01 Eylül 2009 03:00
Yurt dışındaki başarıları nedeniyle bu hafta en çok konuşulan isimlerden biriydi Abdullah Oğuz...
Türk sinemasındaki canlanmayı pek de inandırıcı bulmayan Oğuz, gişe yapanların hep aynı isimler olduğuna dikkat çekiyor. Kendisi ve filmleriyle ilgili ön yargılardan bıktığını söyleyen Oğuz, “Rol uygun olursa Ebru’ya yine başrol veririm” diyor, evliliğe de oldukça sıcak bakıyor.
Hiç beklediğim gibi birisi değil Abdullah Oğuz. Snob, soğuk biraz da ukala birisini bekliyordum (elinde purolu fotoğraflarının etkisi olsa gerek) ancak karşımda son derece içten, nazik, “Üşüdünüz mü?” diye tam üç kere soracak kadar düşünceli birisini buldum. Kestirdiği saçları ve yaşadığı aşk nedeniyle daha da bir gençleşmiş üstelik... Şu günlerde her ne kadar özel hayatıyla gündeme gelse de, dünya çapında işler yapmanın haklı gururunu yaşıyor. Çektiği Mutluluk filmiyle New York Times Gazetesi’nde övgü dolu yazılara mazhar olmak her babayiğidin harcı değil ne de olsa ya da Sıcak filmiyle Montreal Film Festivali’ne seçilmek... Ne diyelim, o başarıyor, bize de kendisini haber yapmak kalıyor...
Öncelikle yeni projelerinizden bahsedelim, neler yapıyorsunuz bu aralar?“Kandıramazsın Beni” adlı bir TV programı yapıyorum. Ayrıca hazırlık aşamasında olan bir dizim ve iki sinema filmim var. Dizimin hikâyesine çok güveniyorum, çok farklı bir töre öyküsü. En az Asmalı Konak kadar ses getirecek bir iş! Filmlerim senaryo aşamasında. Biri komedi tarzında, Tarantinovari bir şey. Diğeri, Meryem üçlememin sonuncusu! Yıldırım Türker’in bir hikâyesi. Doğu’dan yola çıkan Meryem’in Berlin ya da New York’ta yaşadıkları.
Krize rağmen Türk sineması dur durak bilmiyor, pek çok yeni
film çekiliyor. Bu gerçekçi bir tablo mu?
Yapılan film sayısı çoğaldı, bu sevindirici ama baktığınızda iş yapan filmlerin sayısı beşi geçmiyor. İlgi duyulan filmler (Issız Adam hariç) komedi filmleri. Seneye Cem Yılmaz ya da Recep İvedik olmasın seyirci sayısı hemen düşer. O noktada ilerleme yok yani!
Recep İvedik demişken, son dönemde çekilen filmleri nasıl bulduğunuzu sorsam?
Recep İvedik’i çok beğendiğimi söyleyemem, tarzım değil. 7 yaşındaki kızımın Recep İvedik’i görmesini istemedim çünkü çok küfürbaz. Ama film mi, film. Mahsun’un Güneşi Gördüm’ünü maalesef seyretmedim. Ama Mahsun’un da yüreğini bu işe koyduğunu görüyorum. Hem kamera arkasında, hem önünde var. Belki onların bir tanesinden kurtulup diğer alanlarda zaman harcaması lazım. Çok heyecanlı evet ama o heyecan şöyle yanlış bir yönlendirmeye neden oluyor; birçok şeyi bir kerede aynı senaryonun içinde tüketebilir. Bu tehlikeli! Cem Yılmaz, yapımcısıyla birlikte filmlerine çok para harcıyor, bunun karşılığını alması için de ciddi bir marketing yapması lazım. O dönemde çok büyük bir beklenti yaratıyorlar. Neticede ise o beklentiyi karşılamıyor gibi görünüyor. Beklenti olayında dikkatli olmalı... Ama Cem çok akıllı bir adam, hem kendine hem belli bir kitleye günah çıkartmasını biliyor. Hokkabaz’la, “Sanat adına da varım” derken diğer taraftan da, “Sizin istediğiniz Cem Yılmaz olarak Arog’u veriyorum” diyor.
Sıcak’tan 1 trilyon zarar ettim!
Sıcak filminiz maalesef gişede yüzünüzü güldürmedi. Sizce neden?
Sıcak, benim için Mutluluk’tan daha zor bir filmdi. Ama yeterli seyirciye ulaşmadı, bunda kara film olması ve yılbaşına denk gelmesi etkiliydi. 1 trilyon lira zarar ettim! Başkası büyük ihtimal etmezdi, bu da benim deliliğim. Bir adada geçen üç kişilik filme 2 trilyon harcamamak lazım mantık olarak. Ama pişman değilim. Çektiğim filmi 10 sene sonra izlediğimde de arkasında durabilmem önemli çünkü. Şunu da söyleyeyim, ben filmlerimi seyirciyle buluştuktan sonra izleyemem. Filmimi yolculuğa çıktığı zaman yalnız bırakırım. “Ah, keşke şurasını da şöyle yapsaydım, niye böyle çekmedim?” der dururum.
Başrolde sevgiliniz olan Ebru Akel’i oynatmak, filminizin izlenmemesinin sebeplerinden biri olabilir mi? Çevremde pek çok kişi bu yüzden gitmedi çünkü Sıcak’a.
Filme gitmeden önce bu tarz söylemler oluyorsa bu ön yargıdır ama gittikten sonra “Niye oynatmış?” derlerse o çok büyük sorun işte. Ama bu ikincisiyle hiç karşılaşmadım. Çünkü Ebru’nun performansı filmde en çok taktir edilen performans oldu. Demek ki o zaman iş ön yargıya geliyor. Eleştiri olabilir ama ön yargı olmasa keşke...
M. Y. Yılmaz, Mutluluk filmini yollamayarak Oscar şansını kaçırdık diye yazmıştı.Gitseydi kesin ilk beşe girerdi.
Ebru beni şımartıyor yüzüme kremler sürüyor.
Adınızı son dönemde Ebru Akel’le yaşadığınız aşkla duyuyoruz. Bu durum nasıl etkiliyor sizi?
Memnun değilim tabii. Hayatımda ilk defa “Azzz sonra” diye bir magazin programında gördüm kendimi. Ama Ebru’yla birlikte çekilmiş bir kare fotoğrafımız var. O karede de Ebru’nun yüzü görünmüyor ve orada bile bir duygu var.
Evleneceğiniz doğru mu?
Olabilir. Bir acelemiz yok. Şu anda çok iyi gidiyor, olur olmaz. Ben tecrübeli olduğum için bu daha çok Ebru’yla ilgili bir şey. Yarın da evlenebiliriz, 3 yıl sonra da olabilir. Mutluyuz o kadar!
Yaş farkını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok kişisel bir şey bu. Yaşımın farkında değilim ki ben. Çocuklarımla basketbol oynuyorum, 30 yaşından daha genç yaşıyorum. 50 yaşının keyfini çıkartan olgunluklar hayatımı çok güzel süslüyor. Bu nasıl yaşadığınızla alakalı. Biz o kadar sanatla yaşıyoruz ki, her gece yatarken “Allah’ım n’olur ruhumu teslim edene kadar üretebileyim” diye dua ediyorum. Biz bunlarla beslenen adamlarız, dolayısıyla her zaman genç kalmak zorundayız. Ne mutlu bizimle yaşayanlara.
Aşk kelimesinin tanımı sizin için nedir?
Deli miyim ben bu kadar zor bulunan şeyin sırrını vereyim... (gülüyor)
Ebru Hanım’ın neyine aşık oldunuz?
Yüreğine! Çok sağlam bir yüreği var. Çok sevecen. Ebru beni çok şımartıyor. Hayatımda ilk defa her gün dışarı çıkarken yüzüme, elime ayağıma krem süren bir kadın var. Bu çok önemli. Beni taşıyor evet, ama taşımanın dışında da üzerime titriyor ve şımartıyor.
19 yaşından beri tanıyorum dediniz ama sonradan ne oldu da aşk oldu aranızda?
Zamanlama... İkimizin de algılarının açık olduğu bir zaman, tamamen bir elektriklenme. İkimizin de belki birbirimize çok ihtiyacı olduğu bir zaman. Aslında Ebru’yu tanıdıkça ona hayran oldum. Azmi, hırsı, terbiyesi...
Çekimler başlarken Ebru’yla aramızda aşk yoktu.
Sıcak’ta başrolü Ebru Akel’e vererek neden risk aldınız, başka bir ismi oynatıp bu dedikodulardan kurtulabilirdiniz?
Ben bu riskleri aldığım için Abdullah Oğuz’um. Film öncesinde 40 kişiyle görüşme yaptım ve bizi en çok Ebru etkiledi. O zaman Erkan Petekkaya oynayacaktı Sıcak’ta, o şahittir. Kaldı ki, çekime başlarken aramızda bir şey yoktu.
Sonuçtan memnun musunuz?
İyi ki de Ebru’yu oynatmışım, çok iyi bir performans sergiledi. Çok çalışkan. 19 yaşından beri tanırım Ebru’yu. Kafayı bu işlere takmış biri, 120 saat Eric Morris ’le ders yapmış. Rolü aldıktan sonra da İpek Bilgin’le 3 ay çalıştı. Elalem bir şey diyecek diye orada risk alır mıyım, alırım! Benim için risk kendimle ilgiliydi. En sonunda ben “Hay Allah, duygusal davranmışım, yanlış yaptım” dersem kendime olan bakışım değişirdi. Ancak Ebru çıktı ve aslanlar gibi işini yaptı.
Baktığınızda Sıcak filmime New York Times 2 sayfa ayırıyor, 40 tane dergi haber yapıyor. Fakat Antalya Film Festivali’nde bazı gazeteler tüm hafta boyunca adını ağzına almadı filmimin. Sebebini bilmiyorum. Zaten benimle ilgili bir ön yargı var. Ama bu kadarını kestirememiştim. En azından Mutluluk’tan sonra değişmeliydi bu ön yargı. “Bu adam işini çok ciddiye alıyor, herhalde maceraya girip de iş olsun diye sevgilisini bir filmde oynatmayacaktır” derler sanıyordum.
Kaldı ki Ebru için de öyle bir ön yargı var. Sunuculuktan gelen birisi olduğu için ve o işte de iyi olduğu için üzerine yapıştı. Fakat şunu söyleyip konuyu kapatalım, yine bir iş olur da, Ebru da o role uygun olursa hiç gözümü kırpmadan başrolde yine Ebru’yu oynatırım.
Bir de ne güzel sabah-akşam film hakkında, karakter hakkında konuşabileceğiniz biri var karşınızda.
Puro içip, golf oynuyorum diye snob sanıyorlar.
Abdullah Oğuz deyince olduğunuzdan farklı bir portre var insanların kafasında. Snob, uzak bir portre, neden?
Bir, benim kamera fobim var. Dolayısıyla insanlar yüzümü değil, adımı biliyorlar. Düşünsenize, 7- 8 bin saat program yapmış bir adamım. Hiçbir zaman beni rahmetli Osman Yağmurdereli gibi sanatçılarını etrafına almış bir masada göremezsiniz.
Çalışmadığım star kalmadı ama onlarla beni yan yana göremezsiniz. Deniz Akkaya şikayet etti hatta: “2 sene çalıştık bir öğle yemeği yemedik” diye. Çok içinde değilim piyasanın. Puro içiyorum, golf oynuyorum. Belki bunlar uzaklaştırıyordur. Belki de o yüzden Mutluluk gibi bir film çektiğimde şaşırıyorlar. Oysa Vefa Lisesi mezunuyum, sokaktır orası. New York’a gitmişim, zencilerle basketbol oynamışım. Beni dünyanın neresine atarsanız atın hemen adapte olabilirim. Böyle snob bir imajım var ama ne yapayım yani...
Çağan’a kırgınım
Çağan Irmak’la görüşüyor musunuz?
Hayır, konuşmuyorum kendisiyle. Kırgınlık var. Çemberimde Gül Oya’yı yaparken, “Hayatım boyunca sizden başkasıyla çalışamam” dedi. Ama gitti Tomris’le birlikte yaptılar diziyi. Orada kırıldım tabii. Sonradan aramız düzelsin istedi ama benim kara listem bayağı kabarıktır, duygusal bir tarafım var. Ama başarılı buluyorum. Formülleri çözmüş... Televizyonda çözdüğü formülleri sinemasına aktarıyor ve kitlelere ulaşıyor.
Keşke ilk film olarak Asmalı Konak’ı çekmeseydim!
Filmleriniz yurt içindeki festivallerde ödüllere boğulurken siz, yönetmen Abdullah Oğuz olarak hiç ödül almadınız. Neden?
Bazıları sizi korkarak seyrediyor, sizi kendi mahallesinin adamı olarak görmüyor, ödü kopuyor o mahalleye gireceksiniz ve rol çalacaksınız diye. Tamamen budur olay. Böyle düşünen ve Antalya Film Festivali haftasında beni ve filmimi yok sayanlara New York Times kapak olsun!
Özellikle ilk filminiz Asmalı Konak Hayat’la ilgili “Keşke” var mı?
Oradaki sorun film değildi, 2 medya devinin savaşıydı. Sonuçta dizi 54 bölüm bir gruptaydı, finali olan sinema filmi ise diğer grubun elindeydi. Çok tüccar olsam, Özcan’ı yine dublaj yaptırır, dizinin orijinal müziğini kullanırdım. Sinemaya saygımdan dolayı yapmadığım şeyler bana ters döndü. Oradaki çıkış Çağan Irmak’a yaramıştır. O zamana kadar Çağan’ın adı hiç duyulmamıştı, ki 54 bölüm dizi çekti adam. Ancak Çağan kendi filmi olan Mustafa Hakkında Her Şey’i çekmek istiyordu. “Tamam” dedim ama Çağan’ın filminde 800 bin dolar zarar ettim ben. Kimse de çıkıp, bak Çağan’a film çektirdi, demedi tersine sanki ben Asmalı’nın filmini Çağan’ın elinden almışım gibi gösterdiler. Keşke ilk film olarak özgün bir şey çekseydim. Hâlâ Asmalı’yı filmografimde ilk filmim olarak görmüyorum.
© Tüm hakları saklıdır.