Cumhurbaşkanının kurumu haline gelmiş vaziyette. Daha kurucu bir mantıkla yaklaşmak lazım. Önümüzdeki dönem bazı küçük reformlarla düzelebilecek olmayan bir ülkeden söz ediyoruz. Siyasetin daha cesur adımlar atmasını bekliyorum. Aksi taktirde, bu düzen değişmeyebilir.
Bu hükümetin neoliberal olduğunu söylemek doğru gelmiyor bana. Tamamen iradi kararlar alıyor. Türkiye böyle bir yere geldi. Fakat geldiğimiz yerden baktığımızda bu hükümetin pandemiyle birlikte başlayan sorunları doğru değerlendirmediğini görüyoruz. 2008 itibariyle haklıydı belki ama 2009’da yanlıştı. 2009’dan sonra AKP tamamen iradi kararlarla yönetilir bir anlayışa geldi. Erdoğan, kararları merkezileştirmeye başladı. Zaten kafasındaki modelde buydu.
Erdoğan bütün ipleri eline aldı ve gördüğümüz süreç yaşandı. 2019’da pandemiyle birlikte bazı tedbirler almak zorunda kaldılar. Fakat bu tercihler, bu iktidarın niteliğini gösteren tercihlerdi. Asıl önemlisi şuydu kriz sadece arzla ilgili değil taleple de ilgiliydi. Ürettiğiniz malı satın alacak insanlar yoksa ekonomi yürümez. Bizim görüşümüz, talebin daha çok önemsenmesi gerektiği. Bankacılık sektörü yüzde 22 oranda kar etti. Borsa, yüzde 29 gibi reel getiri sağladı. Bunlar şunu gördüler, faiz artırmak şeklindeki politikanın kendisine yararı olmayacağını gördü. Çünkü bu mücadeleyi verebilmesi için gerekli dövize de sahip değildi. Dolayısıyla tercihini tam tersi bir yere çevirdi. Düşük TL yüksek dolar yada döviz politikasına yöneldi. Bu cari açığın kapatılmasına yardımcı olacağı söylendi. Böyle olursa döviz meselesi ve enflasyon çözülecek gibi bir perspektif sundular bize. İthal ikamesi anlamına gelebilecek bir politikaya dönmek istediler. Bu becerilebilecek bir şey değil. Cari açık artmış bir vaziyette. Buradan onlar umduğu gibi bir gelişme sağlanması mümkün değil.
Talep yanlı bakmamız lazım. Talebi artırmakla ilgili olarak bir perspektif benimsemek mümkündür. Biz diyoruz ki talebin artması farklı sektörlerde farklı sonuçlar üretir. Sermaye yoğun ve sabit sermaye yatırımlarıyla oluşmuş sektörlerde tam aksine talep artışı üretimi artırabilir. Ücretlerin maaşların artmasıyla talebin artması, enflasyonu artırmaz. Bugüne kadar Türkiye’de bunu tek seslendiren biziz gibi geliyor bana.”
© Tüm hakları saklıdır.