Cengiz Aktar*
Sorumsuz ve gayriciddî medya sayesinde hem içerde hem dışarıda AB ile Türkiye arasında yeni bir dönem başladığı, Ekim 2016’da pasaportu cebine koyanın kapağı Avrupa’ya atacağı, Türkiye’nin üç zamanda üye olacağı haberleri uçuşuyor. Pazar akşamüstü Brüksel’de ne oldu ve esas ne olmadı, açalım.
·Davutoğlu’nun “tarihî anlaşma” lâflarının aksine Belçika ve Hollanda başbakanları at pazarlığının sadece mülteciler için yapıldığını açıkladı. Zira vize muafiyeti ve üyelik müzakeresi, Komisyon başkanı baş düzenbaz Juncker’in daima çaktırmadan ima ettiği gibi Türkiye’nin asla yerine getirmeyeceği veya getiremeyeceği koşullara bağlı olacak.
·Vize muafiyetinin 72 koşulu olan kendi yol haritası var. Bağımsız think tank ESİ yol haritasının çetelesini tutuyor. Şu bağlantıdaki çetele geçen yıl bu zaman Türkiye’nin koşulları karşılamaktan ışık yılı kadar uzak olduğunu gösteriyordu. Misâlen, iktidarın hiç işine gelmeyen kişisel veriler sözleşmelerini imzalamak, Türkiye’ye vizesiz seyahat hakkı olan bazı ülke vatandaşlarını engellemek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4 ve 7. Protokollerinin onaylanmak gibi. Geçen bir yıl zarfında son derece az yol alındı. Ama muafiyetin, medyanın muştuladığı gibi Ekim 2016’de gerçekleşebilmesinin önündeki en büyük engel Türkiyeli IŞİD’çiler. MİT’in ilân ettiği 3000 Türkiyeli IŞİD’çi dahî vizenin kalkmaması için yeter de artar. Bu psikoza kronik insan hakları ihlalleri sonucunda artan Türkiyeli mültecileri eklemek lâzım. Sonuç olarak Ekim 2016 da bugüne kadar verilmiş bütün uyduruk tarihler gibi gelip geçebilir, haberiniz ola!
·Üyelik müzakeresine gelince, 14 Aralık’ta açılacak olan ortak para avroyu kapsayan Ekonomik ve Parasal Politika faslının açılması sembolik bir anlam taşısa da faslın olmazsa olmaz koşulu ve müzakerenin bitmesi için gereken “Merkez Bankası bağımsızlığı” hükümet programında bile yok. Ama en önemlisi Türkiye yapısal ekonomik nedenlerden ötürü öngörülebilir bir zaman içinde avroya asla dâhil olmayacak.
·Zirve sonuç bildirgesinde açılabileceğinden bahsedilen diğer fasılların hangileri olduğu belli değil. Açılmasının önünde siyasî engel olmayan üç fasıl Kamu Alımları, Rekabet Politikası ile Sosyal Politika Ankara’nın açılış kriterlerini karşılamamasından açılamıyor. Öte yandan toplantının birebir konusu olan mülteci politikası epeyidir adı edilen ama Kıbrıs’ın tek taraflı olarak bloke ettiği Adalet Özgürlük Güvenlik faslında ele alınır. Suriyelilerin Avrupa’da istikbal aramalarının nedeni Türkiye’nin 1951 BM Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ne koyduğu çekince dolayısıyla kurumsallaştıramadığı mülteci politikasıdır. Çekincenin kaldırılması bu faslın gereğidir. Oysa AB Türkiye ile mülteci pazarlığı yaparken bu temel konuyu, olması gerektiği gibi üyelik müzakereleri kapsamında ele almıyor, mülteci zaptiyeliği kapsamında ele alıyor. Her hal ve karda Zirve sonuç bildirgesinde diğer başlıklar üye ülkelerin pozisyonlarına halel getirmemek kaydıyla açılabilir ibaresi Kıbrıs vetosunun devam edeceği anlamına gelir. Müzakeresi süren 13 fasılda Komisyon’un yakında açıkladığı İlerleme Raporuna göre pek bir ilerleme olmadığını düşünecek olursak üyelik müzakereleri her iki tarafın da önceliği değildir.
·Gelelim verilecek 3 milyar avroya. Bu meblağın 500 milyonu AB bütçesinden geri kalanı üye ülkeler tarafından verilecek. Üye ülkelerden şimdiye kadar sadece İngiltere bir rakam telaffuz etti. Komisyon’dan gelecek 500 milyon Türkiye’nin zaten alacağı Katılım Öncesi Araç’tan mı yoksa yeni bir kaynaktan mı belli değil. Her hâl ve karda AB tarafı bu kaynakları uzman BM kuruluşları üzerinden aktarır ve sürekli denetler. Bu kuruluşların Türkiye’de çalışmaları çok sınırlı. Türkiye gibi malî denetimi olmayan bir ülkeye bu kaynaklar nasıl ve hangi vasıtayla verilecek bu da belli değil.
·Bu çerçevede AB’nin yükün paylaşımı adı altında öngördüğü 3 milyar avro, Türkiye’nin harcadığı rivayet olunan ama hiçbir resmî kaydı bulunmayan 8 milyar dolara karşılık geliyormuş. AKP’lilerin meydanlarda salladığı bu rakamın kaydı olmamasına rağmen AB bunu veri olarak kabul ediyor. Normal değil.
·Mutabakat uyarınca AB tarafı mültecileri düzenli bir şekilde Avrupa ülkelerine transfer edecek (resettlement). Ancak bu, üyelerin paşa gönlüne kalmış bir uygulama. Yani uygulanmayabilir, uygulandığında ise en vasıflıları seçilecektir. Kaldı ki AB’nin diğer ülkeleri taahhütte bulundukları transferleri İtalya ve Yunanistan’dan aylardır yapmıyor.
·Gelelim AB’nin Türkiye’den beklentilerine. İlkin Kuzey Kore gibi sınırları askerî olarak sımsıkı kapalı bir ülke olmadıkça insan göçünü engellemek mümkün değildir. Mülteciler maalesef Türkiye’nin göstermelik bir iki sert uygulamasına maruz kalacaklar ama akım devam edecek.
·2 milyon Suriyeli mülteciyi burada kalmaya teşvik etmek üzere AB’nin sunduğu havuç Arapça eğitim, sosyal güvenlik ve sigortalı çalışma olanakları öngörüyor. Abesle iştigal deyip geçelim.
·İltica talepleri reddedilenlerin geri kabulü ise kâğıt üzerinde pek fiyakalı duran ama dünyada uygulanabilirliği/infazı yüzde 5’in altında olan anlaşmalardır.
Kotarılan anlaşmanın Türkiye’nin AB üyelik sürecini canlandırmak üzere yapılmadığı açıktır. Aksine bu anlaşma üyelik sürecinin sonunun ya da en hafifinden, üstelik her iki taraf için hiçbir öncelik arz etmediğinin kanıtıdır. AB yaz aylarından beri “müstakbel üyesi” Türkiye’deki hukuk, demokrasi, insan hakları ihlâllerini alenen görmezden gelmeye başladı. Kendi ilke ve değerlerini Türkiye bağlamında hiçe sayarken Türkiye ilişkisini yeniden tanımladı ve memleketi herhangi bir üçüncü ülke konumuna indirdi. Buna rağmen bu beyhude anlaşmanın, kısmen gelecek para dışında hiçbir ciddî sonucu olmayacaktır. Olan, eziyet çekecek mültecilere ve elbet Türkiye’de yalnız başlarına demokrasi mücadelesi vermeye çabalayan insanlara olacaktır.
Bu yazı 1 Haziran 2012’den bu yana yazdığım Taraf’taki son yazım. Memleketin içinde bulunduğu toplu cinnet ve derin çürüme haline tanıklık etmeye haberdar.com sitesinde devam edeceğim. Gazetedeki dostlara ve okurlara bakî selamlarımı iletiyorum.
*Bu yazı taraf.com.tr adresinde yayımlanmıştır.