Yaşam

'Bütün çocukların sınırlara ihtiyacı var'

Ana Baba Rehberi sitesini hazırlayan Ayşegül Cebenoyan, 'Türkiye’de anne babalar genellikle çocuklarına kural koymaktansa, isteklerini başkalarının üstünden yaptırmaya çalışıyorlar' dedi

14 Ocak 2014 16:31

Işıl Öz/T24

Ana Baba Rehberi,  çocuğun duygusal ve bilişsel gelişimi konusunda anne ve babaların ihtiyaçlarına uygun bilimsel bilgiler vermek üzere kurulmuş bir web sitesi. Sayfayı kuran isim ise Ayşegül Cebenoyan. Cebenoyan, Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü, gelişim psikolojisi dalında yüksek lisans yapmış, ABD’de Parent Coaching Institute ile Seattle Pacific Üniversitesi’nin ortak olarak sundukları lisansüstü düzeyde Ana Baba Koçluğu programını tamamlamış, Positive Discipline Association (Pozitif Disiplin Birliği) üyesi,  Duygusal Ulaşılabilirlik eğitimi vermek için gerekli sertifikaya sahip bir isim.

Cebenoyan ile T24 için görüştük ve kendisine çocuk gelişimi konusunda merak ettiğimiz soruları sorduk. Sorularımız ve Cebenoyan’ın yanıtları şöyle:

Ana Baba Rehberi sitesi ve devamında seminer fikri nasıl doğdu?

Lise yıllarında psikoloji okumak isterdim, ama babam psikoloji okursam aç kalacağıma ikna etmişti beni. Bizim dönemimizde, üniversite tercihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nin “İdari Bilimler” bölümü vardı. Bu şekilde İdari Bilimler Fakültesi’ne giren öğrenciler, birinci dönemin sonunda ekonomi, psikoloji, işletme, siyaset ve sosyoloji bölümlerinden birini seçerlerdi. Birinci dönemin sonunda Psikoloji Bölümü hocalarından Gündüz Vassaf’a gidip, beni aç kalmayacağıma ikna etmesini istediğimi hatırlıyorum. Maalesef Gündüz Bey beni ikna edemeyeceğini söylemişti ve ben de ekonomi okumayı seçmiştim.

Yıllar sonra ilk fırsatta bu  hayalimi gerçekleştirmeye çalıştım. Kırk yaşından sonra, çocuğum olabilecek yaştaki sınıf arkadaşlarımla yüksek lisans yaptım. Yüksek lisansa girdiğimde bildiğim tek şey çocuk ve/veya kadınlarla çalışmak ve insanların hayatlarını biraz olsun rahatlatacak bir şeyler yapmak istediğimdi. Mezun olunca sivil toplum kuruluşlarında çalışmayı istiyordum. Hem IBM’deki on beş yıllık iş deneyimim hem psikoloji eğitimimle işe yarar bir şeyler yapabilmeyi umdum. İçime sinen bir iş bulamadım. Ben de donanımım doğrultusunda ne yapabilirim diye düşünmeye başladım ve aklıma bu proje geldi. Sanırım temel neden çok güzel, mutlu bir çocukluk geçirmiş olmam ve bu nedenle kendimi çok şanslı hissetmemdi. Daha sonra yaşadığım bütün zorluklarda nispeten güçlü olabildimse, bu annemin ve babamın sayesindedir diye düşündüm ve “keşke daha çok insanın bu şansı olsa” dedim hep.

Ben bu konuda ne yapabilirim düşüncesiyle birikimimi değerlendirme isteği önce seminer fikrini doğurdu. IBM’deki çalışma hayatımda sunu ve iletişim eğitimleri almış, epeyce de eğitim vermiştim. Teorik eğitim vermekte sıkıntım yoktu, materyali hazırlamaya giriştim. Eğitimlerde biraz da uygulama olmasını istiyordum. Bunun için zaten çok yakın bulduğum, temel prensiplerini uyguladığım Pozitif Disiplin yaklaşımının eğitmen eğitimlerini aldım. Bir şeyin nasıl yapılması gerektiğini bilmek, her zaman bu bilgiyi uygulayabileceğimiz anlamına gelmiyor. Hepimizin geçmişten getirdiği yükleri, alışkanlıkları var. Dolayısıyla seminerler yeterli olmayabilir diye düşündüm, bireysel çalışmalar da yapıp, değişime destek olmak istedim. Bunu gerçekleştirmek için teorik birikimimi ilişki içinde nasıl dönüştürücü bir şekilde kullanabileceğimi öğrenmem gerekiyordu. Ebeveyn koçluğu eğitimi bu ihtiyacımı karşılamak içindi. Bu eğitimde, çok fazla uygulama yapma ve süpervizyon alma şansım oldu. Açıkçası şu “koçluk” lafı ve etraftaki bir sürü kendinden menkul koçlar beni çok rahatsız etti. Uzun zaman koçluk lafını kullanmakta tereddüt ettim, sonunda önemli olanın yapılan işin içeriği olduğuna karar verdim ve siteyi açtım. 

Peki,  annelik, babalık öğrenilecek bir şey mi?

“Hem evet, hem hayır” diyeceğim bu sorunuza.  Çünkü çocukların duygusal, zihinsel ve fiziksel ihtiyaçlarını bilmeden çocuk yetiştirmek karanlıkta yürümek gibidir. Yürürsünüz evet, ama çok fazla düşer, sağa sola çarpar hem kendinize hem de çevrenize zarar verebilirsiniz. Çocukların fiziksel, zihinsel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bu konularda bilgili olmak gerekir.

Günümüz çekirdek ailesi çocuk gelişimi konusunda ne kadar bilgili?

Ailelerin fiziksel ihtiyaçlar konusunda biraz daha bilgili olduklarını, ama psikolojik ve zihinsel ihtiyaçlar konusunda yeterince bilgili olmadıklarını düşünüyorum.

Günümüz çekirdek ailelerinin genç anne babaları, çevrelerinde bir çocuğun büyümesine tanık olmamış olsalar da, çocuklarını düzenli olarak doktora götürüyor, kitap ve dergilerden çocuklarının fiziksel ve tıbbi ihtiyaçları hakkında bilgi ediniyorlar. Bir çok kitap ve dergide çocukların hangi aydan itibaren ek gıdalara geçecekleri, yeni yiyeceklerin hangi sırayla beslenmelerine eklenmesi gerektiği, kaçıncı ayda oturacakları, emekleyecekleri vb. konularda bol bol bilgi var. Gerçi bu konuda bile, zaman zaman bocaladıklarına tanık oluyoruz. Gerçek bir hikaye anlatmak istiyorum. Hikayenin kahramanlarını yakından tanıyorum, son derece iyi eğitimli, zeki, genç bir çifttirler. Çiftimizin bebekleri oldu. Daha önce bir bebeğin büyümesine tanık olmamışlardı, büyükanneler uzaktaydı, bebek bakımına ilişkin kitaplar aldılar. Kitapta, yatmadan önce çocukların yıkanmasının iyi olduğunu okumuşlar. Zannetmişler ki, çocuklarını kendileri yatmadan önce yıkamaları gerekiyor. Her akşam kendileri yatmadan önce, uyuyan bebeği uyandırıyor ve banyoya sokuyorlarmış. Bebek duruma şiddetle itiraz etse de onlar doğru yaptıklarından eminmişler. Bebeğin itirazlarını banyodan hoşlanmamasına yoruyor, zamanla değişmesini umuyorlarmış. Bir gün anne tesadüfen bu ritüellerini bir arkadaşına anlatmış. Neyse ki arkadaşının kendi çocukları varmış ve bu konuda daha bilgiliymiş de, ona okuduklarını yanlış anlamış olduklarını anlatmış ve bebek işkenceden kurtulmuş.

Fiziksel ihtiyaçların karşılanmasında böyle durumlar ile karşılaşılıyorsa, duygusal ve zihinsel ihtiyaçlara geçtiğimizde tablo nasıl kimbilir?

Daha karanlık bir tabloyla karşılaşıyoruz, diyebilirim.  Üstelik genellikle çocukların gerçek ihtiyaçlarıyla, anne babaların beklentileri ve pompalanan ihtiyaçlar farklı oluyor. Piyasa çocukların ihtiyaçlarına uymayan hatta zararlı ürünlerle dolu. Örneğin oyuncakçılarda i-pad monte edilebilir lazımlık ve bebek koltukları var. Son zamanlarda GSM operatörlerinden birinin reklamlarında cep telefonundan çizgi film izleyen bir bebeği görüyoruz. Oysa AAP (Amerikan Pediatri Derneği) iki yaş altı çocukların ekran (televizyon, bilgisayar, cep telefonu) başında hiç zaman geçirmemelerini öneriyor. Eskiden de anne babalar çocukların zihinsel ve psikolojik gelişimleri, ihtiyaçları konusunda bilgili değillerdi, ama iletişim araçlarının, reklamların vb. çocukların hayatındaki etkileri bugünkü kadar fazla olmadığı, daha doğal hayatlar yaşanıyordu. Böyle bir ortamda anne babaların aktif müdahaleleri olmasa da çocuklar dar çevrelerinde fazla olumsuz etkiye maruz kalmadan büyüyebiliyorlardı. Ama bugünün çocuklarının dünyaları çok daha geniş, çok daha fazla dış etkiye maruz kalıyorlar. Dolayısıyla anne babalarının çocuklarını dış etkilerden korumak için çok daha aktif tavır almaları, bunun için de daha bilgili olmaları gerekiyor.

Anne veya  babalığın profesyonel bir meslek gibi algılanmasına ne dersiniz?

Çok vahim bir durum derim. Bunun hem ebeveynler hem de çocuklar için çok tehlikeli ve zararlı olabileceğini düşünüyorum. Elbette hepimiz çocuklarımızın mutlu ve başarılı yetişkinler olmalarını istiyoruz ve bunun için elimizden geleni yapıyoruz. Ama bu yaklaşımın, çocuklarımızı bütün güçlü ve zayıf yönleriyle bir birey olarak görmemizi, tanımamızı, kabul etmemizi ve onlara saygı duymamızı engellediğini düşünüyorum. Bu yaklaşımla, çocuklarla sağlıklı ve sahici bir ilişki kurmak imkansızlaşıyor. İlişkiler, modeller ve projeler üstünden kuruluyor, bir performans yarışı yaşanıyor. Bence bu durumda ne çocuk mutlu olabilir, ne anne baba. Anne ve babanın çocuğunu yönlendirme gücü de zaman içinde sıfıra doğru gider.

Çocukların duygusal, bilişsel gelişimi hakkında yıllardır doğru bilinen ama yanlış olduğunu düşündüğünüz bazı durumların altını çizmenizi istesek, ne söylerdiniz?

İlk aklıma gelen, oldukça yaygın olan, “Ne kadar çok, o kadar iyi”, “ne kadar erken, o kadar iyi” gibi yaklaşımlar. Bu yaklaşımlar çocukların ihtiyaçlarını ve doğal gelişim tempolarını yok sayarak gereksiz yere zorlanmalarına yol açabiliyor. Bu nedenle bu tarz yaklaşımları, tehlikeli ve zehirleyici buluyorum. Üstelik çoğu durumda, çocuğun belirli bir gelişim aşamasına yaşıtlarının ortalamasından daha erken ulaşmış olmasının uzun dönemdeki performansıyla bir ilişkisi olmuyor. Örneğin erken yürüyen çocuğun büyüdüğünde fiziksel aktivitelerde ve sporda iyi olması, ya da erken okumaya başlayan çocuğun akademik performansının iyi olması gerekmiyor. Baskılar ve zorlamalarsa tam tersi sonuçlara yol açabiliyor.

Yemek yeme konusunu da aynı çerçevede ele alabilir miyiz? Yemek yemeyen çocuğa en doğru yaklaşım ne olmalı?

Kesinlikle. Çocukların gereksiz abur cubur yemelerine izin verilmediği, evde sağlıklı bir sofra düzeni olduğu sürece ihtiyaçları olan gıdaları alacaklarına inanıyorum. Eminim bu satırları okuyan ve çocuklarının yemek yemediğinden şikayet eden birçok anne bana kızacak, kendilerini anlamadığımı, onların çocuklarının farklı olduğunu düşünecekler. Belki kızımdan aldığım dersleri paylaşırsam ne demek istediğimi daha iyi ifade etmiş olurum.

Eşim uzun boyludur, benim boyum da ortalamanın üstündedir. Ailemizdeki bütün çocukların boyları ortalamanın üstünde olmuştur. Kızım Elif ise çok küçük doğdu, ufak tefek bir çocuktu, bu benim için farklı bir durumdu, bana hep az yiyor gibi geliyordu. Televizyon karşısında ya da peşinden koşarak yedirmemek gibi kurallarım vardı, fazla ısrar etmediğimi de zannediyordum ama yanılıyormuşum. İlk dersim ağır bir hastalık döneminin arkasından geldi. Hastalığında çok kilo vermişti. İyileştikten sonra Elif’i doyuramaz oldum. Hiç unutmuyorum, bir akşam mama iskemlesinde yedi, yedi. Çok uykusu vardı, ama yatmayı kabul etmiyor, doymadığını söylüyordu. Son olarak biraz daha salata istedi, ben salatayı koyup başımı ona çevirdiğimde iskemlesinde uyuyordu. Bu iştah, hastalık öncesi kilosuna kavuşana kadar sürdü. Eski kilosuna döndüğünde iştahı da eski haline döndü. Demek ki kızım ihtiyacı olduğu kadar yiyordu, endişelenmeme gerek yoktu.

Sanırım bu ders bana yetmemişti, hâlâ yemeğiyle fazla ilgileniyordum ki ikinci ders geldi, hem de bu sefer sert geldi. Bir seyahatte babasıyla lokantaya gitmişlerdi, ben biraz daha sonra katıldım onlara. Yanlarına gittiğimde kızımın iştahla çiğ börek yemekte olduğunu gördüm. Daha önce teklif ettiğimde yemeyi reddettiğini hatırlıyordum. Ben, “Aaa benim kızım çiğ börek seviyormuş” deyince elindeki böreği sertçe tabağa attı ve yemeyi kesti. Nasıl üzüldüğümü anlatamam. Ama muhtemelen haklıydı, yemek onun alanıydı ve belli ki ben onu rahatsız edecek kadar çok müdahale ediyordum. Kendimle uğraşıp o alandan çekildikçe Elif yemekten daha çok keyif almaya, yeni tatlar denemekten zevk almaya başladı.

Sizce sağlıklı çocuk tanımı nedir?

Sağlık konusunda konuşma hakkım olmadığını, bu konunun tıp uzmanlarının alanı olduğunu düşünüyorum.

Peki, mutlu çocuk?

Bence mutlu çocuk, temel ihtiyaçları karşılanan, hayatında en az bir kişiyle güvenli bir bağlanma ilişkisi olan, kendisi olmasına izin verilen, kabul edildiğini, beğenildiğini ve sevildiğini bilen çocuktur.

Örneğin, kızı bir erkek gibi veya oğlu bir kız çocuğu gibi davranan ebeveynlerin  tepkileri nasıl olmalı? Çocuğun kendi cinsiyetine uygun şekilde yönlendirilmesi ne kadar doğru?

Hiç bir zaman çocuğumuzu doğasına aykırı şeylere zorlamamamız, her şeyiyle onu kabul etmemiz ve onaylamamız gerektiğini düşünüyorum. Tabii böyle bir durumda hem çocuğun hem anne babanın çok desteğe ihtiyacı olduğu kesin. Maalesef çok zor bir süreç. Bu konuda benim söyleyeceğim hiç bir şey “Benim Çocuğum” adlı film kadar anlamlı olamaz. Yalnızca bu filmde izlediğim anne babalara hayran olduğumu söyleyebilirim. Herkese bu filmi izlemelerini tavsiye ederim.

Yurtdışında aldığınız eğitimler sonrası, Türkiye’de çok yaygın olan ama yurt dışında pek rastlamadığınız herhangi davranışa örnek verebilir misiniz?

Yurt dışından aldığım eğitimlerin hepsi “uzaktan eğitim” idi. Ama farklı davranışlardan söz edebilirim. Türkiye’de anne babalar genellikle çocuklarına doğrudan sınır ve kural koymaktansa, isteklerini başkalarının üstünden yaptırmaya çalışıyorlar. “Bak amca kızıyor. Otur yerine”, “Garson abi yemeğini bitirmeyenlere tatlı vermiyor.” “Söz dinlemeyenleri sinemaya almıyorlar.” vb. Bu beni hep çok şaşırtıyor. Sanki anne babalar kuralları ve sınırlamaları kendileri koyarlarsa çocuklarının sevgilerini kaybetmekten korkuyorlar. Oysa çocuklarımızın bizim kurallarımızı ve değerlerimizi içselleştirmelerini isteriz, garson abilerinkini değil. Bence bu tavır çocukların kendi değerlerini ve özdenetimlerini geliştirmektense, davranışlarını başkalarından duydukları korkuyla yönlendirmelerine neden oluyor. Bu davranışla çocuklara verilen mesajlardan birinin de “Ben seni korumam, amcalar, garson abiler ne isterlerse yaparlar” olduğunu düşünüyorum. Sanırım böyle bir mesajın, çocuğun anne babasına güvenini geliştirmeyeceği açıktır.

Garson demişken, neden bazı çocuklar restoran veya benzeri mekanlarda uslu uslu oturabilirken, bazısı yerinde duramıyor?

Öncelikle çocuklardan beklentilerimizin yaşlarına uygun olması gerekir. Üç dört yaşında bir çocuğun biz arkadaşlarımızla sohbet ederken, saatlerce masada sessiz sedasız oturmasını beklemek gerçekçi değildir. Çocukla ilgilenemeyeceksek ve onun yaşına uygun olmayan koşullar söz konusuysa, onu oraya hiç getirmemek gerekir. Bazı çocuklar daha hareketli, bazılarıysa daha sakindir. Bu, doğuştan gelen bir özelliktir. Ama çocuğun doğuştan hareketli olmasıyla, sürekli rahatsız edici, uygunsuz ve saldırgan davranışlarda bulunması farklıdır.

Ben çocukların rahatsız edici davranışlarının bazı temel ihtiyaçlarının karşılanmamış olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Örneğin, çocuk lokantaya gitmeden önce uykusunu almışsa, yeterince hareket etme fırsatı bulmuşsa, başka herhangi bir fiziksel ihtiyacı yoksa masada daha rahat oturacaktır. Fiziksel ihtiyaçları karşılanmış bir çocuk, uygunsuz davranışlarda bulunuyorsa, duygusal ihtiyaçlarına bakmak gerekir. Çocuklar sosyal varlıklardır; sevildiklerini, değerli olduklarını ve bir gruba ait olduklarını hissetmeye ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlarının karşılanmadığını hissettiklerinde, uygunsuz davranışlarıyla bize mesaj verirler. Çocukların verdikleri mesajları okuyup ihtiyaçlarını karşılayabilirsek uygunsuz davranışlar da sona erer, ama bunu yapamazsak, davranışa odaklanıp, davranışı engellemeye çalışırsak olumsuz davranışları tırmandıracak bir sarmalı da başlatmış oluruz. Lokanta örneğine dönecek olursak, çocuk kaç yaşında olursa olsun, kendisini o masada oturan grubun bir parçası hissetmesi önemlidir. Çocuk, masada duracak bir eşya değildir, yemek boyunca yaşına uygun konuşma ve aktivitelerle gruba dahil edilmesi gerekir. Bunu yapamazsak, yine yerinde duramayan bir çocukla karşı karşıya kalırız.

Hatta,  1-3 yaş arası bazı çocuklarda ısırma, vurma eğilimi dahi görülebiliyor, değil mi? Bu normal mi? Bu durumun nedeni nedir, önüne nasıl geçilir?

Bütün çocukların bu tür eğilimleri olabilir. Anne babaların görevi, bu davranışların yanlış olduğunu öğretmektir. Bence günümüz anne babalarının en ciddi sorunlarından biri, çocuklarına sınır koymakta zorlanmaları. Oysa bütün çocukların sınırlara ihtiyaçları var. Sınırların hem çocuğu koruyucu, hem sosyal gelişimini destekleyici, hem de öz denetimini geliştirici bir işlevi var. Çocuklarıyla çok az zaman geçiren, kendi çocukluklarında katı bir disiplinle yetiştirilmiş, seslerini duyuramamış anne babalar, çocuklarını alabildiğine özgür bırakma, hiç sınır koymama eğiliminde oluyorlar. Bu şekilde yetişen çocuklar da hem vurmanın, ısırmanın yanlış olduğunu bilmiyorlar, hem de her istediklerini yapmaya ve elde etmeye hakları olduğuna inanıyorlar. Doğal olarak, bir engelle karşılaştıkları için isteklerini elde edemezlerse, öfkeye kapılabiliyor ve saldırgan davranışlara yönelebiliyorlar.    

Son olarak, yüksek lisans mezuniyet teziniz ve araştırmanız hakkında da bilgi edinmek isteriz...

Tezimde temel amacım anne baba tutumlarıyla öğrencilerin akademik başarıları arasında bir ilişki olup olmadığına bakmak ve bu ilişkinin farklı sosyo-ekonomik gruplarda aynı olup olmadığını araştırmaktı. Bu amaçla oldukça geniş bir örneklem seçtim. İstanbul’da, anne ve babasıyla yaşayan 805 lise öğrencisiyle anket yaptım. Anketi yanıtlayanların yarısı, üst gelir grubundan öğrencilerin gittiği, yabancı dille eğitim yapan özel okulların öğrencileriydi, diğer yarısı ise İstanbul’un farklı bölgelerindeki devlet liselerinin öğrencileriydi.

Öğrencilerin anne babalarının kendilerine karşı tutumlarını nasıl değerlendirdiklerini üç farklı boyutta ölçmeye çalıştım. Bunlardan ilki kabul/ilgi boyutuydu. Burada öğrencinin annesinin ve babasının kendisiyle ne kadar ilgilendiklerini ve kendisini ne kadar kabul ettiklerini düşündüğünü ölçmeye çalıştım. İkinci olarak, psikolojik özerklik boyutunu yani öğrencinin annesi ve babası tarafından birey olarak görülüp görülmediği ve evde demokratik bir ortam olup olmadığı konusundaki düşüncelerini sorguladım. Son olarak da kontrol/denetim boyutunda öğrencinin davranışlarının ne kadar takip edildiği ve denetlendiğini düşündüğünü değerlendirdim. Sonuçlar, üst gelir grubu ve orta gelir grubu için farklı çıktı. Üst gelir grubunda öğrencinin akademik performansıyla annenin çocuğuna verdiği psikolojik özerklik ve her iki ebeveynin kontrol ve denetimi arasında pozitif bir ilişki buldum. Yani annelerinin kendilerini birey olarak gördüğünü ve anneleriyle demokratik bir ilişkileri olduğunu düşünen ve her iki ebeveynlerinin de davranışlarını takip ettiğine inanan öğrencilerin, akademik performansları daha yüksekti. Orta gelir grubunda ise öğrencinin akademik performansıyla ilişkili tek faktör, annenin kontrol ve denetimiydi. Yani anneleri davranışlarını takip eden ve denetleyen öğrencilerin akademik performansları daha yüksekti. Bu bulgular, daha önce değindiğim sınırların ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Akademik çalışmalarınıza devam edecek olsaydınız bu farklı sonuçların nedenleri üzerinde çalışmak ister miydiniz?

Tabii ki. Yine doğrudan konumuzla ilgili olmasa da,  ilginç bulduğum ve üzerinde çalışmak isteyebileceğim sonuçlardan biri, kız ve erkek öğrencilerin algılarındaki farklılıktı. Erkek öğrencilerin kontrol ve denetim olarak algıladıkları ebeveyn tutumlarının bir kısmını kız öğrenciler ilgi olarak algılıyorlardı.

Belki bir gün, bu konuyu irdeleyeceğiniz bir kitaba imza atarsınız...

Belki, kim bilir?