Radikal yazarı Cengiz Çandar, “İktidarın, Türkiye’de izlediği ‘sürdürülemez’ ve ‘kazanılamaz’ Kürt politikası, şimdi Suriye’ye de sirayet etti. ‘PYD’ye karşı diplomatik zafer’ kazanırken, Cenevre’de “uluslararası diplomasi’yi sakatladı” dedi. PYD’nin Cenevre’de gerçekleşecek olan Suriye barış görüşmelerine katılmamasına ilişkin Çandar, Cizre’de yaşananları hatırlatarak şöyle dedi: “Türkiye’nin ‘gücü’ bir kez daha gösterildi. Ama, bu, Suriye’de barışa yönelik ‘hayırlı’ bir sonuç çıkartmak için olmadı. Ne olursa olsun, Cizre’de Kürtler üzerinde ortaya konulan Türkiye’nin ‘ateş gücü’, Cenevre’de Suriye Kürtler üzerine ‘diplomatik ağırlık’ olarak indi.”
Çandar’ın Radikal’de “Cizre'den Cenevre'ye Ankara'nın gücü...” başlığıyla bugün (28.01.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Suriye Kürtleri'nin, Suriye için Cenevre’de BM gözetiminde ve Washington ile Moskova “sponsorluğu”nda, temel bölgesel aktörler olarak Türkiye, İran ve S. Arabistan’ın katılımıyla kurulacak “barış masası”nda yer almayacak olması ne sonuç verecek?
Soru, şöyle de sorulabilir: PYD’nin Cenevre-3’te bulunmamasının sonucu ne olur?
Ya da soruyu, iyice “kişiselleştirerek”, bir kişiye indirgeyerek sormak da mümkün: Türkiye’nin karşı çıkması ve “boykot” tehdidi üzerine, BM Genel Sekreteri’nin Suriye Özel Temsilcisi Staffan De Mistura’nın PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’e Cenevre-3’e katılması için davet mektubu vermemesinin nasıl bir sonucu olur?
Tabii, bu soruya cevap aramadan önce, “Suriye Kürtleri” ile PYD ve Salih Müslim isimleri arasındaki “temsil ilişkisi” konusunu ya da “temsil sorunu”nu aydınlatmak gerekiyor. Malûm, PYD, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı'nın dilinde “terör örgütü”, Başbakan Ahmet Davutoğlu için “terör örgütü PKK’nın uzantısı”, en son Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da “PYD, katılırsa, Türkiye Cenevre’yi boykot eder” açıklamasını yaptığı sırada, PYD’nin “terörist” olduğunu, Suriye Kürtleri'ni temsil etmediğini söyledi.
Başbakan ve Dışişleri Bakanı, PYD’nin Suriye hükümetinin yanında görüşmelere katılabileceğini söyleyerek, aslında Suriye Kürtleri'nin en önemli temsilcisini “rejim” ile “eş anlamlı” ya da onun bir “parçası” olarak sunarak, Suriye’de temsil ettiği “Kürt özyönetimi” iddiasını da ortadan kaldırmayı hesaplıyorlar.
Bir yandan da, Suriye Kürtleri'ni “temsilcisiz” bırakmayı hedef alıyorlar.
Peki, PYD, “terörist” mi? Suriye Kürtleri'nin “temsilcisi” olduğu nereden çıkıyor?
PKK’nin aksine –formel anlamda- PYD, ne ABD’nin ve ne de AB’nin “terörist örgütler” listesinde yok. IŞİD karşısında Kobani’de 134 günlük efsanevi bir direniş ortaya koyan, Sincar’a (Şengal) giren, Tel Abyad’ı IŞİD elinden alan, Rakka’yı tehdit eden “karadaki temel güç” kim?
IŞİD ile savaşan, ABD’nin silah ve mühimmat yardımında bulunduğu, Rusya ile diplomatik temasları bulunan herhalde “hayaletler” değil. Siyasi planda PYD, askeri alanda YPG.
ABD, askeri koordinasyonu, Rusya, siyasi temasları herhalde “teröristler”le ve “hayaletler”le yürütmedi, yürütmüyor.
2012 yılının Temmuz ayından bu yana Lübnan büyüklüğünde bir alanın her gün yönetimini sağlayan bir güç söz konusu. PYD’nin “terörist” olduğunu sadece Ankara’daki AKP iktidarının temsilcileri söylüyor.
Suriye Kürtleri'ni PYD’den daha ötede temsil eden hiçbir güç yok. Suriye Kürtleri'nin belki tek gücü değil, ama en etkili, en büyük ve en yaygın gücü olduğuna hiç kimsenin en ufak bir kuşkusu yok.
Dolayısıyla, Ankara’nın PYD’yi Cenevre’de temsil ettirmeme çabası, Salih Müslim’i engelleme girişimleri, aslında, Suriye muhalefetinde Kürtler'in gereğince temsil edilmemesinden gayrı, Suriye’nin geleceğinde Kürtler'in rol oynamaması için uğraşmak anlamına geliyor.
Peki, Ankara, bunda en azından bugün için başarı sağladı mı?
Evet. Zira, pazartesi günü Avrupa Parlamentosu’nun yıllık Kürt Konferansı’na katılmak için Brüksel’e geldiğimde, Konferans’ın ikinci gününde (yani dün) konuşmacı olarak programda adı bulunan Salih Müslim’in, Staffan de Mistura’nın çağırması üzerine o gün apar topar Cenevre’ye gittiğini öğrenmiştim.
Salih Müslim’e salı günü davetiye verilecek, PYD Eşbaşkanı Brüksel’e dönecek, ardından cuma günü (yarın) Cenevre’de başlayacak görüşmelere katılmak üzere tekrar Cenevre’ye hareket edecekti.
Cenevre görüşmelerinin “formatı”nı da bu vesile ile öğrenmiştik. Staffan de Mistura, Riyad’da geçen ay yapılan toplantıda belirlenen ve o nedenle “Riyad grubu” adı verilen muhalefet ile belkemiğini PYD’nin oluşturduğu “Suriye Demokratik Meclisi” adını taşıyan diğer muhalefet grubu ile ayrı ayrı görüşecek ve ayrıca rejimin temsilcileri ile görüşerek, “üçgen mekiki” tarzında bir temas trafiği yürütecekti.
Yani Cenevre’de rejim ile muhalefet, “aynı masaya oturarak görüşmeleri başlatmayacaklar”dı.
Salı akşamına doğru, Ankara, “PYD gelirse, ben boykot ederim” deyince ve “perde arkası”nda S.Arabistan ve Katar da “boykot”a katılacaklarını Washington’a iletince işler karıştı.
“Suriye Demokratik Güçleri”nin başta eşbaşkanı Haytam Menna olmak üzere Arap unsurlarına iletilen davet mektupları, Salih Müslim ile diğer Kürt şahsiyet İlham Ahmed’e verilmedi.
İngilizler ve Fransızlar, özellikle sosyal medyada “PYD’nin çağrılmayacağını” söylediler.
Brüksel’deki toplantıya ABD’nin bölge siyasetiyle yakından ilgili, birisi yakın geçmişte önemli roller üstlenmiş iki kişiden biri Cenevre üzerinden gelmişti. Cenevre’de ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Obama’nın en üst düzey danışmanlarından birinin kendisine “PYD’nin masada bulunmasından yana olduklarını” söylemiş olduğunu bana aktarmıştı.
Ortaya çıkan gelişme üzerine ise, dün, şöyle bir açıklama yaptı:
“Türkiye’nin boykotu demek, Ankara ile birlikte, S.Arabistan ve Katar’ın desteklediği muhalif grupların lojistik arka planının ‘sahayı terketmesi’ anlamına gelecekti. Yani, bu kez gruplar, bir başka deyimle ‘Riyad muhalefeti’ Cenevre’ye gitmemiş olacaktı. Oysa, ABD için, rejimle savaşan muhalefet unsurları da onlar. Cenevre ise, esas olarak, rejim ile o muhalefeti biraraya getirip bir süreç başlatılmasını öngörüyor. Yani, Washington için ‘açılışı kurtarmak’ öncelikle oldu denebilir…”
Şöyle de denebilir: Ankara ile PYD tercihi, Türkiye’deki iktidar tarafından Washington’un önüne sunulunca, Amerika, “dişlerini gıcırdatsa” da, “şu aşamada Ankara” demiş oldu.
PYD’yi “terörist” görmek bir yana, Brüksel toplantısındaki diğer Amerikalının bana söylediğince “müttefik” görüyor olsa da, PYD, öncelikle IŞİD’e karşı savaşan bir güç. Ama, Cenevre’de başlatılmak istenen rejim ile onunla savaşan muhalifleri. PYD’nin Ankara’ya “feda edilmesi”nin bir izahı sayılabilir.
Her ne olursa olsun, Batı’da PYD’yi ve PYD üzerinden Kürtleri Rusya’ya kaptırma kaygısı önümüzdeki dönemde öne çıkacağa benziyor. Putin, bunun üzerinde artık daha kolay oynayabilir.
Salih Müslim, haliyle, masada olmayacakları Cenevre’den çıkacak hiçbir kararın kendilerini bağlamayacağını bildirdi.
ABD’nin bu kez Kürtler'in çıkarlarını gözetmek ve durumu dengelemek için, bir şeyler yapmaya çalışması gerekebilir.
Tabii, bir başka önemli gelişme, Salih Müslim’in Cenevre görüşmelerinde yer almayacak olması üzerine Suriye Demokratik Meclisi Eşbaşkanı (Arap) Haytam Menna’nın, Müslim ile İlham Ahmed’in yani Kürtlerin katılmaması durumunda kendilerinin de Cenevre’de yer almayacaklarını açıklaması oldu.
Böyle bir “soğuma”, Washington’u Kuzey ve Doğu Suriye’de IŞİD’e karşı “tek kara savaş gücü”nden mahrum bırakır ve Suriye’de S.Arabistan-Katar ve Türkiye’nin peşine takılma mecburiyeti görüntüsüne sokar.
İktidarın, Türkiye’de izlediği “sürdürülemez” ve “kazanılamaz” Kürt politikası, şimdi Suriye’ye de sirayet etti. “PYD’ye karşı diplomatik zafer” kazanırken, Cenevre’de “uluslararası diplomasi”yi sakatladı.
Türkiye’nin “gücü” bir kez daha gösterildi. Ama, bu, Suriye’de barışa yönelik “hayırlı” bir sonuç çıkartmak için olmadı.
Ne olursa olsun, Cizre’de Kürtler üzerinde ortaya konulan Türkiye’nin “ateş gücü”, Cenevre’de Suriye Kürtler üzerine “diplomatik ağırlık” olarak indi…