Gündem

Çağlayangil: Ordu Dersim Kürtlerini kesti, fare gibi zehirledi!

Kamuoyu önünde cereyan eden CHP'deki Dersim kavgası, Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun durumu açısından ilginç bir tablo ortaya koyuyor.

19 Kasım 2011 02:00

 
T24 - Tek parti döneminde yaşanan Dersim katliamı konusunda CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün partisini eleştiren sözleri CHP'de büyük bir kriz yarattı. CHP Samsun Milletvekili Prof. Haluk Koç ve 11 arkadaşının Aygün hakkında parti yönetiminin harekete geçmesini istedi. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ise Koç ve arkadaşlarını disiplinsizlikle suçladı.  

Kamuoyu önünde cereyan eden CHP'deki Dersim kavgası, Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun durumu açısından ilginç bir tablo ortaya koyuyor. Dersim katliamını tanıklığa başvurarak ortaya koyan en önemli çalışmalardan birisi, kendisi de Dersimli olan Kemal Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu, 1986 yılında, Dersim olayları sırasında Malatya Emniyet Müdürü olan eski Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil ile görüştü. Çağlayangil'in Yalova'daki evine giden Kılıçdaroğlu, bu konu üzerinde çalışan bir arkadaşına vermek üzere ses kaydı yaptı. Ses kayıtlarına göre, Dersim katliamından önce Malatya Emniyet Müdürü olarak Dersim'e giden ve Kürt aşiretleriyle bazı görüşmelere katılan Çağlayangil, Kılıçdaroğlu'na, "Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi" diyor. 

Kılıçdaroğlu, Hürriyet gazetesi yazarlarından Faruk Bildirici'ye, Dersim araştırmasını şöyle anlatmıştı: 

“Bu konuyu (Dersim’i) araştırma gereği duydum. Lise yıllarından başlayarak yerel tarih konusunda ciddi bir merakım vardı. Tarih Vakfı’nın, dokümanlarını, kaynaklarını toplamaya çalıştım. Canlı kişilerle konuştum. Tarihçi Cemal Kutay ile görüştüm. O dönemde Başbakan olan Celal Bayar’ın konuyu çok iyi bildiğini söyledi. ‘Ben randevu alacağım, gelirsiniz beraber gideriz’ dedi. Cemal Kutay randevu alınca beni çağırdı, gittim. 1986’ydı sanırım. Kutay’a güzel de bir badem ezmesi almıştım. Dedi ki, ‘Celal Bayar hasta, görüşme şansımız olmayacak.’ Ben de içimden kızdım. ‘Herhalde beni atlattı’ dedim. Otobüsle Ankara’ya dönerken yolda haberleri açtı şoför. Celal Bayar’ın hastaneye kaldırıldığını söyledi. Sonra Celal Bayar taburcu olmadan vefat etti ve o görüşme hiç olmadı. O görüşme olsaydı belki çok şey öğrenecektim.

İhsan Sabri Çağlayangil ile görüşmemi sağlayan bir yeminli mali müşavir arkadaşımdı. Onun ricası üzerine randevuyu Cavit Çağlar aldı. Çağlayangil’in Yalova’daki evinde buluştuk. Bir arkadaşın radyo teybiyle gitmiştim. O konuştu, banda aldım. O döneme ait güzel bilgiler verdi. O yaşta müthiş bir hafızası vardı. Ben o bütün bilgileri, bendeki dokümanları araştırma yapan güvendiğim bir arkadaşıma devrettim.”


Bu açıklama üzerine harekete geçen Oda TV'nin sahibi, tutuklu gazeteci Soner Yalçın, Kılıçdaroğlu'ndan Çağlayangil ile yaptığı görüşmenin ses kaydını aldı ve 22 Ağustoks 2010'da Hürriyet'te yayımladı. 

İşte Kılıçdaroğlu'nun kaydettiği görüşmede, devletteki son görevi, 12 Eylül 1980 darbesinden önce "Cumhurbaşkanı Vekilliği" olan Çağlayangil'in Dersim katliamı konusunda anlattıkları:

 

Çağlayangil: Dersim hakkında en güzel kitabı hizmete mahsus olmak kaydıyla ve 100 nüsha basılmak şartıyla Kazım Orbay yazmıştır, Jandarma Genel Komutanı iken.

Kılıçdaroğlu: Kitabı gördüm efendim. Türk Tarih Kurumu’nun kütüphanesinde var.

Çağlayangil:
Var. Onda tarihi izahat var. Ve Dersim hakkında en iyi, en resmi tetkik de odur. Ben Malatya Emniyet Müdürüyken Kürt meselesine merak sardım. (…)

İki ayrı rapor yazdım o devirde bakanlığına verdim. Raporların birer nüshası bende fakat ‘ara bul’ derseniz, bu evrak-ı perişanın içinde imkânı yok bulamam.

İki büyük siyaset Cumhuriyet’te zaman zaman hâkim olmuş ve çarpışmıştır. Birincisi, bunlara şiddet yoluyla, baskı yoluyla hâkim olmak.

İkincisi kültür yoluyla hâkim olmak.

Kültür yoluyla hakim olmak siyasetinin müdafii Avni Doğan gibi dördüncü umum müfettişliği yapmış, o havalide uzun müddet valilik ve müfettişi umumilik yapmış, Kürtleri tanımış kimselerdi.
Fakat Türk siyasetine Fevzi Çakmak’ın mutaassıp görüşü hâkimdi. Fevzi Çakmak Doğu’ya yol yapmanın, Doğu’da mektep açmanın, Kürtleri elit hale getirmenin, oraya medeniyet sokmanın aleyhindeydi. ‘Bunlar uyanırlarsa istiklal fikrine kapılırlar ve vatanımız bölünür’ diyordu. (…)

Dersim’i merak ettiğim zaman Dersim’i gezdim.

Kılıçdaroğlu:
Hangi yıldı efendim?

Çağlayangil:
1936–37. (O dönem) Dersim’e Jandarma giremiyor. Dersim’e tahsildar giremiyor. Dersim’de ağa nüfuzu hakim. Dersim’de hükümet yok. Dersim’de Türkiye Cumhuriyeti otoritesi yok.

E otorite olmayınca o boşluğu ağa doldurmuş. Bir yandan hükümranlık Cumhuriyet’te; bir yandan otorite Kürt ağasında. Bu çelişki Dersim’in mukadder hayatını yaşıyor. (…)
Bunun sonucu o tarihte de Dersim’de harekat cereyan etti..

Harekat da şöyle başlamıştı:

Fırat üzerinde Şeytan Köprüsü denen bir yer vardır. Onun başında karakol vardır. O şeytan köprüsünden geçilince Dersim’e geçilmiş olur. O karakolda İsmail Hakkı isminde bir yedek subay komutasında 33 jandarma eri nöbet tutuyor. Orası Dersim’in kapısı. Seyit Rıza bir gece kuvvetleriyle basıyor. İsmail Hakkı Bey’i ve 33 jandarmayı da şehit ediyor. Onun üzerine Abdullah Alpdoğan Paşa, Kastamonulu; ona emir veriliyor. ‘Bütün ordu iştirak etsin bu Dersim’i temizleyin’ diyorlar. Dersim hareketi böylece başlamış oldu.

Dersim’de ilk harekat Galatalı Şevket Bey tarafından yapılmıştır. Galatalı Şevket Bey bir albay. Mersin’deki Kürtlerin Kürtçe şarkılarında hala Galatalı Şevket Bey’in yaptığı mezalimin, öldürdüğü kimselerin ağıtları ve destanları yaşar. Hala söylerler. (…)

Kılıçdaroğlu: Abdullah Paşa o ara Elazığ’da.

Çağlayangil:
Elazığ’da. Ben de Malatya Emniyet Müdürüyüm. Haliyle otomobile bindik Elazığ’a gittik. Abdullah Paşa bizi misafir etti. Harekat başlayalı 1-2 ay olmuştu. Abdullah Paşa dedi ki ‘bu kefereyi kıstırdım; ekinlerini yaktım uçakla. Mağaralara iltica ettiler. Fakat dağlık arazi karargâh-ı Munzur’da’ dedi. ‘Bu dağları tuttular. Bu dağları bir mavzerli alay tutabilir. Öyle geçitler var’ dedi.
(…) ‘Bir kadın var’ dedi ‘bunların içinde.’ Kadının resmini de gösterdi ‘o kadar nişancı ki’ dedi; Karakolda kapı aralığından jandarmayı vurmuş. ‘Çok zorluk çekiyorum’ dedi. ‘Bunlara haber gönderdim. Bunların 15 kişi aşiret başı liderleri var. Bunları bize teslim edin hareketi durduracağım dedim.’ Mehil istemişler. ‘Yarın bu mehil bitiyor. Madem merak ediyorsunuz beraber gidelim, cevap getirecek Kürtler” dedi.

Biz ertesi gün 2 otomobil ve koruyucu manga, bir de taze ekmek çuvallara doldurulmuş bir kafile halinde hareket ettik. Bir yerde yanlışlıkla ateş yedik. O badireyi geçtik bir acayip yere vardık.
Abdullah Paşa ‘inmeyin arabadan, bizden evvel insinler’ dedi. Sonradan Paşa olan Şevket Bey (anlaşılmıyor) onlar falan indiler. Bir yar var, bayağı derin. Kürtlerle yapılan anlaşma gereğince iki taraf da o aşağıya silahsız inmesi lazım. Abdullah Paşa, Vali, ben ineceğiz. Abdullah Paşa haber yolladı. ‘Biz üç kişi ineceğiz. Yabancı değildir, biri Malatya Emniyet Müdürü’dür, biri Malatya Valisi’dir. Çekinmesinler.’

Biraz bekledik tercüman geldi. Ona izah edildi vaziyet. Sonradan 15-20 kişi geldi. Kürt bunlar. Bende fotoğrafları var. Bunlar garip adamlardı. Uzun boylu, insan güzeli, göğüslerinden kıllar sarkmış, kumral, koyu kumral kişilerdi. Heybetli adamlardı.

Abdullah Paşa psikolojik hareket etti. ‘Ekmekleri dağıtın’ dedi. Karşı taraf aç. Muhasarada. Bunlara fırından yeni çıkmış ekmekleri dağıttılar. Herkese birer ekmek verildi. Yarısını yediler yarısını koyunlarına koydular.

Abdullah Paşa uygun bir konuşma yaptı. Dedi ki, ‘Siz Demenan aşiretisiniz. Ben Kastamonuluyum. Taşköprülüyüm. Niçin Kastamonu’ya Kastamonu demişler bilir misiniz? Kastamonu bir dere içindedir. İki tarafı yardır. Bir tarafa bir aşiret yerleşmiş, bir tarafa bir aşiret yerleşmiş. Bir tarafa Kast aşireti yerleşmiş, bir tarafa Tuman aşireti yerleşmiş. Kast-Tuman demişler. Ben Tuman aşiretindenim. Tuman zamanla Demenan olmuş. Ben sizin aşiretinizin cedlerindenim. Birbirimizle akrabayız. Sizi iğfal eden, başlarınızdaki size isimlerini verdiğim adamlardır. Bunlar ortadan kalkarsa arada bir itilaf kalmaz. Birbirimizle iyi geçiniriz. Umarım ki iyi haber getirdiniz’ dedi.

İsmini hatırlamadığım (bir süre ses kesik) Kürtçe anlattı, tercüman bize tercüme etti. Adam diyor ki, ‘beyanatınız bizi duygulandırdı. Vereceğiniz isimlerden üçü hariç bunları size teslime karar verdik.

Abdullah Paşa üç kişinin kim olduğunu sordu. İçlerinde biri bu iyi nişancı kadın. İki kişi de başka adam var.

Abdullah Paşa bu üç kişinin istisna edilmesine razı olamayacaklarını, üç kişinin de tesliminin gerektiğini beyan etti ve bu üç kişinin istisnasının sebebini sordu. Kürt, büyük bir samimiyetle dedi ki; ‘bir kadının bir kocası olur. Siz bir hareket yapıyorsunuz burada, bu hareket gelir geçer. Buralar yine Kürt ağalarına kalır. O zamanlar bize zulmeder bu ağalar. Bizi kurtaramazsınız siz. Siz bütün Dersim’e hâkim olsanız, oraya devlet otoritesi girse, zaten biz ağaya kul olmayız. Ama siz yoksunuz. Bizim daimi muhatabımız ağa olduğu için ve kudret de onda olduğu için, bunlar da en büyük olduğu için sizin değil onların dediğini yapmaya mecburuz.’

Abdullah Paşa şimdiye kadar bu işin böyle olduğunu, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim’in de yurdun öbür parçaları gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar tezekkür etmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler.

Sonra biz geri döndük, yeni mehil istendi. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler, mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi.

Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer, siz de girebilirsiniz.
(…) Abdullah Paşa ile olan tetkiklerimi bitirmiş, Ankara’da göreve başlamıştım.

Kılıçdaroğlu:
1938’de mi 37’de mi?

Çağlayangil:
37’de. Yani o tarihten 3–4 ay geçmişti. (İçişleri Bakanı) Şükrü Kaya çağırdı dedi ki Atatürk Singeç köprüsünü açmaya gidecek, Elazığ’a da uğrayacak, Seyit Rıza ile ilgili mahkeme bitmiş fakat karar tebliğ edilmemiş. Elazığ’da 6 bin Kürt toplanmış, Atatürk’ün seyahatini duymuşlar. Atatürk’ten Seyit Rıza’nın affı için şefaat isteyecekler. Yanına sivil adamlarını al git, Atatürk gelmeden önce mahkeme kararı uygulansın da Kürtlerin Atatürk’e müracaatları ve ricası olmasın’ dedi. Ben 3–5 sivil polis aldım yanıma gittim. (devamında ses bozuk) Cellât, Çingene buldular infaz için. ‘15 kâğıt isterim. Üç-dört de …(anlaşılmadı)… isterim’ dedi. Hapishaneye gittik. Yedi idam mahkûmu vardı. İçinde Seyit Rıza ve oğlu da var. Biz Elazığ emniyet müdürü İbrahim ile Seyit Rıza’yı aldık.

İmam, dini telkin yapmak istedi Seyit Rıza kabul etmedi. Jandarma karakolunun önünde bir meydan vardı orda asılacaklardı. Oraya götürdük. Savcı bir yafta yapıştırdı. ‘Vasiyetin var mı’ dedi.’ Kırk lira param var onu oğluma verin’ dedi. Hâlbuki oğlu da asılacak farkında değil (anlaşılmadı.) ‘Başka vasiyetim’ yok dedi. Beyaz gömlekle çıktı sehpaya; bomboş meydana- sanki insan doluymuş gibi hitap etti: ‘Biz evlad-ı kerbelayız. Bi hatayız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir” (anlaşılmadı.)

(…) O şekilde Seyit Rıza artık bitti, kapandı. Yani Dersim’deki liderler bu şekilde bertaraf edildi. Diğer öbür liderler de Dersim harekâtında hayatlarını kaybettiler. Kürtler üzerinde ağalığa başlayacak, yeni liderlik yapacak kimse kalmadı. (Bundan sonra ses tamamen kayıp.)