Politika

Cemal Tunçdemir: Yargı bağımsızlığı ABD'nin sigortasıdır; Trump, kararını beğenmediği yargıcı görevden alamaz

"Sistem şimdilik direniyor..."

13 Şubat 2017 15:47

Cemal Tunçdemir*

Trump’ın başkanlığının ilk üç haftasında yaşananlar, ABD sisteminin başarısının sırrı olan denge ve kontrol işleyişinin 214 yıllık tarihinin en ciddi sınavlarıyla karşı karşıya kalabileceğinin de sinyali oldu. 

Yemenli iki kardeş Tareq Mohammed ve Ammar Mohammed Aziz, 28 Ocak’ta Virginia Dulles Havaalanı’na indiklerinde birazdan yaşayacaklarını tahmin bile edemezlerdi. ABD’nin yeni başkanı Donald Trump, onlar havadayken imzaladığı kararname ile yedi Müslüman nüfuslu ülkenin vatandaşlarına 120 gün süreyle ABD’ye giriş yasağı getirmişti. Dahası karar hemen uygulanmak üzere tüm gümrük kapılarına bildirildikten sonra kamuoyuna açıklanmıştı. Yemen de bu ülkelerden biriydi.

Aziz kardeşler, Michigan’da yaşayan ABD vatandaşı babaları aracılığı ile ‘yeşil kart’ olarak bilinen kalıcı göçmen vizesine sahipti. Buna rağmen Yemen vatandaşı oldukları için elleri kelepçelenip gözaltı odasına götürüldüler. Gümrük ve Hudut Koruma Dairesi (CBP) görevlileri hemen İngilizce hukuksal bir metni önlerine koyarak imzalamalarını istedi. Eğer imzalamazlarsa, sınır dışı edilecekleri ve 5 yıl süreyle ABD’ye giremeyecekleri tehdidi ile birlikte…

Yaşadıkları şokun etkisiyle pek bir şey anlamadan imzaladıkları İngilizce hukuksal metin ile, vize haklarından vazgeçmiş oldular. CBP görevlileri de buna dayanarak vizelerini iptal etmişti. CBP’nin bir aldatmacayla yapılanı meşrulaştırmaya çalışması boşuna değildi. Başkan’ın anayasaya ve kişisel haklara karşı bir kararnamesinin Amerikan yargısından göreceği tavrı tahmin ediyorlardı.

Konunun kamuoyuna yansımasından sonra sadece saatler içinde müthiş bir refleksle havaalanlarına koşan binlerce gönüllü avukatın aktivizmi ile kriz anında mahkemelere taşındı. Ve federal mahkemelerden yasağı geçici olarak askıya alan kararlar gelmeye başladı.

28 Ocak’ta ilk kararı alan New York Bölge Federal Yargıcı Ann Donelly, uygulamanın eşitliğe aykırılığı ve davacı mağdurların davayı kazanma şanslarının yüksek göründüğü, dava sonuçlanıncaya kadar telafisi imkansız zarar görebilecekleri gerekçeleriyle başkanlık kararnamesinin uygulanmasını geçici olarak askıya aldı. Bu, diğer mağdurlar için de emsal niteliği taşıyordu.

Politik değil anayasal kriz

Bu aşamada ABD açısından bugüne kadar düşünülemeyecek bir şey oldu. CBP, Beyaz Saray’dan geldiği medyaya yansıyan talimatlarla bu ilk mahkeme kararlarına direnmeye başladı ve havaalanlarında gözaltına devam etti. Kuvetler ayrılığı ilkesinin en güçlü şekilde uygulandığı demokrasi olan ABD’nin, Trump döneminde çokça yaşayacağı anlaşılan bir politik kriz ile değil, gerçek bir anayasal kriz potansiyeli ile yüz yüze kaldığını anlamaya başladığı an oldu bu.

Bu arada dört federal yargıcın benzer tutumlarıyla yasağı askıya alan karar sayısı 5’e yükseldi. 3 Şubat’ta Seattle Bölge Federal Mahkemesi yargıcı James Robart Trump’ın kararnamesini ülke genelinde ve derhal askıya aldı.

Yargıçların kararlarının ‘politik bir motivasyona’ dayandığını söylemek olanaksızdı. Çünkü her biri Cumhuriyetçi veya Demokrat farklı bir başkan tarafından göreve seçilmişlerdi. Örneğin Seattle yargıcı Robart’ı bu göreve seçen George W. Bush’tu ve Robart, Senato’nun 100 üyesinin tamamının onayı ile görevine başlamıştı.

Altı yargıcın da kararlarındaki en güçlü gerekçe, kararnamenin, ifade özgürlüğü ve eşitliğin anayasal garantisi olan Anayasa Birinci Ek Maddesi’ne açıkça aykırılığıydı. ABD Anayasası’nın bu ilk maddesi, devlete herhangi bir inancın lehine veya aleyhine düzenleme yapma yasağı getirmesiyle Amerikan laikliğinin de temelini oluşturuyor. Trump’ın kararnamesinin, yasağa konu 7 Müslüman nüfuslu ülkeden başvuracak Hristiyanlara ayrıcalık getirmesi bu gerekçeye delil oldu. Nitekim Trump da kararını savunurken, Hristiyan mültecileri Müslüman mültecilere önceleme amacı taşıdığını söyleyecekti.

Mahkemelerin ikinci gerekçeleri ise, devletin, Kongrenin çıkardığı bir yasa olmaksızın, bir kişinin hayat, özgürlük ve mal varlığına dokunmama yasağını çiğnemesi oldu. Üçüncü ortak gerekçe ise Anayasa’nın 14. Ek maddesinin garanti altına aldığı anayasal eşitlik ilkesine aykırılık oldu. Bu ilke gereğince hukukun koruması, sadece ABD vatandaşlarını değil, ABD’de bulunan herkesi kapsar. Trump’ın kararnamesi hiçbir yerinde Müslümanlar veya İslam tabiri kullanmayarak kanuna karşı hile yoluna gitti. Trump’ın danışmanı Rudy Giuliani de, Trump’ın kendisinden 'Müslüman yasağını yasal açıdan meşrulaştıracak bir metin' hazırlamalarını istediğini ağzından kaçıracaktı.

Trump yönetimi yargı duvarına çarptı

Trump’ın ‘sözde yargıç’ diye andığı Seattle yargıcı Robart’ın kararına tepkisi sert oldu, kararın ‘ülkede yasaların uygulanmasını yok ettiğini’ iddia ederek, ‘bu gülünç karar temyiz edilecek ve oradan dönecektir’ diye yazdı. Ancak, Trump yönetimi yargı duvarına çarptığı gerçeğini kabullenmek zorunda kaldı. İç Güvenlik Bakanlığı karara uyulacağını ve kararnamenin ugulamasının askıya alındığını açıkladı. Dışişleri Bakanlığı da kararname sonrası iptal edilen 60 bini aşkın vizenin yeniden geçerli hale geldiğini duyurdu.

Trump yönetimi, Seattle yargıcının kararına 9. Federal Temyiz Mahkemesi’nde itiraz etti. 7 Şubat’taki ilk duruşma temyiz mahkemesinin üç federal yargıcı ile hükümet avukatı arasında çarpıcı diyaloglara sahne oldu. Jimmy Carter döneminde yargıç olan William Canby, avukata, ‘Başkan, Müslümanların ülkeye girişine izin vermeyeceğiz diyebilir mi?’ diye sordu. Avukatın, kararnamede böyle söylenmiyor sözü üzerine yargıç ‘Bunu biliyorum. Başkan bunu yapabilir mi yapamaz mı diye soruyorum’ diye çıkıştı. Avukatın lafı dolandırması karşısında biri Bush döneminde atanmış iki yargıç da avukata “Hâlâ soruya yanıt vermediniz” hatırlatmasında bulundu. Böylece üç yargıç da yönetimin ‘terörizmle mücadele’ iddiasından şüphe duyduklarını göstermiş oldu.

ABD’de yargıçların gücü nereden geliyor?

Yargıçlara bu gücü veren, ABD sisteminin özünü oluşturan denge ve kontrol sistemi. ABD’de, kuvvetler ayrılığı ilkesinin görece başarıyla uygulanmasının ve dünyanın diğer demokrasilerinin çoğundan farklı olarak 200 yıl boyunca açık bir totaliter rejim veya darbe deneyimi yaşamadan sağlıklı işleyebilmesinin en temel nedeni.

Yasayı yapan (Kongre), yasayı uygulayan (Başkan ve kabinesi) ve yasayı yorumlayan (yargı) güçler hem birbirinden bağımsız hareket etme gücüne hem de yetkilerini aştıklarında birbirilerini denetleyebilecek güce sahipler. Denge ve denetleme sistemi, devletin üç erki arasında sürekli bir tansiyon ve çekişme üretiyor. Fakat bu tam da Amerikan kurucu babalarının istedikleri şeydi. James Madison, ‘Her erkin ihtirası, bir diğer erkin anayasal yetkisini aşmasını frenler’ diye savunacaktı bunu.

Denge kontrol sisteminin en önemli unsurlarından biri de yargısal denetim. Yargının, başkanın kararname ve uygulamaları ile Kongrenin çıkardığı yasalar üzerindeki denetimi ise 1803 tarihli ‘Marbury v. Madison’ adlı davadaki hükmüne dayanır. Tarihinin en önemli kararı sayılan bu içtihadı ile Yüksek Mahkeme, yargının, Kongrenin çıkardığı bir yasayı bile anayasaya aykırılık gerekçesiyle iptal edebileceğine hükmetti. Nitekim mahkeme, iki asır boyunca yaklaşık 200 yasayı anayasaya aykırılık gerekçesiyle iptal etti. Yargının kararını beğenmeyen temyiz edebilir ancak nihayetinde son noktayı yine Yüksek Mahkeme koyar.

Yasamanın yetkisini suistimale bariyer

ABD’nin kurucularından Alexander Hamilton, “yasama erkinin yetkisini suistimale karşı bariyer” şeklinde tanımladığı yargısal denetimin, “Amerikan devlet sisteminin karakterine en fazla şekil veren şey” olduğunu yazacaktı. ABD’nin 4. Başkanı James Madison da, bugün mahkemelerin Trump’ın kararına karşı kararlarına dayanak yaptıkları ilk 10 ek maddeyi, 1789’da Kongre’ye sunduğu günlerde şöyle savunacaktı:

“Bağımsız yargı, kendisini bu hakların en öncelikli koruyucusu görecek. Yasama veya yürütme gücünün bu haklara dokunmaya dönük her türlü girişimine karşı aşılmaz bir siper olacak. Anayasa tarafından ilan edilen temel haklara her el uzatıldığında direniş sergileyecek.”

Yargısal denetimin sigortası ise yargıç bağımsızlığıdır. Örneğin Trump, kararını beğenmediği için ‘sözde yargıç’ diye andığı Seattle yargıcını görevden alamıyor. Federal yargıçlar kendi istekleriyle emekli olmazlarsa ‘ömür boyu görev yapmak’ üzere göreve seçildikleri ve özlük haklarında da hiçbir şekilde geriye götüren bir düzenleme yapılamayacağı için siyasi etkilerden bağımsız olarak karar alma gücüne sahipler. Bu nedenle de yargıçların kendilerini seçen başkanlara bile karşı kararlar almaları sıkça karşılaşılan bir durum.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, ‘United States v. Nixon’ davası. 1974’te Watergate skandalı sırasında ABD Yüksek Mahkemesi’nin ikisini Nixon’ın atadığı, 8 üyesi oy birliği ile Başkan Nixon’ın ‘başkanın yargılanamayacağı’ iddiasını reddetmiş ve devlet sırrı iddiasıyla mahkemeye gönderilmeyen Oval Ofis tapelerinin derhal mahkemeye gönderilmesine karar vermişti. Nixon birkaç gün sonra başkanlıktan istifa etmek zorunda kaldı.

Bir federal yargıcı azletme yetkisi ise sadece ABD Kongresine ait. Ancak prosedür ABD başkanını azletme süreci gibi olduğundan, Kongrenin her iki kanadının da en az üçte ikisinin uzlaşması gerekiyor. 230 yıllık Amerikan tarihinde sadece 13 federal yargıcın Temsilciler Meclisinde azli yeterli oya ulaştı, bunların 8’i Senato’da onaylandı. Bu olayların tamamında, yargıcın rüşvet alması gibi kesin ispatlanmış kişisel kriminal fiiller söz konusuydu.

Dengel ve kontrol sisteminin
önemli aktörü: Sivil toplum

Amerikan denge ve kontrol sisteminin çok önemli bir aktörü daha var: Sivil toplum. 1830’larda yayınlanan ve Amerika hakkında bugüne kadar yazılmış en önemli kitap kabul edilen ‘Amerika’da Demokrasi’ kitabının yazarı Alexis de Tocqueville’e göre, demokrasi doğası gereği gölgesinde diktatörlüğün de kolaylıkla yeşerebileceği bir sistemdi. Demokrasinin bu en büyük zaafına karşı en önemli bariyer ise ‘tiranlığa karşı siperler’ diye andığı devlet dışı sivil örgütlenmelerin gücüydü. Bir Fransız aristokrat olan Tocqueville, ABD’ye ilk geldiğinde her kafadan bir ses çıkmasını ve kontrolü zor dağınık sivil toplumsal alanı rahatsız edici bir keşmekeşlik olarak görmüştü. Ancak çok geçmeden, sendikalardan dini gruplara, gazetelerden hak örgütlenmelerine kadar tüm bu sivil yapıların çoğu zaman ‘sahte krizler’e yol açan adeta ‘ritüelleştirilmiş histerileri’nin ‘demokratik yaşamın ta kendisi olduğunu’ ve bu şekilde tiranlığa karşı da en hayati engelleri oluşturduklarını savunmaya başlayacaktı.

Tocqueville'in tezini destekleyebilecek en çarpıcı örneklerden biri, 27 Ocak 2017’de Trump’ın yasağının açıklanmasından birkaç saat sonra ortaya çıktı. Binlerce protestocu ülkenin tüm uluslararası havaalanlarına doluştu. Ancak asıl bariyeri, ne yapılması gerektiğini bilen sivil örgütler kurdu. Yaklaşık 100 yıldır Müslüman ya da Hristiyan, muhafazakâr veya komünist, ırkçı ya da terör zanlısı herkesin ilk 10 ek maddedeki anayasal haklarını savunmasıyla ünlü Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ACLU) binlerce gönüllü avukatıyla yasağın hızla saatler içinde mahkemelere taşınmasını sağladı. Ülkenin en büyük sendika konfederasyonu AFL-CIO da binlerce üyesi ve avukatları ile havaalanlarına kamp kurdu. Farklı inançlardan dini gruplar, göçmen dernekleri, hukuk oluşumları ve her partiden politikacılar bu karara karşı benzeri bir sivil itiraz yükseltti. En önemlisi ana akım medya, kendisinden hazzetmeyen Trump’ı daha da kızdırma pahasına bu direnişe geniş yer verdi ve kamuoyunu bilgilendirdi.

“Unprecedented (benzeri görülmemiş)” sözcüğü bugünlerde ABD’deki siyasi yorum ve haberlerde en fazla kullanılan sözcük. Trump’ın başkanlığının ilk üç haftasında yaşananlar, ABD sisteminin başarısının sırrı olan denge ve kontrol işleyişinin 214 yıllık tarihinin en ciddi sınavlarıyla karşı karşıya kalabileceğinin de sinyali oldu. Bazı yorumculara göre, Trump’ın hukuka aykırılığı çok açık bir kararnameyi uygulama ısrarı da, terörle mücadeleden çok denge ve kontrol sistemini test etmek. Ana akım medyayı, yargıyı, sivil toplum örgütlerini aynı anda itibarsızlaştırmaya çalışması ve Amerikan politik atmosferi ile toplumu radikalleştirme ve kutuplaştırma stratejisi de, hedefinin terörden ziyade, önündeki en büyük engel olan denge ve kontrol sistemi olduğu şüphesini güçlendiriyor.

Sistem şimdilik direniyor. Ancak geniş bir konsensus olmadan bu direnişini sürdürmesi mümkün değil. Cumhuriyetçi çoğunluklu Kongre üyelerinin, pek hazzetmeseler de, tabanlarını etkisi altına almış Trump’a karşı korkaklığı, toplumda yükselen güçlü göçmen karşıtlığı ve terör korkusu Trump’ın işini kolaylaştırıyor. Amerikan sistemi hiç olmadığı kadar kırılgan bir süreçten geçiyor.


Bu yazı Al Jazeera Türk'ten alınmıştır

@CemalTDemir