Can Ataklı
(Vatan - 19 Mayıs 2012)
Bu ayıplı gazetecilik oldu
19 Mayıs Bayramı hepimize kutlu olsun
Üzerinden birkaç gün geçti ama, canım o kadar sıkıldı ki, geç de olsa yazmak istiyorum.
Birkaç gün önce 11 gazeteci Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in arkasına takılıp Silivri Cezaevi’ne gitti.
Gazeteciler koğuşlara, hücrelere girdi, yemekhaneleri, spor alanlarını, avluları inceledi.
11 bin küsur tutuklu ve hükümlünün kaldığı koca cezaevinde her nedense tek bir tutuklu ya da hükümlü ile konuşmadılar.
Adalet Bakanı tüm tutuklu ve hükümlüler adına gazetecilere bilgiler verdi, sorunları anlattı.
Yazılarından okuduğum kadarıyla 11 gazeteci cezaevini pek beğenmişler.
Hücrelerin ve koğuşların duvarları iyi boyanmış, pırıl pırılmış, aydınlıkmış, her yer tertemizmiş, mutfak çok iyiymiş, hastane özel hastaneleri aratmayacak mükemmellikteymiş.
Geçmişte hapishane hatta işkence anıları olan bir gazeteci ise raconu kesmiş “Bizim zamanımızdan daha iyi burası” demiş.
Eh bu kadar beğendiğinize göre kalsaydınız biraz bari.
Bu yazıları okuyunca ben açıkçası çok utandım.
O gazetecilerin utanıp utanmadığını bilemem tabii.
Ama şunu gördüm ki gazetecilik ölmüş.
Soru sormak yok.
Merak etmek yok.
Sorgulamak yok.
Takıl Bakan’ın arkasına kuyruk gibi, yok ranzada resim çektir, yok bahçede satranç oyna, yok spor sahasında topa vur.
Ne güzel değil mi?
Ne gariptir ki birinin aklına bile “tutuklu gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, askerler” gelmemiş bile.
“Niye bizi görüştürmüyorsunuz” da dememişler.
Hele onların çektikleri eziyetler, uğradıkları haksızlıklar, onurlarının ayaklar altına alınması, taleplerinin geri çevrilmesi, sağlık sorunlarının giderilmemesi bu gazetecilerin gündemine hiç girmemiş bile.
Ahmet Şık ve Nedim Şener serbest bırakıldığına göre ortada sorun da kalmamış. Zaten gerisi gazeteci değil ki bazılarına göre.
Bu gazetecilere turistik cezaevi turu yaptırılmadan birkaç gün önce ben de Silivri Cezaevine gitmiş ve 9 tutuklu gazeteci ile yüz yüze görüşmüştüm. Sonra da izlenimlerimi üç gün boyunca yazmıştım.
Bu yazılarımda siyasi konulara neredeyse hiç girmeden, o tutuklu gazetecilerin çetin yaşam koşullarını anlatmaya çalışmıştım.
Örneğin hepsi yazı ile yaşayan bu gazetecilerden, bırakın bilgisayar vermeyi daktiloyu bile esirgiyorlar.
Hücrelerinde çiçek bulundurmaları yasak.
Haftalık 10 saat olan diğer tutuklularla görüştürülme kuralına hiç uyulmuyor.
Bazı gazeteciler içi ıslak, boyasız, tuvaleti taşan küçücük hücrelerde aylarca tutuldu.
Bakan’ın arkasındaki 11 gazeteci, bu kadar basit konuları bile sormamışlar.
“Bilmiyorduk” diyemezler. Beni okuduklarını tahmin etmiyorum, benden öğrensinler diyecek durumda değilim, ama bunlar yıllardır yazılıp çiziliyor, bazı arkadaşlarımız bunları anlatan kitaplar bile yazdılar.
Hiçbirine cevap verilmemişti. Bakan da hiç konuşmamıştı.
Hazır o 11 gazeteci içeri girmişken bunları da sorarlar zannettim ama, nafile. Gazetecilik öldüğünden, Bakan’ın söyledikleriyle yetinmişler.
Ne yazık. Ne ayıplı bir durum.
Tabii bir de gazeteci seçimi var ki o da evlere şenlik.
Biri ikisi hariç katılımcıların hepsi tutuklu gazetecilerin içeri girmesi için zaten kampanya yürütmüştü. Şimdi de çıkmamaları için çaba gösteriyorlar.
Sanki bu gazetecilere “Bakın sizin sevmediklerinizi işte burada tutuyoruz, merak etmeyin” deme turu gibi bir şey olmuş bu.
Yahu bunlar yarın çocuklarının yüzüne nasıl bakacaklar ki?