Gündem
BBC Türkçe

Cemal Kaşıkçı neden önemli, Suudi gazeteciye ne oldu?

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'dan İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğuna girdiği 2 Ekim'den bu yana haber yok. Peki kaçırılması ya da öldürülmesi sadece onun Suudi yönetimini eleştiren bir gazeteci olmasına indirgenebilir mi? Gazeteci Fehim Taştek

18 Ekim 2018 08:01

Cemal Kaşıkçı'nın kaçırılması ya da öldürülmesinin arkasındaki saik basitçe onun Suudi yönetimini eleştiren bir gazeteci olmasına indirgenebilir mi?

Eleştirileri "muhalefet" değil "nasihat" çerçevesindeydi. Ama kendisi bir gazeteciden fazlasıydı. Haliyle onu hedef yapan şey, mütevazı reform talebi ya da "Yemen'deki savaş İslam dünyasındaki liderliğimize zarar veriyor" uyarısının ötesine geçiyor.

Kaşıkçı'nın talep ettiği evlilik belgesi için Washington'daki Suudi Büyükelçiliği tarafından İstanbul Başkonsolosluğuna yönlendirilmesi, böylelikle suç mahalli olarak Türkiye'nin seçilmesi, Körfez medyasının Kaşıkçı'nın Katar, Türkiye ve İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) ile bağlantıları üzerinde durması, bir gazeteciyi aşan hesaplaşmayı resmediyor.

Bu hesaplaşma son yıllarda iyice belirginleşen iki eksen arasında. Ayrıştırıcı faktör ise Suudi devletinin resmi mezhebi Vehhabilik ile İhvan'la özdeşleşen "siyasal İslam" arasındaki kan uyuşmazlığı. Bu uyuşmazlığın tarihsel arka planında Kaşıkçı'nın da tam ortasında yer aldığı uzunca bir süreç var. Geçmişten önce güncel plandaki kilometre taşlarına bakalım:

-İhvan 2011'de "Arap Baharı" dalgasıyla iktidar şansını yakaladı. Mısır'da Özgürlük ve Adalet Partisi, Tunus'ta El Nahda seçimlerle iktidara geldi. Fas'ta Adalet ve Kalkınma Partisi, Ürdün'de İslami Eylem Cephesi ve Kuveyt'te İslami Meşruiyet Hareketi sandıkta başarılar elde etti. Libya, Yemen ve Suriye'deki türbülanslarda da İhvan sahneye çıktı. Statükoya alternatif olarak görülen ve sakıncalı addedilen İhvan'la yeni iktidar kuşağı Körfez'in monarşilerini alarma geçirdi.

-2013'te Mısır'da Sisi darbesiyle İhvan kuşağına "Dur" denilirken müdahalenin ana finansörleri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) idi.

-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rabia'yı simgeleştirerek İhvan'a sahip çıkması ve kadrolarına Türkiye'de himaye sunması kaşların çatılmasına neden oldu.

-Katar'ın, Suudilerin Vehhabi-Selefi kanallardan yürüdüğü İslam dünyasında kendilerine alan açmak için İhvan'ı kullanması Körfez'deki diğer oyuncular için zaten rahatsızlık nedeniydi. El Cezire'nin İhvan liderleriyle yaptığı yayınlar nedeniyle Katar, 2014'te hedef tahtasına konuldu. Kendi istikametinden şaşmayan Katar 2017'den itibaren abluka ve tecrit dahil kapsamlı bir çökertme stratejisiyle karşı karşıya kaldı.

-Türkiye, Katar'da üs kurarak Körfez'in müdahale planlarına karşı kalkan olarak devreye girdi.

-Suudi Arabistan ve BAE'de "saraylı" çevrenin Türkiye'de AKP iktidarına karşı 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbeye girişimine umut bağladıkları görüldü.

-ABD Başkanı Donald Trump'la, özellikle de damadı Jared Kushner'le özel bir ilişki geliştiren Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman sarayda ipleri eline alırken Türkiye ve Katar'a karşı sıra dışı bir dil kullanmaya başladı. Muhammed bin Selman, İhvan'a "Yok edilmesi gereken terör kuluçkası" derken; İran, Türkiye ve Katar'ı "şer ekseni" olarak niteledi.

-Suudi Arabistan, ABD'nin yönlendirmesiyle Türkiye'nin "terör oluşumu" olarak baktığı Suriye'de Fırat'ın doğusunda Suriye Demokratik Güçleri'ne el attı.

Bütün bunlar bir tarafta Katar, Türkiye ve İhvan; diğer tarafta Suudi Arabistan ve BAE'nin olduğu kamplaşmayı derinleştirdi.

Peki, Kaşıkçı bu denklemin neresinde? Biraz geriye gitmek gerekiyor.

1960'larda İslam dünyasındaki komünist yayılma ve Mısır'da Cemal Abdünnasır'ın estirdiği pan-Arabizm rüzgârını kesmek için Suudi Arabistan, Rabıta'yı kurarak Selefiliği ihraç etmeye başladı. Bu yeterli olmayınca pan-İslamizm kartı öne sürüldü ve bu süreçte İhvan'a iş düştü. Bu planın baş destekçisi Kral Faysal, Abdünnasır'dan kaçan İhvan'a kapılarını açtı. Örgütün "eğitimli" kadroları Suudilerin hem içerde hem dışarda ihtiyacını görüyordu. Bu sayede İhvan üyeleri Suudi sarayına da girmiş oldu. 1979'dan itibaren Sovyetlere karşı Afganistan'a küresel "mücahit otobanı" kurulurken hem Vehhabi-Selefi havuz hem de İhvan kullanıldı. Bu süreçte iki akım iç içe geçti ve birbirini etkiledi.

Kral Faysal, Vehhabi geleneğinden sapmalar gösteren bir çizgiye sahipti. Kadınların eğitimi gibi belli konularda reformlara yönelmişti. Özellikle kadınlar için okulların açılmasına İstanbul doğumlu ve Adapazarlı bir Abhaz olan eşi İffet Hanım öncülük ediyordu. İffet Üniversitesi onun miraslarından biri. Kral Faysal babasından farklı olarak Filistin meselesiyle de ilgilenerek şimşekleri üzerine çekmişti.

Afganistan-Pakistan hattında El Kaide ve Taliban'ı doğuran seferberliğin sahadaki takipçisi ise Kral Faysal'ın oğlu Prens Turki bin Faysal idi. Yani Usame bin Ladin'i Afganistan'a gönderirken Kaşıkçı'nın da elinden tutan namlı Suudi Arabistan İstihbarat Şefi. Cemal Kaşıkçı'nın farklı tonlarda "militan İslam" ile teması Afganistan'daki mücahit kamplarında başlıyor. Spekülasyona açık bir konu olmakla beraber yaygın kanı şuydu: El Kaide lideri Usame Bin Ladin dahil mücahitlerle yaptığı röportajlar biraz gazeteciliğinin biraz da istihbaratla dirsek temasının gereğiydi.

Dayısı Kemal Ethem'den sonra gizli servisi 24 yıl yöneten Prens Turki, 2003'de Londra, 2005'te Washington'a büyükelçi olarak atandığında Kaşıkçı'yı danışman olarak yanına aldı.

Kaşıkçı yıllar içinde Ladin'le dostluktan "Radikalizme karşı siyasal İslam'ın önü açılmalı" diyen bir çizgiye gelmişti. İhvan da Kaşıkçı'ya örgütün hedeflerine ulaşmasına hizmet edecek "zeki bir aydın" olarak bakıyordu.

İhvan'ın siyasal alternatif olarak monarşilerin sonunu getireceğine dair korkular zamanla her şeyin önüne geçti. Sonuçta Suudi ölçeğinde bir ülke için siyasal reform yapmak, Vehhabi-Selefi çizginin bir tık üstünde yer alan İhvan'ın önünü açmak demekti. Bunu önlemek için bazı yerlerde İhvan pazarlık sürecine sokuldu; iktidara oynama hevesleri budanarak "Sadece eğitim ve yardım faaliyetlerinde bulunabilirsin" denildi.

BAE'de 1970'lerde Islah adıyla örgütlenen İhvan ilk dönemlerde prenslerden destek gördü. Hatta devlet kurumlarına ciddi oranda nüfuz etti. Gidişatı tehlikeli bulan yönetim 1990'larda önlem alma yoluna gitti. Arap Baharı'nda sesini yükseltme şansı bulan örgüt tutuklama furyasıyla susturuldu. BAE nihayetinde Kasım 2014'te Islah ve Mısır'daki İhvan'ı, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ile birlikte "terör listesine" aldı.

Katar'ın bu örgüte yaklaşımı ise "ikiyüzlü" idi. 1996'da Hammad bin Halife el Sani, Suudilerle bölgesel rekabetten kaçınan babasını devirip emirlik koltuğuna oturduktan sonra El Cezire kanalını kurup İhvan çizgisindeki örgütlere el attı. Ancak Emir, İhvan'ı, başka coğrafyalarda destekledi. Katar içinde faaliyette bulunmasını ise yasakladı. Pazarlıklar sonucu örgüt 1999'da Katar'da kendini feshetti.

İhvan 2013'ten sonra tamamen şeytanlaştırılırken Cemal Kaşıkçı da artık ters tarafa düşmüş oldu. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye yapılan darbeye ve İhvan'ın "terörist" ilan edilmesine karşı çıktı.

Bölgesel konularda Kral Faysal'ın çizgisinin bugüne izdüşümlerini Prens Turki ve Kaşıkçı'da da görmek mümkün. Prens Turki, ABD'de elçiyken Amerikalılara Ortadoğu'daki asıl meselenin İran değil Filistin-İsrail sorunu olduğunu telkin ediyordu. İran'ın tehlikeli bir yolda ilerlediğini düşünse de bu ülkeye saldırının "çok büyük bir felaket" olacağını düşünüyordu. Kaşıkçı'nın hissiyatı da bu yöndeydi. Bu tarafın bakışına göre İran durdurulmalı ama İsrail'in istediği şekilde değil.

Tahtın artık Abdülaziz ibn Suud'un torunlarına geçeceği yeni dönemde saray darbesiyle veliaht prens yapılan Muhammed bin Selman ise bütün sorunu İran'da görüyordu. Onu 2015'te Yemen'e saldırtan da İran'ın kollarını (Ensarullah) kesme hedefiydi.

Pek çok konuda Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayid'le eşgüdümlü hareket eden Muhammed bin Selman'a göre Katar ayrıca Suudi Arabistan'ın Kâtif bölgesi, Bahreyn ve Yemen'de İran bağlantılı grupları destekliyordu. Trump, Mayıs 2017'de ilk yurt dışı gezisini yaptığı Riyad'da 380 milyar dolarlık silah anlaşmasına imza atarken İran'a karşı 40 bin kişilik İslami Askeri Koalisyonu'nun kurulacağını ilan etmişti. Tam bu sırada Katar Emiri Şeyh Temim'in askerlerin yemin töreninde "İran'a yönelik düşmanlık beslemekte bir hikmet yoktur" dediği medyaya sızdırıldı. 2017'deki tecrit ve abluka hamlesinin tetikleyicisi de buydu.

Böylesi bir denklemde Cemal Kaşıkçı gibi El Kaide, Taliban ve 11 Eylül'ün hava korsanlarıyla bağlantılar dahil çok sayıda gizli dosyaya vakıf birinin karşı eksene kayması hayatının tehlikeye girmesi için yeterli. İhvan'la bağlantılı tarihsel arka plan da Kaşıkçı'yı çok özel bir yere oturtuyor.

Özetle kaçırılma ya da ölüm birkaç adımda geldi:

-Amerikan yönetimi, Katar'da Sani hanedanını çökertme planına göz yumarken; Cemal Kaşıkçı'nın Muhammed bin Selman'ın Trump'la yakınlaşmasını Suudi Arabistan için tehlikeli bulması "Yazma, tweet atma, sus" diye uyarılmasını tetikledi.

-Cemal Kaşıkçı geçen yıl Muhammed bin Selman'a mesaj göndererek kendisi gibi bir danışmana ihtiyacı olduğunu belirtip birlikte çalışmayı önerdi. Veliaht Prens, Kaşıkçı'nın İhvan ve Katar gibi iki düşmanla ilişkileri olduğunu belirtip reddetti. Bunun yerine ülkeye dönmesi için Kaşıkçı'ya telkinlerde bulunanlar çıktı. Bunların başında Muhammed bin Selman'ın küçük kardeşi ve Washington Büyükelçisi Halid bin Selman geliyor. Büyükelçi son 3 ayda Kaşıkçı ile 4 kez görüşerek tehlikede olmadığını söyledi.

-Kaşıkçı'nın geçen yıl New York'ta BM Genel Kurulu sırasında Katar Emiri Temim ile görüştüğü ve daha sonra Doha'da yeniden bir araya geldiği ortaya çıktı. Kaşıkçı'nın Washington Post'ta yazmasını sağlayanın da Temim olduğu öne sürüldü.

-Bu arada Kaşıkçı alenen "İhvan'ın Suud ayağı ve Katar'ın adamı" olarak resmedildi.

-Erdoğan'ın ekibiyle yakın temaslarına ilaveten Türkiye'den biriyle nişanlanması hassasiyeti artırdı. Tabii böyle zamanlarda insanların şeceresi de hatırlatılıyor: Kaşıkçı, Suudi Arabistan'ın kurucusu Abdülaziz ibn Suud'un özel doktoru olan Kayserili Muhammed Kaşıkçı'nın torunu. Yani Prens Turki anne tarafından, Kaşıkçı büyükbaba tarafından Türkiye'yle bağlantılı.

Kaşıkçı Suud Hanedanı'nda oyunun kurallarını bilen biriydi. Prens Turki'nin yanındayken elçiliklerin nasıl çalıştığını öğrenmişti. Buna rağmen İstanbul'a yönlendirilirken oyuna gelmesine kimse anlam veremiyor.

Yeni ortaya çıkan bilgilere göre Muhammed bin Selman'ın demir yumruğu altında duran Prens Turki, Kaşıkçı'yı ikna emrini aldı. Kaşıkçı'yı arayan Turki tehdit olmadığını belirtip konsolosluğa gitmesini telkin etti.

Bu suçu işleyenlerin hesabına göre Muhammed bin Selman'ın Trump ile dostluğunu bozacak ya da hassas bilgileri düşmanlarla paylaşabilecek aileden biri bertaraf edilmiş, Türkiye ve Katar'a da dersleri verilmiş oldu.

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir