Politika

Akşener'den Erdoğan'a Abdülhamit yanıtı: Tazmanya canavarı edasıyla attığı hamasi tiratlarını gülerek dinliyoruz

"Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet diyeceğiz!"

25 Mayıs 2022 10:27

T24 Haber Merkezi

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Osmanlı Devleti'nde II. Abdülhamit'e karşı kullanılan “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganına açıklamalarında yer vermesine tepki gösteren Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'a yanıt verdi. Erdoğan'ın "okumayı sevmemek ve tarihi öğrenememekle" suçlayan Akşener, "Sayın Erdoğan için rehber kabul ettiği, rol model aldığı ama nasıl vefat ettiğini bile bilmediği Abdülhamit Han'ı kendisine benzetmek hakaretmiş. Biz istibdata karşı koyan ruhtan değil, Erdoğan'a benzetirken Abdülhamit Han'a hakaret etmişiz. Arkadaş en azından kendisinin farkında" diye konuştu. Akşener, "Kaybedeceğini anlayan Sayın Erdoğan’ın, çaresiz çırpınışlarını eğlenerek izliyoruz. Tazmanya canavarı edasıyla attığı, hamasi tiratlarını gülerek dinliyoruz" diye konuştu.

Akşener 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı haftasında yaptığı konuşmasında gençlere; Osmanlı Devleti'nde Abdülhamit'e karşı kullanılan sloganla seslenmişti. Akşener, "Milletini yok saymak isteyenlere; “Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet!” diye haykıran, atalarını hatırlayacaksın!" demişti. Erdoğan ise Akşener'e tepki gösterirken "Meral Hanım sen kim, sultan Abdülhamid'e saygısızlık kim?" diye konuşmuştu.

İyi Parti lideri Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener'in gündeminde Erdoğan'ın Abdülhamit tepkisi, Ankara'nın NATO'daki genişleme görüşmelerine karşı tutumu, ekonomik sorunlar ve tarım konusu vardı.  

İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği konusunda Türkiye'nin ve Batı'nın tavrını değerlendiren Akşener "Türkiye'den iyi niyet bekleyenler kendi niyetlerini sorgulasın" dedi. Akşener, iktidara seslenerek, "Eğer amacın PKK'yı Avrupa'dan tasfiye etmekse yolu yordamı bellidir, biz de yanında dururuz. Ama yok, eğer amacın tansiyonu yükseltip para pazarlığına oturmak ve elini yüksekten açmaksa; orada sana dur demek boynumuzun borcudur. Avrupa ile para pazarlığı yapmak için şehitlerimizin kanını peşkeş çekmene müsaade etmeyiz" diye konuştu. 

Akşener, seçimlerde partisinin birinci parti çıkacağını, Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı adayının da 13. Cumhurbaşkanı olacağını savunurken, sandık güvenliği konusuna dikkat çekti ve "Milletimizin helal oyunu, ne trafoda gezen kedilere, ne de mühürsüz oy sayan nankörlere, yedirmeyecek, yedirtmeyeceğiz! Her sandık başında görevli arkadaşlarımızla, ıslak imzalı tutanaklarımızla, kaya gibi sağlam irademizle, seçimin bekçisi olacağız!" dedi. 

Akşener'in açıklamasından satır başları şöyle:

Erdoğan'a Abdülhamit Han yanıtı

"Geçen hafta sonundan beri Sayın Erdoğan ve arkadaşlarını Abdülhamit Han üzerinden yaygara tufanı almış gidiyor. Hakaretlerin, nefret şovlarının biri bin para. Şanlı tarihimize sahip çıkmanın da, tarihimizden ilham alarak yol yürümenin de tarihe atıf yaparak siyaset dersi vermenin de yolu tarihi öğrenmekten geçer. Tarih, keşke Yunan galip gelseydi diyen meczupların hezeyanlarından, yalan yanlış danışman notlarından, dizi sahnelerinden öğrenilmez. Tarih okuyarak öğrenilir. Sayın Erdoğan bu yüzden bir türlü tarihi öğrenemiyor, çünkü kendisi okumayı hiç sevmiyor. Eline tutuşturulan notlardan ötesini görmüyor. 

Biz tarihe onun gibi kişiler ve kavgalar üzerinden bakmıyoruz; değerler, sistemler, sonuçlar üzerinden bakıyoruz. Biz, Abdülhamit Han ile değil, o günün şartlarındaki demokrasi rüzgarıyla öğreniyoruz. Biz tarihin her döneminde milletimizin istibdata koyduğu tavırla ilgileniyoruz. Tek adamlığa giden her yolu kesen milli irade ile ilgileniyoruz. Sayın Erdoğan, istibdat dönemi ile günümüz arasındaki benzerlikleri dile getirmemden rahatsız oldu. Abdülhamit Han'ı kendisine benzetmemi hakaret olarak algıladı. Yani Sayın Erdoğan'ı Abdülhamit Han'a benzetmek rahmetliye hakaretmiş... Haklı olabilir mi acaba? Sayın Erdoğan için rehber kabul ettiği, rol model aldığı ama nasıl vefat ettiğini bile bilmediği Abdülhamit Han'ı kendisine benzetmek hakaretmiş. Biz istibdata karşı koyan ruhtan değil, Erdoğan'a benzetirken Abdülhamit Han'a hakaret etmişiz. Arkadaş en azından kendisinin farkında. 

"Kabileci zihniyet böyledir, kendi uyguladığı istibdatı umursamaz"

İstibdat bir olgudur, tarihsel bir hakikattir. Sayın Erdoğan için istibdatın kendisi değil, kimin maruz kaldığı, kimin uyguladığı daha önemli. Kabileci zihniyet böyledir, kendi uyguladığı istibdatı umursamaz, kendi maruz kalınca avaz avaz bağırır. Ya karşısındır ya yanındasındır. İstibdata karşıysan söz Abdülhamit Han'a gelir. 1912'deki sopalı seçimlere de, 46'daki sandık baskısına da askeri vesayete de karşı olursun 27 Mayıs darbesine de. 12 Mart'a da 12 Eylül'e de...1909'daki darbe teşebbüsüne de karşı durursun, 15 Temmuz'dakine de. Yassıada mahkemelerindeki adaletsizliğe da isyan edersin, tweet atan gençlerin Silivri'ye yollanmasına da. 28 Şubat ile de, Sayın Erdoğan'ın partili istibdat rejimi ile de mücadele edersin. Hadi Atatürk'e zaten yabancısın, bizatihi edilen hakaretleri; anasına edilen iftira ve hakaretleri ve onları sarayda ağırlayan bir iradeyi yok saydık, hiç üzerinde konuşulmadı ama en azından Namık Kemal'i, Ziya Gökalp'i bilmen gerekir. Mehmet Akif'i, Kazım Karabekir'i, Fevzi Çakmak'ı hatırlaman gerekir... 

"Tazmanya canavarı edasıyla attığı hamasi tiratlarını gülerek dinliyoruz"

Sayın Erdoğan için, bunların hiçbir önemi olmadığını, biz zaten biliyoruz. Sayın Erdoğan için;  tarihimizin, ecdadımızın, sadece kendi iktidarını korumaya hizmet ettiği sürece,  değerli olduğunu da biliyoruz. Artık apaçık ortada olan, beceriksizliğini, iş bilmezliğini, manevi değerlerimizin, tarihi şahsiyetlerimizin, ardına sığınarak, saklamaya çalıştığını da görüyoruz. Çünkü bu bir zihniyet meselesi. Ama gün gelir o tarih, işte böyle, döner dolaşır,  aynı bugün olduğu gibi, yakana yapışır. Ve bütün cahilliğin ortalığa saçılır. Ne diyelim… Allah akıl, fikir, izan versin. 

Nitekim; kaybedeceğini anlayan Sayın Erdoğan’ın, çaresiz çırpınışlarını eğlenerek izliyoruz. Tazmanya canavarı edasıyla attığı, hamasi tiratlarını gülerek dinliyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki;  Çok az kaldı!

"Haddi kim bilecekmiş, milletin tokatını kim yiyecekmiş birlikte göreceğiz"

Haddi kim bilecekmiş, milletin tokatını kim yiyecekmiş birlikte göreceğiz. Sayın Erdoğan'ı uyarıyorum; bu saatten sonra milletim beni affetsin, ortağım beni kandırdı edebiyatını kimse yemez. Yenilgiyi şimdiden sindirmeye başlasan iyi edersin muhterem, sandıkta başına gelecek hazin sonu görmemize az kaldı. Artık nafile, özgürlük, demokrasi diye diye geldin. 1909'un intikamı peşine düştün. Zenginlik, kalkınma dedin; 21. yüzyılın Duyunu Umumiye'si oldun. Sen kendini parçalasan da nutuklar atsan da bizler, bizden öncekiler gibi istibdata dur demeye devam edeceğiz, söz milletindir diyeceğiz. Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet diyeceğiz. 

"Türkiye'den iyi niyet bekleyenler kendi niyetlerini sorgulasın"

İsveç ve Finlandiya, Rusya'ya karşı caydırıcılık elde etmek için NATO'ya başvurdular. Türkiye'nin de onayına ihtiyaç var. Ülkemizin şimdiye kadar Batılı ülkelere gösterdiği iyi niyet defalarca suistimal edildi. Türkiye’den İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği için iyi niyet bekleyenlerin ilk önce kendi niyetlerini sorgulamaları gerekiyor. İyi Parti olarak bu kararın milli menfaatlerimiz gözeterek verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ülkemizin iki önemli çıkarı var. 1-Avrupa'daki PKK varlığını sonlandırmak, terör örgütünün Avrupa yapılanmasını çökertmek. 2- Çarlık rüyaları gören Putin'in saldırgan Rusya'sına karşı Avrupa güvenliğini güçlendirmek. Bunlar birbiriyle çelişen hedefler değildir. 

 İsveç ve Finlandiya kendilerini korumak için NATO'ya üye olmak istiyorlarsa, kendilerini kullanan PKK'ya karşı gerekli tepkiyi göstermeli ve terör örgütünü topraklarından çıkarmalıdır. Bunu Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de yapmalı, içlerindeki Putin uzantılarından kurtulmalıdır. 

PKK'nın Putin yanlısı tutumunu, Türkiye ile diğer NATO ülkeleri arasında ortak zemin oluşumu için bir fırsat olarak görüyoruz. PKK'yı Avrupa'dan atmak ve Avrupa güvenliğini güçlendirmeye katkı sunacaktır bu. Bunu etkin bir diplomasiyle başarabiliriz. Olması gereken sessiz bir diplomasi yürütmek ve ortak tehditleri vurgulamaktır.

"Grup Başkanvekillerini yanlışlıkla BAE gerçeğini açıkladığı için harcadılar"

Sayın Erdoğan tam bunun tersini yapıyor. Dış politikayı, iç politika şovuna dönüştürmeye çalışıyor. Bay Kriz'in siciline bakınca bu tür oynayışların milletimizin hayrına sonuçlanmadığını görüyoruz. Daha geçen sene MSB Bakanı BAE'nin PKK'ya verdiği destekten bahsediyordu. İçişleri Bakanı, 15 Temmuz'un arkasında BAE'nin olduğunu iddia ediyordu. Sayın Erdoğan da Mısır'a, İsrail'e Suudi Arabistan'a esiyordu, gürlüyordu. Bu efelenmelerin sonucunda ne oldu? Sayın Erdoğan'ı Körfez ülke liderleriyle para konuşurken bulduk. Söylenenleri; aile içi gürültü patırdı diyecek kadar küçüksedi. Her şey bir anda unutuldu. Cehaletine yenik düşmekle meşhur Grup Başkanvekillerini bile yanlışlıkla BAE gerçeğini açıkladığı için harcadılar. 

"Amacın PKK'yı Avrupa'dan tasfiye etmekse yanında oluruz ama..."

Eğer amacın bu terör örgütünü Avrupa'dan tasfiye etmekse yolu yordamı bellidir, biz de yanında dururuz. Ama yok, eğer amacın tansiyonu yükseltip para pazarlığına oturmak ve elini yüksekten açmaksa; orada sana dur demek boynumuzun borcudur. Avrupa ile para pazarlığı yapmak için şehitlerimizin kanını peşkeş çekmene müsaade etmeyiz.

Yandaşlarını daha fazla semirtmek için; Türk devletinin itibarını, ayaklar altına almana, müsaade etmeyiz! Çapsız danışmanlarına, 12’inci maaşlarını bağlamak için; Türk Milleti’nin onurunu ezdirmene, müsaade etmeyiz! Bunu böyle bilesin.

"AK Parti'nin en büyük başarısızlıklarından biri tarım" 

Bana, Ak Parti iktidarının en büyük başarısızlıklarını sorsanız; Hiç kuşkusuz, ilk 3’e mutlaka tarımı da koyarım.  Pandemi öncesinde, pandemi sürecinde ve sonrasında, aylardır aynı şeyi söylüyoruz. “Tarım, bir millî güvenlik sorunudur.” diyoruz.  Ama bu arkadaşlar, bizi ısrarla duymazdan gelmeye devam ediyor. Ne kadar yangın uçağımız olduğunu bile bilmeyen, kepeği, ekilerek yetiştirilen bir ürün zanneden birini, tuttular, ülkenin en stratejik alanlarından birine, bakan yaptılar.  “Çok kuyruk oluyordu, o yüzden fiyatları arttırdık.” diyen bir densizi, Et ve Süt Kurumu’na, Genel Müdür yaptılar. Sonuçta ne oldu? Ülkemizde çiğ süt fiyatları, 2018 yılında, Avrupa Birliği ülkelerine göre, yüzde 18 daha ucuzken; bugün, yüzde 10 daha pahalı hâle geldi.  Üstelik onların alım gücü, bizim 4 katımız olmasına rağmen…

Peki bunlar neden oldu?  Çünkü her şeye kulağını tıkayan,  saraydan dışarı adımını atmayan, atamayan,  korkudan milletin, çiftçinin, hayvancının arasına karışamayanlar; Kesime giden inekleri, düveleri ve hayvanlarının arkasında ağlayan yetiştiricileri, duymazdan, görmezden, bilmezden geldiler.

"Çiftçi, ürünü hak ettiği fiyata satamazsa, verdiğiniz desteklerin, hiçbir anlamı olmaz"

Bay Kriz ve arkadaşları; berbat tarım ve ekonomi politikalarının sayesinde, 6 liralık mazotu, 3 buçuk, 4 katına; 2500-3000 liralık gübreyi de, 4-5 katına fırlattılar. Çiftçi için suyu, elektriği, kullanılamaz hâle getirdiler. Bir yaptığı, bir yaptığını tutmayan, Ulusal Süt Konseyi’ni,  süt üreticisinin başına bela ettiler. Bakın, hasat mevsimi geldi.  Şimdi buğday ve Arpa hasadı başlıyor.  Peki fiyat belli mi? Değil.  Bakanlık üretim tahmini yaptı mı?  Yapmadı. Uzun zamandır söylüyoruz; sadece girdileri sübvanse ederseniz, sadece günü kurtarırsınız. Siz girdileri, yani mazotu, gübreyi, ne kadar desteklerseniz destekleyin, eğer çiftçi, ürünü hak ettiği fiyata satamazsa, verdiğiniz desteklerin, hiçbir anlamı olmaz.  Bizim her şeyden önce, çiftçilerimizi ayağa kaldırmamız gerekiyor.  Bu da öyle, ürün değerinin, yüzde 3’ü, yüzde 4’ü gibi desteklerle olmaz. Peki biz İYİ Parti olarak ne yapacağız?  Ürünün değerini ve hak ettiği fiyatı bulmasını sağlayacağız.  Sonra da destekleri, dünya ortalamalarının üzerine çekeceğiz.  Çiftçilerimizin kullandığı, mazot, gübre, elektrik, yem, tohum gibi kalemlerde,  ortalama yüzde 20 oranında net,  “yerinde, zamanında ve odağında ödemeler” yapacağız. 

Buradan, iktidara seslenmek istiyorum: Buğday için, bizim bulduğumuz fiyat, ton başına, 5 bin 600 lira. Kuruda ise 6 bin lira. Toprak Mahsulleri Ofisi vasıtasıyla, en azından hasat sezonu sonuna kadar; şimdilik, bu geçici fiyatı açıklayın. Ama bunu, sürekli değişen ekonomik koşullara göre güncelleyin. Alımlar, “aynî karşılık” olarak yapılsın. Yani, mal-ürün olarak alınsın.  Açıklanan geçici fiyat üzerinden, sadece yüzde 25, avans ödemesi yapılsın.  Hasat bittikten bir ay sonra ise; oluşan fiyat ne ise, o fiyattan ürün bedeli ödensin.  Böylelikle, üreticiden ürün alma imkânı doğar.  Küçük üreticilerimiz de, piyasada ezdirilmemiş olur. Dahilde işleme rejimi kapsamındaki; Un ve makarna sanayicilerinin de, ithal buğday ihtiyacını karşılamaları için kolaylık sağlayın.  Yardımcı olun. İç piyasada, arz talep dengesinin bozulmasına engel olun.

"Çiftçimizi, üreticimizi daha fazla perişan etmeyin"

Geçen sene söyledik, dinlemediniz,  ama ekmek fiyatlarının durumu ortada.  Bu sene de tekrar edelim:  Eğer açıklamaktan çekindiğiniz rekolte rakamları, size iç tüketim için açık ve yetersizlik gösteriyorsa; Kafanızı devekuşu gibi toprağa gömmeyin. Bir an önce onu temin etmeye bakın. Çiftçimizi, üreticimizi daha fazla perişan etmeyin.

Bildiğiniz üzere, geçen hafta, yabancı bir haber ajansında, bir bankanın, İngiltere Merkez Bankası’nda tuttuğu altınları,  değerinin altında sattığına dair, bir haber çıktı. Biz, elinde kalan son kıymetli varlıkları da, adeta müflis bir tüccar gibi, satıp bozduran bu kurumun, Merkez Bankası olduğuna inanmak istemiyoruz. Ama tek bir kişinin, keyfine mahkûm edilen bu sistemin, maalesef,  artık bir alışkanlık haline getirdiği, akıl ve bilim dışı kararlarla, gelip dayanacağı yer, tam olarak burası… Bak Sayın Erdoğan, seni buradan uyarıyorum. 

"Göz göre göre, ödemeler dengesi krizine doğru gidiyoruz"

Işıltılı Bakan’ın, emir erin Merkez Bankası Başkan’ın ve bol maaşlı danışmanların, korkularından, ya da koltuklarını korumak için, sana anlatamıyorlar ama senin bu öngörüsüz politikaların ile göz göre göre, ödemeler dengesi krizine doğru gidiyoruz.

“Enflasyon düşecek, cari açık düşecek.” deyip; sözde “Yeni Ekonomi Modeli’ne” geçtiniz. Sonra ne oldu? Hem enflasyon, hem de cari açık rekor kırdı. Türk Lirası’nın, değerini ve itibarını, daha fazla kaybetmemesi için, aklı selim bir politika izlemek yerine; Kur Korumalı Mevduat Sistemi’ni getirdiniz. Milletimizin rızkından alıp, kur korumalı mevduat sistemine harcadınız. Sonra ne oldu? Sadece Mart ve Nisan’da, Hazine’nin cebinden, 16.3 milyar lira çıktı. Baktınız, kur korumalı mevduat sistemi de çare değil. Dolar aldı başını gidiyor. Hem Merkez Bankası’na, hem de kamu bankalarına döviz sattırdınız. Sonra ne oldu?  Rezervler eridi.  15 Temmuz’un finansörü olmakla suçladığınız, katil olmakla suçladığınız ülkelerin, ayağına gittiniz. 

Bak Bay Kriz; senin berbat politikaların yüzünden ülkemiz, “eriyen rezerv - artan risk primi” sarmalına girdi. Rezervler eridikçe, ülkenin risk primi artıyor. Ülkenin risk primi arttıkça, dolar artıyor.  Dolar arttıkça, Kur Korumalı Mevduat Sistemi’nin faturası artıyor. Sen o faturayı dizginlemek için, dolara müdahale ettikçe, rezervler eriyor, başa dönüyoruz. Bu istikrasızlık sarmalının içerisinde de; olan bu ülkenin birikimlerine, varlıklarına oluyor. Olan milletimizin hazinesine, cebine oluyor.

"Bu işin sonunda ya ülkenin varlıklarını yok pahasına satmak var ya da ödemeler dengesi krizi"

Sayın Erdoğan; seni buradan bir kez daha uyarıyorum. Bu işin sonunda; ya müflis bir tüccar gibi, bu ülkenin bütün varlıklarını, yok pahasına satmak var, ya da 70 sente muhtaç olacağımız bir ödemeler dengesi krizi var. Bu gittiğin yol, yol değil. Bir an önce, aklını başına al. Bir an önce, bu yanlıştan dön. Bir an önce, bu ucube politikalardan vazgeç.  Böyle iş bilmezlik, böyle beceriksizlik olmaz. Böyle devlet yönetilmez. Ayıptır, günahtır.

"Gençlerimiz ağır mutsuz"

Bugün ülkemizde yaşayan gençler; Ağır mutsuz.  Artık mutlu olabileceklerine de inanmıyorlar. Hayal kuramamalarının da,  Geleceklerini görememelerinin de, Bugüne duydukları öfkenin de temelinde,  bu ağır mutsuzluk yatıyor. İşte bu yüzden, Sevgili gençler; Gelin;  Kalbinizi acıtan, bu ağır mutsuzluğu; El ele verip,  Kol kola girip, Omuz omuza durup,  Hep birlikte aşalım.  Gelin,  Hep birlikte, mücadele edelim.  Sadece geleceğimizin değil, bugünümüzün kurtarıcısı olun.  Gelin, Ülkemizin üzerinde gezen, bu kara bulutu, hep birlikte dağıtalım. Milletimizin karamsarlığa yenik düşen yüzünü, hep birlikte, güneşe çevirelim.  Gelin; Liyakatle eşitlenen, Adaletle özgürleşen, Sevgiyle güçlenen, Ve mutlulukla konuşan Türkiye’yi, hep birlikte inşa edelim.  Sakın yüzünüzü düşürmeyin. Sakın enseyi karartmayın. Sakın ülkenizden umudu kesmeyin. Hiç merak etmeyin, bana güvenin. Emin olun, çok az kaldı!

"Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Türklükle alakası yok"

Türk’ün en büyük mirası, devlet geleneğidir. Çünkü bir Türk için;  “Devletli olmak”, siyasi bir organizasyonun içinde bulunmaktan çok,  varoluşsal bir durumdur. Ve tarihin her döneminde, devlet hâlinde yaşayışımız, bize zengin bir kültür ve değerli bir devlet geleneği bırakmıştır. Mesela;  Türk devlet geleneğinin yapısında, devlet ile devlet insanlığı, her zaman keskin bir biçimde, birbirinden ayrı tutulmuş, devlet insanı, devletin sahibi olarak değil, memuru olarak görülmüştür. Bu yapı hiçbir zaman; Devleti yönetenin, “Devlet benim” demesine, izin vermemiştir. Çünkü, bizim geleneğimize göre devlet;  Milletin teşkilatlanmış hâlidir. Nitekim;  milletimizin demokrasiyle buluşması da; Türk devlet geleneğini taçlandırmıştır.   İşte tam olarak da bu nedenle; Bugün ülkemizin başına bela edilen bu ucube sistemin, Yani, Türk Tipi Başkanlık diye pazarlanan, Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin, ne Türklükle, ne de Türk devlet geleneğiyle, herhangi bir alakası, bağı, bağlantısı yoktur. Hatta; Ak Parti’nin devlet yönetme anlayışının; sadece Türklükle değil; akılla da bilimle de tarihle de hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü; rahmetli Dündar Taşer’in de dediği gibi: “Devlet bir hukuk ve ahlak kurumudur; hile ve kurnazlık edemez;  kimseyi tongaya bastıramaz,  kimseye kızmaz, öfkelenmez, garez ve kin taşımaz,  kendi vatandaşına pusu kurmaz.” Gelin, birlikte hatırlayalım. 

"Demokrasimize kara leke sürmeye çalışılanlara, milletimizin attığı tokatları da, çok iyi biliyoruz!"

Devleti, babasının çiftliği gibi, Milletin parasını, ganimet gibi, Makamını da, mülkiyet gibi benimseyen, Ak Parti zihniyeti sayesinde; hileli ihalelere şahit olduk.  Yandaşları ranta boğan kurnazlıkları yaşadık.  Milletimizi tongaya bastırmaya çalışan, ucube kararlara tanık olduk. Kürsülerden, miting meydanlarından,  vatandaşlarımıza yönelen öfkenin, kinin ve garezin sesini, en üst perdeden duyduk. Kahraman askerlerimize bile pusu kuran, hainleri gördük. Bunların hepsinin karşısında dimdik durduk. Ve bugün de; Millet iradesini yok sayan, devletimizi, bir kişinin iki dudağı arasına mahkûm eden, demokrasimize, kurumlarımıza ve geleneklerimize hasar veren, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin karşısında da, dimdik duruyoruz! Çünkü biz; millet iradesini yok saymanın acı faturasını, çok iyi biliyoruz! Çünkü biz; istibdat rejimlerinin, memleketimize nelere mal olduğunu, çok iyi biliyoruz! Çünkü biz; kurumlarımızın içini boşaltanlara, devlet kurumsallığını ayaklar altına alanlara, demokrasimize kara leke sürmeye çalışılanlara, milletimizin attığı tokatları da, çok iyi biliyoruz!

"Devlet kurumsallığımıza yönelen tehditler, her defasında, püskürtülmüştür"

Demokrasi yolculuğumuz, birçok kez kesintiye uğratıldı. Vesayetlere, muhtıralara, darbelere şahit olduk.  Nitekim, önümüzdeki Cuma günü, 27 Mayıs 1960 darbesinin yıl dönümü. Hiç kuşkusuz ki darbeler, demokrasi tarihimizin kara lekeleridir. Ancak;  Millî irade bir seldir, ve önünde hiçbir barikat, hiçbir vesayet duramaz. Nitekim; millî iradeye uzanan eller, er ya da geç, her defasında kırılmıştır. Demokrasimize sürülmeye çalışılan lekeler, her defasında, silinmiştir. Devlet kurumsallığımıza yönelen tehditler, her defasında, püskürtülmüştür. Çünkü; özgürlük ve bağımsızlık, Türk Milleti’nin karakteridir. Bu vesileyle, bir kez daha buradan; Demokrasi şehitlerimiz; Merhum Başbakan Adnan Menderes, ve arkadaşlarını saygı ve rahmetle anıyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. 

"Milletin hazinesini üç beş rantçıya peşkeş çekenler, iyi dinleyin..."

Bu hafta, derin bir acımızın olduğu kadar, kutlu bir zaferimizin de yıl dönümü… Alınamaz denileni alan,  Yıkılamaz denilen surları yıkan, Geçilemez denen denizleri, sırtında gemileri taşıyarak geçiren, şanlı ecdadımızın,  İstanbul’u fethinin 569’uncu yılı… “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u alırım.” kararlılığıyla, çağ açıp, çağ kapatan dehasıyla, devlet yönetiminde, büyük reformlar gerçekleştiren vizyonuyla, Büyük Hakanımız, Fatih Sultan Mehmet Han’ı saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Büyük bir kahraman, muazzam bir deha olmanın yansıra, Fatih Sultan Mehmet Han, aynı zamanda, neden eşsiz bir devlet insanıydı, biliyor musunuz? Vizyonu, öngörüsü ve kurumsal devlet anlayışı nedeniyle… O, İstanbul’u fethetmenin, ancak, sağlam bir ekonomi ile olacağını görmüştü. Türk lirasını pula çevirenler,  liyakati hiçe sayanlar, milletin hazinesini, üç beş rantçıya peşkeş çekenler, burayı iyi dinleyin.

"Fatih Sultan Mehmet Ak Parti iktidarının aksine; sadece bina yaparak eğitim verilmeyeceğini biliyordu" 

Nitekim; Fatih Sultan Mehmet Han’ın, fetih öncesi ilk icraatı, vatandaşın, memnuniyetsiz olduğu görevlileri, değiştirmek oldu.  Yolsuzluk yapan devlet görevlilerini değiştirdi. Devlet gelirinin üçte birinin, boşa gittiğini ortaya çıkardı.  Ve hazineyi korumak için, etkin bir mali sistem geliştirdi. Yolsuzluğa savaş açarak, adaleti sağladı. Fatih Kanunnamelerini yaparak, devleti kurumsallaştırdı. Böylece hem, devlete olan bağlılığı artırdı,  Hem de hazineyi güçlendirdi. Ayrıca; Fatih Sultan Mehmet Han, zevke sefaya değil, bilime meraklıydı. İstanbul’u, bir bilim merkezine dönüştürme hayali vardı. Dönemin en ileri gelen, astronomi ve matematik uzmanı Ali Kuşçu’yu, Tebriz’den İstanbul’a getirtip, baş astronom yaptı. Dönemin en yüksek seviyede eğitim veren kurumları olan, Sahn-ı Seman medreselerini kurdu.  Bu medreselerde, İslamî ilimlerin yanında; fizik, kimya, matematik, astronomi eğitimi de veriliyordu. Çünkü Fatih Sultan Mehmet Han; kılıçla kurulan bir devletin, ancak kalemle yönetilebileceğini biliyordu. Sahn-ı Seman’da müderris olmak için, çok önemli testlerden geçmek gerekiyordu. O zaman tetimme adı verilen, orta öğretimden gelen, en başarılı öğrenciler,  Sahn-ı Seman’da eğitim görebiliyordu. Ve sonuçta, büyük hakanımız, o genç yaşında, farklı dinlere mensup, pek çok ilim adamını,  Anadolu’daki sanatkarları ve çevre kentlerde yaşayan bütün alimleri, tek tek İstanbul’a çağırarak, İstanbul’u bir bilim merkezi hâline getirmeyi başardı. Çünkü Ak Parti iktidarının aksine; sadece bina yaparak eğitim verilmeyeceğini biliyordu. Asıl eğitim, o binaların içini dolduracak bilim adamlarıyla verilebilirdi. Sadece bu kadar mı? Elbette değil.

Mesela; dönemin en bilgili cerrahlarının, tıp eğitimi verdiği Darüşşifa’yı kurdu. Tarihi belgeler, Sahn-ı Seman’da ve Darüşşifa’da, eğitim veren müderrislere, o döneme göre, çok yüksek bir meblağ olan, günlük 50 akçe ödendiğini,  öğrencilere ise ,ücretsiz eğitimin yanında, iki akçe ödendiğini yazar. Fatih Sultan Mehmet Han, tüm bunları doğuştan edindiği, kabiliyetle başarmadı.  Kur'an, Fıkıh, Kelam ve Tefsir’in yanı sıra;  Matematik eğitimi gördü.  Astronomi eğitimi aldı.  Coğrafya ve Tarih eğitimi aldı.  Felsefe okudu.  Hem de dönemin tüm eserlerini bilecek kadar felsefe okudu.  Fatih Sultan Mehmet Han, tahta geçmeden önce, altı dil biliyordu.  İşte; Osmanlı’yı kuran ve yüzyıllarca ayakta tutan irade buydu! İşte; Türk devlet geleneğini yaşatan ve yücelten anlayış buydu!

"Her sandıkta görevli arkadaşlarımızla seçimin bekçisi olacağız"

İşte; kurumsal devlet yapımızın temeli buydu! Peki bu vizyondan, bu devlet insanlığından, bu ışıktan; günümüze baktığımızda ne görüyoruz? Koca bir hiç… Ecdadının vizyonundan bihaber olanların, hamasi nutuklarına şahit oluyoruz. Beceriksizliğini kabullenemeyen bir tek adamın, lafügüzaflarını dinliyoruz. Devletimizin itibarını, yapısını ve kurumlarını hiç eden, bir ucube sistemin içinde yaşıyoruz. İşte Bay Kriz ve arkadaşlarının, Türk Milleti’ne yaşattığı büyük ironi budur. Kadim devlet geleneğimiz, ve şanlı ecdadımızın mirasından,  zerre nasiplenememiş bir yönetim anlayışı… Ama buna mahkûm değiliz! Çaresiz değiliz! Umutsuz hiç değiliz! Çözüm nerede biliyor musunuz? Çözüm sandıkta! O sandık gelecek, bu çirkin ironi bitecek. O sandık gelecek, bu ucube sistem gidecek. O sandık gelecek, Fatih’in mirasına yakışır bir Türkiye’nin şafağı sökecek. Hiç merak etmeyin, az kaldı! Değerli dava arkadaşlarım; Sandık milletin namusudur. Milletimiz bize sandığı emanet etti. Biz de bu kutlu emanete, tüm gücümüzle sahip çıkacağız! Milletimizin helal oyunu, ne trafoda gezen kedilere, ne de mühürsüz oy sayan nankörlere, yedirmeyecek, yedirtmeyeceğiz! Her sandık başında görevli arkadaşlarımızla, Islak imzalı tutanaklarımızla, kaya gibi sağlam irademizle, seçimin bekçisi olacağız! Hiç merak etmeyin; sandıkla gelenler, sandıkta gidecekler! Bu ucube sistemi tarihe gömeceğiz, o irade bizde var! Hiç merak etmeyin; Millet İttifakı’nın adayı, Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı olacak, o azim bizde var!

"İyi Parti, Türkiye’nin birinci partisi çıkacak"

Hiç merak etmeyin; İYİ Parti, Türkiye’nin birinci partisi çıkacak. Pazarlıksız, şartsız, koşulsuz, bu ülkenin, hak edilmiş iktidarı olacağız, o güç bizde var! Hiç merak etmeyin! Biz milletimizin gerçeklerini konuştukça, Milletimiz de, tıpkı bugün olduğu gibi, arkamızda oldukça; Engeller karşısında dimdik duracak, Duvarları korkusuzca yıkacak,  İftiraları delip geçeceğiz! Türkiye’nin güçlü, mutlu ve zengin geleceğini, Milletimizle el ele, omuz omuza, hep birlikte inşa edeceğiz! Hazır olun, çok az kaldı!"