Eski Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, gazetesinin yöneticileri ve yazarlarına yönelik "FETÖ ve PKK adına suç işledikleri" iddiasıyla başlatılan soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Murat İnam'ın, 'FETÖ üyeliği' ve 'suç uydurmaktan' yargılanmasıyla ilgili olarak "Yani bizi kendisine yardım etmekle suçlamıyor muymuş. Komik ötesi değil mi? Et kokarsa tuzlarsınız. Ya bu kadar ağır tuz kokusu karşısında ne yapacaksınız? Cevap belli: Direneceğiz; sonuna kadar" dedi.
Can Dündar'ın "Allah’ın sopası yok ki..." başlığıyla yayımlanan (3 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Tarihe geçecek bir belge yayımladı dün Anadolu Ajansı…
Cumhuriyet’e yönelik suçlamaların ayrıntılarını verdi.
Ve anladık ki tek suçumuz, gazetecilik yapmakmış.
Ha bir de iktidarın suçunu ortaya dökmek…
Anlaşılan savcı bey manşetlerimizi beğenmemiş.
“Cadı avı başladı” demişiz; bu iyi bir başlık değilmiş.
“Eksik demokrasi” yazmışız; sevmemiş.
“Sokaktaki tehlike”yi hiç tasvip etmemiş.
“Türkiye kaosta” da ne demekmiş.
Hem Ankara bombalanınca “Devletin kalbine bomba” manşeti atmışız; Zaman’la pişti olmuşuz. Savcı bunu da beğenmemiş.
Beğenmez beğenmez; biz de mesela onun basına sızdırdığı bu soruşturma metnini beğenmedik, ama bu manşetlerden dolayı bütün bir gazete yönetimini hapse attırmasını dünyaya nasıl açıklayacağını merak ediyoruz.
***
Sadece başlıkları değil, ara başlıkları da beğenmemiş savcımız.
“Demokrasi nöbeti” tutanları kastederek “Meydanlarda demokrasiden söz eden yok”demişiz. Savcı bey o ara başlığı da kırmızıyla işaretlemiş.
Sonra kelimelere kadar inmiş:
Gülencilere “Cemaat” demişiz de niye terör örgütü dememişiz.
Gülencilerin kamu görevlerinden alınmasını “tasfiye” diye nitelemişiz. Vay nasıl öyle dermişiz?
Cemaatçilikle suçlanan savcılarla röportaj yapmıştım. Erdoğan’ın 17-25 Aralık yolsuzluk dosyasının bütün ayrıntısı onlardaydı.
Yandaş işadamlarının büyük kamu ihaleleri vaadiyle nasıl medya satın almaya zorlandıklarının kayıtları da dosyalarındaydı; İnterpol’ün dünyada aradığı dinbaz işadamının nasıl Türkiye’de istihbarat teşkilatınca ağırlandığının ayrıntıları da… Yalanlayamadılar bile…
Konuşmayacak mıydık?
Sormayacak mıydık?
Yazmayacak mıydık?
Asıl yazmazsak mesleğimize ihanet etmiş olmayacak mıydık?
***
Tabii bir de yazarlar var:
Aydın Engin, “Cihanda sulh, peki yurtta ne” diye sormuş.
Kendi eliyle yakalanmış:
Darbenin parolasını önceden ele vermiş.
Kadri Gürsel son dönemde moda olan “subliminal mesaj”lardan vermiş; yani iktidarın başına ne geleceğini okurlarının bilinçaltına işlemiş. Ama savcı niyet okumuş ve onu da yakalamış.
Tüm Türkiye’ye Gülen hareketinin tehlikesini anlatan Hikmet Çetinkaya, meğer gizli Gülenciymiş. Kanıt yok ama olsun; savcı öyle düşünmüş.
Akın Atalay, “Zaman’ın kayyıma devri hukuksuzdur” demiş. Savcıya göre hukuku savunmak da, meslek hayatı boyunca demokrasinin safında durmuş Murat Sabuncu’nun manşet tercihleri de FETÖ’cülükmüş.
***
Ah işte Allah’ın sopası yok ki…
Basın tarihine geçecek bu suçlamalara gülelim mi ağlayalım mı diye düşünürken asıl bomba haber, OdaTV’de patladı.
Meğer bizi FETÖ’ye yardımla suçlayan savcı, kendisi FETÖ üyeliğinden, hem de adli kontrol kararıyla yargılanmıyor muymuş?
Yani bizi kendisine yardım etmekle suçlamıyor muymuş.
Komik ötesi değil mi?
Et kokarsa tuzlarsınız.
Ya bu kadar ağır tuz kokusu karşısında ne yapacaksınız?
Cevap belli:
Direneceğiz; sonuna kadar…