Kültür-Sanat

Camiler: Osmanlı ne yaptı, bugün ne yapılıyor?

'Selatin camilerinin merkezi olan İstanbul'da Kahramanmaraş'taki camiyi koymak, simge yapı konusunda bu caminin daha ilk dakikadan çok gerilerde kalması demek değil midir? Yazık değil mi?'

13 Temmuz 2012 18:39

Ahmet Turan Köksal*
(Zaman, 13 Temmuz 2012)


Günümüz camisini çözümlemek

Bundan önce denmiştir ki: "Ülkemizde yeni yapılacak olan tüm camilerin bir tasarım hikâyeleri olmalı. Özel, tekil ve güzel tasarlanmalı, projesine uygun inşa edilmeli. Şu anda gelinen noktayı avantaja çevirecek hamleler yapılmalı." Bu söylemin, herkesin katıldığı basmakalıp bir temenniden öteye gidebilmesi için bir yol haritasına ihtiyacımız vardır.
Bu yol haritası, tek bir derde, tek bir ilaç gibi ortaya konamayabilir. Karmaşık, hepimizi ilgilendiren, çok oyunculu, tüm vatandaşları ilgilendiren ve böylece şehirlerimizi de şekillendiren önemli bir istektir, nitelikli camilere sahip olmak.

Uzun zamandır, camilere alıcı gözü ile bakılmadı. Yeni yapılan camiler, sadece cemaati ve cami yaptırma yaşatma derneklerini ilgilendiren bir konuydu. Böyle olduğu için cami yapılıp yapılmaması, gerekliliği, arsası, şekli şemali, planlaması, bakımı onarımı, korunması ve bunlar gibi tüm işler ve kararlar, belirli ve ilgili kişiler tarafından alınıyordu. Belirli bir kesim ise camilere, hususi olarak karışmıyordu. Mimarlar da cami tasarımı işine bugünkü kadar ilgili olmadılar. Ne yazık, şu zamanda bile, caminin mimarisi, içeriye döşenecek halının düz mü, secde yerleri belli edilsin mi diye karar vermeden daha önemli olmayan bir iştir. Derneğin bir toplantısında konu olur. O toplantıya bir bilen çağırılıp -belki de bedeli neyse verilerek- danışmanlık almak çok uygun değildir. Tabii ki her cami böyle inşa edilmedi ama oranlarsak çok büyük bir bölümde aynı bu tür gelişmeler olduğunu biliyoruz.

Bu ilgi yoksunluğundan öte, Taksim'e ya da Göztepe Parkı'na cami yapılsın mı tartışmaları çıkıverir. Hatta dördüncü dönemindeki Kadıköy Belediye Başkanı, camiyi nasıl engellediklerini bir basın toplantısı ile duyurmuştur. Ancak Feneryolu'ndaki her yönü ile "sakat" dört kuleyi nasıl engelleyemediğini duyururken aynı heyecanı ve isteği taşımamıştır. Göztepe'ye cami yapılmalıdır ya da yapılmamalıdır, tartışılır. Ancak bu dört kule kadar can acıtıcı olabilir mi?

Artık camiler hakkında bir yorum yapıldığında, bu yorumu yapanın kimlerden, necilerden olduğu, siyasi görüşünün sorgulandığı zamanlardayız. Kutuplaşma, camiler üzerinde oluşuyor artık. Mimarlık ve güzel sanatlar, toplum psikolojisi ve sosyolojisi, şehircilik, istatistik ve demokratik sonuçlar gibi verilere bakılacağına, hemen yorum getirene bir etiket yapıştırıldığı zamanlardayız. Her şeye rağmen farkındalık yaratmak ve "nitelikli cami" için çalışmak ve çabalamak gerekli. İşbu yazı da bunun için yazıldı ve bu gazetede yayımlandı.

İşte bu cami yapılsın mı, yapılmasın mı tartışması süregelirken, muhakkak, çevrede kaç hastane, kaç okul var gibi istatistikler verilerek caminin gereklilikleri tartışılır. Fatih ilçesinde kaç tane cami olduğundan dem vurulur. Anadolu'daki bir kasabada hastane yokken, şu kadar cami olduğu söylenir, bu durum ayıplanır. Cami için kıstas diğer kamu binalarının sayısı ve büyüklüğü olmamalıdır. Bunlar nüfusa ve ihtiyaca göre, halkın sağlığı, rahat ve huzuru için hesaplanıp yapılması gereken binalardır. Camiler, cemevleri, kiliseler, sinagoglar ise cemaatin kalabalığı ve gücüne göre ortaya çıkan şeylerdir. Sadece abartılmadan ve kişilerin ibadet ve inanma özgürlüklerini ve ihtiyaçlarını gözeten şekilde tam kararında yapılmalı, işe girişmeden önce birçok kıstas dikkate alınmalıdır.


Cami Planı Cemaati İkna Etmeli

Diğer taraftan, caminin yapılmasını arzu edenler bu tür eleştirilere daha akılcı cevaplar vermek yerine "milli doku ve duyguların" hâkim olduğunu iddia ettikleri kopya tasarımları göz önüne koymaya çalışırlarsa bir başka probleme kapı aralarlar. Hatta betonarmeden hemen hızlıca yapıp, tartışmaya nokta koymaya, nedensiz bir aceleyle "Biz yaptık, oldu" finali hiç uygun değildir. Hem ne acelesi var ki? Cami dediğin zaten cemaatin birlik olma yeridir. Toplayıcı olunmalı, cemaat ikna edilmeli, zevkine varıla varıla, projesi belki de yarışma ile elde edilmiş, belki de bu seçkin proje için referanduma bile gidilmiş, planlaması yapılmış halde inşa edilir ve şehre bir öğe kazandırılır. Cami kararı herkesi ilgilendirir, ortak yol bulmak bu kadar zor olmamalıdır.

"Camiler gösteriş için yapılmaz" dendiği zaman da tepkiler geliyor. Tepki verenler "Osmanlı camileri gösteriş için yapılmamış mıdır?" diye sorarlar. Evet, tabii ki Osmanlı gösteriş için (aşağıda açıklayacağım üzere aslında doğru kelime "gösterilen") cami yapmıştır. Hatta kışla da, saray da. Hatta gün gelmiş Osmanlı gösteriş için yaptığı binayı yıkmıştır da. Evet, Fatih'te çok cami vardır. Osmanlı'nın Payitahtı'ndan bahsediyoruz. Suriçi denilen bölgeden. İstanbul orasıdır ve Yeditepe denilen tepeler de oradadır. Galata buraya girmez bile. Tabii ki çok cami olacak.

Osmanlı Asitane-i Aşiyan dediği bu kente cami de yapmıştır, mesken de, mektep de. Ancak ahşap olan bina yangına dayanamamış. Yanmasa bile eskimiş, yıkılmış gitmiş. Yığma taştan olan üzerine titrenen ayakta durmuştur. Bir şehirde bu kadar hükümranlık yapan cihan devleti, bu kadar cami yapar tabii. Pekiyi taştan yığma olacak şekilde, kalıcı olması için yapan ecdat, Süleymaniye gibi bir tepede, cihan sultanı adına yaptığı bu camiyi "göstermeden" mi yapacaktı. Ayrıca biliniz ki, Süleymaniye "modern" bir camidir. Öyle bir şeyin kopyası ya da 400 yıl öncekilerin taklidi değildir. Yenidir.

Fatih'e yeni caminin gerekli olmadığını, şehrin dinamikleri söyleyecektir zaten. Biliniz ki üzerine titrediğimiz silueti oluşturan camiler, yeni yapılanlar değil, Osmanlı camilerinin görüntüsü ve gösterişidir. Bu bir kimliklendirme aracıdır. Hatta Nazım Hikmet, İstanbul için "Çınarlı, kubbeli mavi bir liman" demiştir bir şiirinde. Kubbe tamam da, limanda görünen kaç çınar vardır, minareleri bastıracak. O da bir gönderme olmasın sakın? Kısacası eğer bir kenti kimliklendirecekseniz, Osmanlı camileri kadar değerlisi ve eşsizi yoktur. Vurdulu kırdılı ünlü filmleri, İstanbul'da çeken Amerikalılar için fragmanda sadece yarım saniye gösterilen bir Eminönü manzarası, çok değerlidir?

Günümüz camilerini eleştirdiğimiz "gösteriş" konusuna geri dönelim. Burada anlambilimin derinliklerine inmeye gerek yoktur ama basitçe "gösterge" ana başlığı ile durumu açıklayalım. Kendi dışında başka bir şeyi gösteren, düşündüren, onun yerini alabilen, sözcük, nesne, görünüş veya olgulara "gösterge" denir. Yine bir göstergenin gerçek dünyadaki karşılığına "imge" denir. Sözcükler, resim, şekil, işaret gibi diğer öğelere de "gösteren" adı verilir. Eğer gösteren olgu akılda birtakım görüntüler oluşturuyorsa; bu da "gösterilen"dir. Şimdi Cami ile ilgili tüm olgular "gösterge"dir. Kısaca "gösteren" ve "gösterileni" kapsar. Bu "gösterge"nin gerçek anlamda içine girdiğimiz, namaz kıldığımız, kubbesine tavanına bakıp anlamaya çalıştığımız hali camilere özgü oluşturduğumuz "imge"dir. "Cami" kelimesi (tekil olarak bir şey ifade etmeyen "c" "a" "m" "i" harflerinin birleşip oluşturduğu kelime bütünü) ve İstanbul içindeki örnekleri ve hatta övündüğümüz Selatin Camileri "gösteren"dir. Aklımızda oluşan, bazıları tarafından olmazsa olmaz, "milli doku" diye tabir edilen kubbe ve minare ve hatta şerefe bütünü ise "gösterilen"dir.

Kısacası bizim cami muhayyilemizde, kubbe, minare ve şerefe o kadar sert ve güçlü imgelenmelerdir ki, cami dediğimiz zaman bu "gösterilen"leri o kadar kanıksamışızdır ki, bunların olmadığı ya da evirip çevirip garip hallere sokulduğu her örnek "modern cami" olarak (anormal olan) adlandırılmaktadır. Hatta gereğinden fazla süs öğesi koymak, kubbeyi devasa, gövdeyi küçük yapmak, (ya da tam tersi) minareyi füze gibi dikip, yapıldıktan sonra onarım dışında çıkılmayacak olan şerefeleri boncuk gibi dizmek... Beyaz çimentodan ya da köpükten kemerli pencereleri süslerle bezemek, hatta Yunan üçgen alınlığı ve dorik, iyonik sütunları serpiştirmek... Bunlar gibi uygulamaların hepsi bir "gösterilen"dir. Gösterilen ne kadar artarsa binanın "gösteriş" için yapıldığı o kadar kolay söylenir.

Osmanlı Selatin camisindeki, şaşmaz oran ve hatta çeşitlemeler, "gösteren" statüsünde imgemizi ortaya çıkartan örneklerdir. "Gösteren"i fütursuzca betonarmeden kopyalayıp, oranlarını yerle bir edip, "Klasik cami yaptık" demek, yapay bir "gösterilen" sayısını artırmaktan öte olamaz. İtirazımız bunadır. Bir Abdullah Kuran çalışması hatmedilmeden, bir Doğan Kuban öğretisi incelenmeden, bir Turgut Cansever araştırılmadan, Vedat Dalokay'ın yaptıklarına bakılmadan ve Uğur Tanyeli'nin tüm bunlara getirdiği anlamlı eleştiriler okunmadan, bu işin felsefesine inilmeden çalışma yapmak yüzeysel kalabilir.

Ayrı bir konu; Cami söz konusu yere gerçekten gerekli midir? Şehirlerin birleştiği ve artık şehir çevresinde taşranın kalmadığı zamanlardayız. Evet, nüfus artıyor ve belki de göç hâlâ önemli bir dert. Yeni yerleşim yerlerindeki apartman yoğunluğu ve siteler kendi içlerinde cami ve diğer dini binaları karşılamak konusunda yetersiz kalabilirler. Nüfusun camiye ihtiyacının olup olmadığı bilimsel yöntemlerle araştırılmalıdır. Her türlü vakit namazları, cuma ve bayram namazları ihtiyacı da dikkate alınmalıdır. Cami genişleyen bir yapıya sahip olabilir. Neden hâlâ ve hâlâ modüler yapı ile büyüyebilen camiler düşünülmemiştir, merak konusudur.

Cami etrafında söz konusu mahalleyi oluşturan bir yapı mıdır, yoksa oluşmuş bir mahallenin ihtiyacı mıdır? Planlama oldukça önemlidir, önemlidir ki cami için arsa üretimi de önemli olmaktadır. Bugün, Gaziantep'te, bir ilçe belediyesi, park için ayrılmış yeşil alanlarda cami yapımına izin vermektedir. Cami ayrıdır, yeşil alan ayrıdır. Ayrı ayrı planlanmalıdır.
 

Çamlıca'ya Bir Kocatepe mi?

Şimdilerde Taksim ve Çamlıca için cami tartışmasına katılmamak imkânsızdır. Bu tartışmanın içinde ince bir çizgide durulmalıdır. "Cami yapılmasın" diyenler ne kadar futbol takımı tutar gibi fikirlerini savunuyorlarsa, "Hayır inadına yapılacak" diyenler de o kadar inat ve empati eksikliğine sahip değiller mi? Camiler nasıl gösteriş için yapılan binalar değillerse, siyasete de alet edilecek binalar da değillerdir. Olan camilere oluyor işte, Mimar Sinan torunları olarak yaptıklarımız çıkıyor ortaya.

Kahramanmaraş'ta devasa bir taklidin Çamlıca'ya aynen konması taklidin taklidi olmaz mı? Karar vericiler dinlerlerse, sebebi anlatılır. Çamlıca için bir Kocatepe Camii anlamlı değildir. Zaten İstanbul'a gelen turist cami görmek isterse, orada Süleymaniye ya da Sultanahmet durmuyor mu? İlla cami yaptırılacaksa, son karar buysa, bir uluslararası yarışma açılamaz mı? Öyle ki, İstanbul'u gezmek isteyen birinin muhakkak uğramak isteyeceği bir cami olsa orada... Selatin camilerinin merkezi olan İstanbul'da Kahramanmaraş'taki camiyi koymak, simge yapı konusunda bu caminin daha ilk dakikadan çok gerilerde kalması demek değil midir? Yazık değil mi?

Kadın ya da erkek mimar, cemaat ile konuşmalı, onları anlamalıdır. Camiyi kimliklendirmek için ön şarttır bu. Cemaate büyük cami istiyorsa sorulacak, gereğinden büyük yapıldığı için cayır cayır çalışan klimaların tükettiği enerji bedeli nasıl ödenecek? Yerden ısıtma teravih namazı sırasında konforlu bir durum sağlar mı, bu kadar detaya inilecek. Klasik cami iyi de pencereleri neden plastik doğrama yapıyoruz diye sorgulayacak.

Caminin altında garip bir market, cep telefonu bayii, hatta eskilerin klasiği demir doğrama atölyesi olacak mı? Caminin bakımı ve nasıl korunacağı, akarının olup olmayacağı düşünülmeli. Örneğin her cuma hutbesinde, hatip bir de kalkıp caminin fiziksel ihtiyaçlarından dem vurmak zorunda değil. İki dakika öncesinde mübarek üçayların özelliği ve inananların nasıl davranmaları gerektiği konusunda bilgi verirken, akan çatıdan bahsetmek...

Mimara denecek ki: "Git Haseki'deki ufacık Osmanlı camisine bak. Ağustos sıcağında neden klima çalıştırmıyorlar? Neden hatip mikrofon kullanmadan, bağırmadan hutbeyi verebiliyor. Salt caminin küçüklüğünden mi? Gör, araştır ve yeni teknolojilerle bize, kullanışlı, sade ve bizim "gösterilen" isteklerimizi de karşılayan bir cami tasarla." Mimar da diyecek ki, "Araştırdım, baktım bu kadar büyük cami ya da mekâna gerek yok. İleride şu kadar fazla yük getirir. Ancak şu şu öğelerle size görkemli bir bina sunabilirim. Süse, minareye, devasa kubbeye kaynak aktarılması yerine..." Bakıldı ki, tek bir mimarın işi ile olacak değil. O zaman tarafsız bir seçici kurul oluşturulur ve kimsenin hakkını yemeden ufak bir kapalı yarışma açılır. Beş–altı mimar yarışır sunumlarını yaparlar. Kazanan camiyi tasarlar. Çalışan ama kazanamayan diğerlerine de imkânlar doğrultusunda bir bedel ödenir. Çok mu zor?

* Mimar, Dr., Zirve Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dekan Yardımcısı