Kültür-Sanat

Cami inşaatında bir İspanyol

1571 yılında Haçlı donanmasında Osmanlılara karşı savaşırken yaralanıp esir düşen Cervantes, eserlerinde esaret yıllarına göndermeler yapar.

19 Ağustos 2008 03:00

Miguel de Cervantes Saavedra esaret yıllarında diğer mahkûmlarla kıyaslandığında rahat olsa da İstanbul'da bulunan Kılıç Ali Paşa Camii'nde çalıştı. Aynı yıllarda dünyaca ünlü olmasını sağlayacak Don Quijote'yi düşlerken yıllar sonra Osmanlı sarayında geçen Yüce Sultan'ı yazdı

Tarih; 7 Ekim 1571; Adriyatik Denizi'nde, daha ortalarda Don Ouijote ve Alonso Ouijano yokken Cervantes sadece kralını onurlandırmak adına orduya girmiş ve bir denizci olarak Osmanlı donanmasına karşı Venedik, İspanya, Papalık, Ceneviz ve St. John Şövalyeleri tarafından kurulan Haçlı donanmasının yüzbaşılarına katılmıştı.

206 kürekli ve yelkenli gemiden oluşan Haçlı donanması Senor Don Juan de Austria komutasındaydı ve Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa donanmanın başındaydı, diğer komutanlar ise Pertev Paşa ve Uluç Ali Paşa'ydı. Bu üç komutanın elinde 200 kadırga, 50 galyot, 20 kırlangıç bulunmaktaydı.

İki donanma Mora'nın kuzey, Orta-Yunanistan ile Karlıeli'nin güney kapılarında bulunan İnebahtı Körfezi'nde karşılaştı ve "mubahla cenk" oldu. Daha sonra şöyle anlatılacaktı bu savaşın nedeni, savaşa katılan bir yazar tarafından:

"Alicante'den gemiye binip rahat bir yolculuk yaparak Cenova'ya vardım; oradan Milano'ya gidip silah ve askeri üniformalar temin ettim. Kısa bir süre sonra Papa Hazretleri V. Pius'un, ortak düşman Osmanlılara karşı, Venedik ve İspanya'yla İttifak yaptığı müjdesi geldi. Osmanlı donanması o sırada Venediklilerin yönetimindeki meşhur Kıbrıs Adası'nı ele geçirmişti; çok acı, hazin bir kayıp...*

Şarapnel yarası

Savaş, Haçlı donanmasının kesin zaferiyle sonuçlandı. Haçlı donanması dokuz bin ölü ve yaralıyla 12 kadırga kaybederken, Osmanlı 30 bin ölü ve yaralı verdi, 200 de kadırga kaybetti. Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa savaşta öldü. Ağır yara alan donanmayı Uluç Ali Paşa savaş alanından kaçırmayı başardı. Savaş sırasında Yüzbaşı Miguel de Cervantes Saavedra bir Osmanlı topundan gelen şarapnel parçasıyla kolunu kaybetti.

Tüm haçlı, yenginin şarkısını söylerken Sokullu Mehmet Paşa, gönderilen Venedik elçisine İnebahtı savaşıyla ilgili olarak: "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı’da bizi yenmekle sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez, fakat kesilen sakalın yerine daha gürü çıkar" diyerek aslında yenilgiyi ciddiye almadığını gösterirken Uluç Ali Paşa, Vezir-i Azam Sokullu Mehmet Paşa tarafından Kaptan-ı Derya'lığa yükseltiliyordu. İsmi artık Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa olurken, kendisinden yeni bir donanma hazırlaması istenmişti. Bunun için çok sayıda malzemeye ihtiyaç olduğunu, kısa sürede böyle bir donanmanın hazırlanmasının zor olduğunu söyleyen Paşa'ya Sokullu, "Bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabiliriz. Hangi geminin malzemesi yetişmezse gel benden al" demesi Osmanlı İmparatorluğu'nun o dönemdeki gücünü göstermesi açısından oldukça önemliydi. Savaşta bir kolunu Adriyatik sularına bırakan ve daha sonra (El Manco de Lepanto), "lnebahtı'nın sakatı, ya da "İnebahtı'nın tek kollusu" lakaplarıyla anılmaya başlayan Cervantes acıları dinmeye başladığında 26 Eylül 1575 tarihinde Malta açıklarında yine bir İspanyol gemisindeyken Arnavut asıllı Türk korsanı "Deli Memi" tarafından esir alındı. Deli Memi, İnebahtı Savaşı'nda 42 parçalık filosunu Haçlıların eline geçmekten kurtaran Uluç Ali Reis'in yardımcılarındandı. Cervantes'in "yeni sahibi", artık daha önce karşı karşıya savaştığı, sol kolunu kaybetmesine neden olan Uluç Ali Paşa, yeni adıyla Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'ydı...

Cervantes daha sonra kölesi olacağı, yeni Kaptan-ı Derya'yı söyle anlatıyordu:

"Padişahın esiri olarak 14 yıl kürek çekmişti; 34 yaşından sonra, kürek çekerken, bir Türk'ün kendisine tokat atması üzerine sinirlenip, dinini değiştirmişti. O kadar cesurdu ki, padişahın çoğu özdeşinin başvurduğu ahlaksızca yollara başvurmadan Cezayir beylerbeyi olmuş, sonra da hükümdarlığın en yüksek rütbelerinin üçüncüsü olan kaptan-ı deryalığa getirilmişti. Aslen Calabria'lıydı, ahlaklı ve iyi bir adamdı, esirlerine çok insanca davranırdı. Öldükten sonra geriye kalan üç bin esiri, vasiyetnamesine uygun şekilde, her ölenin mirasçısı kabul edilen ve ölenin diğer çocuklarıyla birlikte mirasını paylasan padişahla diğer dönme askerler arasında paylaştırıldı. Ben Venedikli bir dönmeye düştüm...*

Esirin anlattığı hikâyedeki Venedikli dönme Cezayir dayısı Hasan Ağa adıyla anılıyordu. Hikâyenin daha birçok yerinde karşımıza zalimlikleriyle çıkacaktır. Bu da bir talihsizlik olarak değerlendirilebilir ama Cervantes'in asıl talihsizliği bu değildi. O zaferler kazanmış, hatta yenilmez denen Osmanlı donanmasını yenmiş bir ordunun en talihsiz askeriydi.
"Büyük savaş hazırlıklarının yapıldığı konuşuluyordu; bütün bunlar beni etkiledi, harekete geçirdi, beklenen sefere katılmaya heveslendirdi. Her şeyi bırakıp İtalya'ya girmek istedim ve öyle yaptım! Talihim varmış, Senyor Don Juan de Austria, Cenova'ya yeni gelmişti, Venedik donanmasıyla birleşmek üzere Napoli'ye geçiyordu, daha sonra donanmalar Messina'da toplandı. Kısacası, o şanlı seferde ben de, başarılarımdan ziyade talihim sayesinde, şerefli piyade yüzbaşısı rütbesine getirilerek yer aldım.

Bütün dünya milletlerinin, Osmanlıların kibir ve küstahlığının kırıldığı, Hıristiyan âleminin o mutlu gününde, İnebahtı açıklarında bulunan onca talihli insan arasında, bir ben talihsizdim!"

Kendisi için ben bir talihsizim diye seslenirken La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Quijote'yi yazmaya başlamıştı. Yapacakları için sınırsız bir malzeme vardı elinde ve Don Quijote'nin içine kendi esirlik günlerini eklemeyi de unutmadı. Kendi hayatı üzerinden yaptığı kurguya kendi adını da ekledi.

"Şerrinden kurtulabilen tek kişi Soavedra adında bir İspanyol askeriydi. Bu adam hürriyetine kavuşabilmek için, o insanların hatırında uzun yıllar kalacak şeyler yaptığı halde, sahibim ona asla sopa vurmadı, vurdurtmadı, kötü bir söz de söylemedi. Yaptığı şeylerin en ufağında bile bizler kazığa vurulmasından korkardık, kendisi de çeşitli olaylarda aynı korkuya kapılmıştı. Zamanımız olsaydı o askerin yaptıklarını size anlatırdım; benim hikâyemden daha şaşırtıcı ve daha eğlenceli bulurdunuz."

Paşalara layık bir cami

Saovedra adlı başka bir esirden bahsetse de eldeki verilerden esirin Cervantes olduğu konusunda birleşiliyor hatta bu yetmezmiş gibi Cervantes'in anlatmadığı başka bir gerçek de çıkıyor ortaya.

Şatafat meraklısı Uluç Ali Paşa, Osmanlı padişahı III. Murat’ın oğlu şehzade Mehmet için At Meydanı'nda (Sultanahmet Meydanı) yapılan meşhur sünnet düğününde, paşa tarafından sunulan havai fişek ve ışık oyunları İstanbulluları büyülemekle kalmamış, dilden dile, ülkeden ülkeye aktarılmaya başlamıştı. Ancak bu şöhret ona yetmedi, adının sadece denizlerde değil, bir camii ve külliye ile de yaşamasını istedi.

Bu görüşle sultana ittiğinde Sultan III. Murat onay verdiği halde bir türlü külliyeyi inşa edebileceği veri gösterdi. Uluç Ali Paşa, o sırada bir koy olan Tophane sahilini doldurarak, Mimar Sinan'dan burada "eşi görülmemiş bir camii" inşa etmesini istedi.

Bunun yanında işleri hızlandırmak için olsa gerek son seferinden İstanbul'a döndükten sonra sayısı üç bini bulan kölelerinin önemli bir kısmını Mimar Sinan'ın emrine verdi. Kılıç Ali Paşa Camii'nin inşaatı sırasındaki harcamaların kaydının tutulduğu yevmiye defterleri edebiyat tarihî için İlginç bir ismi barındırır: Miguel de Saavedra! Tarihçi Nasuh Nuri İleri'nin bulduğu bu kayıttaki kişinin gerçekten Cervantes olup olmadığı konusundaki söylentilere Akdeniz korsanları üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan İtalyan tarihçi Roberto Damiani son verir.

Damiani'ye göre de durum tam da anlatıldığı gibidir. Roberto Damiani, burada da bırakmaz olayı ve kölelerine karşı merhametiyle tanınan Uluç Ali Paşa'nın Venedik kayıtlarına göre İtalyan ve İspanyol kökenli köleleri için camiinin yanında bir de mahalle kurdurmasını emrettiğini anlatır. Uluç Ali Paşa'nın doğduğu kasabanın adının verildiği "Calabria Nuova" mahallesinin, bugün caminin hemen karsısında yer alan "Karabaş Mahallesi" olma olasılığı oldukça yüksektir.

Bunlar Cervantes tarafından yazılmamış olsa da Cervantes, Uluç Ali Paşa'nın iyi niyeti hakkında yazmayı ihmal etmedi.

Cervantes'in çalıştığı Kılıç Ali Paşa Camii medrese, türbe ve hamamıyla küçük bir külliye olarak inşa edilmiştir.

Tophane Camii olarak da bilinir. Bu eser o yılların baş mimarı Mimar Sinan in yaşlılık döneminde yarattığı son eserlerden biri olduğundan da ayrı bir önem taşır, ama tabii bu önem Cervantes'in orada çalışmış olması gerçeğinin önüne geçemez gibi duruyor. Kılıç Ali Paşa adına yapılacak olan caminin yeri seçilirken, uzun denizcilik yaşamını göz önünde bulundurduğu rivayet edilir. Şehir topografyasındaki değişiklikler yüzünden bugün camii ve külliyesi kıyıdan uzakta kalmış olsa da caminin içi ve dışı mimari olarak tarih boyunca önemli bir değişikliğe uğramamıştır. (TARAF)


Kılıç Ali Paşa Camii

Caminin mimarı Sinan'dır... Özellikle dış görünüşe biraz dikkatli bakın. Bildiğiniz başka bir binayı andırmıyor mu? İki binanın boyutları çok farklı olduğu için benzerlik ilk anda gözünüze çarpmayabilir, ama Kılıç Ali Pasa Camii Ayasofya'nın küçük ölçekli bir tekrarıdır. Kubbenin iki yayındaki kemerler ve binayı dıştan destekleyen duvarlar... Giriş de bir narteksi andırır. Ama binanın içinde Ayasofya özellikleri pek fazla yoktur, çünkü Ayasofya'ya güzelliğini ve büyüleyiciliğini veren çok sayıda sütun burada iyice azalmıştır. Bir çıkıntı yapan mihrap tarafındaki çiniler, İznik'in parlak döneminin ürünüdür Celi yazıları Demirci Kulu Yusuf Efendi'nin elinden çıkmıştır...

Murat Belge’nin İstanbul Gezi Rehberi'nden