Gelecek Partisi, siyasette reform adı altında yaptıkları 'Siyasi Ahlak Reformu: Temiz Siyaset Belgesi' çalışmasını kamuoyu ile paylaşırken, kamu maliyesi ve para politikası, kamu kaynaklarının kullanımı, haksız kaynak transferi, siyasetin meşru finansmanı, kamu istihdamı ahlakı ile denetim ve hesap verilebilirlik, rüşvet ve yolsuzluğa ilişkin başlıkların ele alındığını açıkladı.
Toplantıda belgenin detaylarına ilişkin konuşan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'na Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Kerim Rota, Parti Sözcüsü Serkan Özcan, Politika İzleme Kurulu Başkanı Feridun Bilgin, Kurucular Kurulu Üyesi Ahmet Oğuz Karaoğlu, Seçim ve Hukuk İşleri Başkanı Ayhan Sefer Üstün ve İnsan Hakları Başkanı Prof. Dr. Serap Yazıcı eşlik etti.
Tanıtım toplantısına, CHP, Saadet Partisi, DEVA Partisi, HDP, Anavatan Partisi, DSP, Demokrat Parti temsilcileri de katıldı.
Şeffaflık ilkesine vurgu yapan Davutoğlu, iktidar döneminde otoriterleşme eğiliminin arttığını söyledi. Davutoğlu, "Öte yandan siyasi iktidarın otoriter eğilimlerinin pekişmesi bilgi/kanaat üreten medya ve sivil toplum yapılarının özelde iş dünyası genelde toplum ve kamuoyu üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasına, serveti elinde bulunduran dar bir çevrenin gücünü pekiştirmesi ise medya ve sivil toplum yapılarının siyaset üzerinde baskı aracı olarak kullanmasına yol açar" diye konuştu.
Toplumsal güç üç temel unsurun birikimi üzerinde tezahür eder: Bilgi, servet ve iktidar. Siyasi ahlak da güç yozlaşmasına dayalı yolsuzluklar da bu unsurların iç ilişkileri ile ortaya çıkar. İster bilgi ister servet ister iktidar gücü olsun önceden yönetilen güç zamanla kendisini yöneteni de yönetmeye başlar.
Lord Acton’un sınana sınana doğruluğu test edilmiş “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” deyişi bu gerçeğe işaret eder. Otoriterleşme ile desteklenen güç yozlaşması kişisel ve münferit yozlaşmanın sistemik bir nitelik kazanmasına yol açar. Sistemik yolsuzluk sistemin kendisinin yapısal bir güç yozlaşmasına zemin haline gelmiş olmasının ürünüdür.
Otoriter yolsuzluk düzeninde iktidarı elinde bulunduran siyaset, serveti elinde bulunduran iş dünyası ve bilgiyi şekillendiren sivil toplum (konvansiyonel ve sosyal medya, üniversite, STKlar) arasında şeffaf olmayan ve denetlenemeyen bir ilişkiler ağı ortaya çıkar. Bu ilişkiler ağı içinde siyasi iktidar kendisiyle çıkar ilişkisine girmiş dar bir iş çevresine ekonomi-politik rant düzeni sağlarken, aynı iş çevresi iktidarı elinde bulunduranların siyaset üzerinden zenginleşmesine kaynak sağlar. Her iki tarafın da karşılıklı olarak memnun olduğu bu ilişkiler ağının toplumsal bedelini ise geniş halk kesimleri yoksullaşarak öder.
Öte yandan siyasi iktidarın otoriter eğilimlerinin pekişmesi bilgi/kanaat üreten medya ve sivil toplum yapılarının özelde iş dünyası genelde toplum ve kamuoyu üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasına, serveti elinde bulunduran dar bir çevrenin gücünü pekiştirmesi ise medya ve sivil toplum yapılarının siyaset üzerinde baskı aracı olarak kullanmasına yol açar.
Güç yozlaşmasına dayalı böylesi bir sistematik yolsuzluk düzenini engelleyebilecek üç temel unsur vardır: sağlam bir ahlaki zemin, güçlü ve yerleşik teamüllere dayanan sosyo-kültürel iklim ve sistem içinde gücün bir başka güçle dengelenmesi ve denetlenmesini sağlayan anayasal/yasal düzen.
Yaşanılan tecrübeler göstermiştir ki şahsi ahlak unsuru gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Şahsi ahlak zaruri ama subjektiftir ve insanoğlu melekleşemeyeceği için toplumsal geçerliliği olan bir teminat olarak görülemez. Sosyo-kültürel iklim ve kurallar manzumesine dayalı anayasal sistem desteği olmaksızın şahsi ahlakın yaşaması da belirleyici olması da mümkün değildir. Çöl ikliminde gül ağacı varlığını sürdüremez.
Demokratik toplumlarda en temel kural olan güçler ayrılığı ilkesi ise gücün objektif hukuk normlarına dayalı denetimi açısından yegane teminattır. Aslında sağlıklı işlediğinde güçler ayrılığı ilkesi insanoğlunu kendi nefsine ve dürtülerine karşı da koruyan bir ilkedir. Siyasi erki elinde bulunduran iktidar, servet birikimine sahip iş dünyası ve bilgi/kanaat üreten medya ve sivil toplum yapıları arasındaki hukuk denetimine açık şeffaf ilişkiler ağı yolsuzluklara karşı önleyici/cezalandırıcı bir demokratik hukuk düzeninin altyapısını oluşturur.
Şeffaflığa dayalı kapsayıcı demokratik hukuk düzeninde kamuyu temsil eden siyasi iktidar iş dünyasına hukuk teminatı ve kuralları belli serbest rekabet şartları oluştururken, iş dünyası kamuya vergi, üretim ve istihdam temin eder. Öte yandan siyasi iktidar bilgi/kanaat üreten medya ve sivil toplum yapılarına anayasal teminat altındaki düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü sağlar; sivil toplum yapıları ise yapıcı ve katılımcı katkı ile ortak kamu kültürünün gelişmesine destek olur. İş dünyası- sivil toplum ilişkileri ise şeffaf sermaye-reklam ilişkileri ve ortak kamu yararı çizgisinde gelişir.
Hangi alanı alırsanız yolsuzlukların kökünden engellenmesi kamu adına yapılan her türlü işlemin kamu denetimine açık olmasını sağlayacak şeffaflık ilkesi ile sağlanabilir. Kamu ihalelerinde rekabetin sağlanarak kamu kaynaklarının istismar edilmesinin engellenmesi de, kayıt-dışı ekonominin kayıt altına alınması da, imar usulsüzlükleri ile şehirlerimizin dokusunun bozulmasının önüne geçilmesi de, hukuk alanında adil yargı süreçlerinin işlemesini teminat altına almak da, medyada gerçeklere dayalı özgür haberciliğin yapılabilmesi de, sosyal medyada trol çetelerine karşı insanların hukukunu ve onurunu koruyabilmek de şeffaflık ilkesi ile teminat altına alınabilir. İnsanların özel hayatları ve devlet mahremiyetini gerektiren alanlar dışında şeffaflık tümüyle uygulandığında yolsuzluklar engellenir ve toplum vicdanı rahat eder.
Şeffaflığa dayalı böylesi kapsayıcı bir demokratik hukuk devleti düzeni sadece ahlaki bir gereklilik değildir. Aynı zamanda ekonomik refahın da altyapısını oluşturur. Ekonominin sağlıklı işlemesi ve kalkınma perspektifi ile bütüncül bir vizyonun parçası haline gelmesi böylesi bir kamu düzenin varlığına bağlıdır. Antik toplumlardan küresel toplumlara kadar hukuk düzeni ekonomik faaliyetlerin varoluş şartıdır. Kamu düzeninin sürdürülebilirliği ve öngörülebilirliği ise ancak ve ancak herkes için aynı ölçüde geçerlilik taşıyan hukuk normlarının varlığı ve bu normlara dayalı bir adalet sisteminin işlemesi ile teminat altına alınabilir.
Kişilere göre değişen hukuk normlarının olduğu, en temel haklardan olan mülkiyet hakkının teminat altına alınmadığı, ahde vefa ve sözleşme hukukunun gözardı edildiği toplumlarda ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması, hukuk düzeni olan başka ülkelere yönelmesi ya da hukuk dışı alana kayması kaçınılmazdır.
Ekonomik kaynakların belli ellerde toplandığı oligarşik yapılanmalar hukukun objektif uygulama ilke ve prosedürlerinin kaybolduğu veya keyfi şekilde uygulandığı zeminlerde ortaya çıkar. Yolsuzlukları ortaya çıkaran toplumsal iklim de böylesi bir hukuk anlayışının yaygınlaşması ile oluşur. Hukuk düzenine olan güven ise ancak ve ancak kamu denetimine açık şeffaflık ilkesi ile sağlanabilir.
Hukuki normların, bürokratik prosedürlerin ve ekonomik faaliyetlerin şeffaf bir iklimde yapılabilmesi ekonomik çekim alanı oluşturmak yanında kaynakların verimlilik ilkesine göre en etkin şekilde dağıtılmasını da mümkün kılar. Hukukun üstünlüğüne ve evrensel özgürlükçü demokrasiye dayanan ve özel mülkiyet hakkının ve girişim özgürlüğünü teminat altına alan bir anayasal düzen bu bağlamda güçlü ekonominin ön şartı olarak görülmelidir.