Oyuncu Burak Özçivit, "Benim kendimle ilgili tek hedefim iyi bir insan olmak. Bunun içinde filmi çekerken ekip olmak da var, sete girdiğiniz anda gülümsemek de, sokaktaki insanı, seyirciyi sevmek de... İyi bir insan olmadığın sürece iyi oyuncu olma şansın yok" diye konuştu. Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Burak Özçivit, rol aldığı ve yakında vizyona girecek Can Feda adlı askeri filmle ilgili olarak da "Biz yıllardır Amerika’dan izlemiyor muyuz bu tür filmleri? Amerika, sinema sektöründe bir numara. Bizim dizi sektörü de, Amerika’dan sonra dünyada iki numara. Benim üç tane dizim yurtdışında yayımlanıyor. Yurtdışında bir gücüm var. Amerikalı yapıyorsa ben niye yapmayayım?" dedi.
Ayşe Arman'ın Burak Özçivit'le yaptığı söyleşinin bir kısmı şöyle:
- Bir erkeğin bu kadar yakışıklı olması sinir bozucu değil mi?
Ne diyeyim şimdi ben buna? Öyle bakmıyorum hayata. Baksaydım bu noktaya gelemezdim. İnsanın fiziği bir artı olabilir ama mutlaka başka şeylerinin de olması gerek. Akıl gibi, zekâ gibi, yetenek gibi, beceri gibi, mesleğine tutkuyla bağlı olmak gibi... Ben de o şeyler için epey kafa patlattım.
- Tabii ki sadece yakışıklı değilsin. Viyana’da çekilen o videoyu izledim. Akıl alır gibi değil! Bir anlatsana orada yaşadıklarınızı...
İtiraf ediyorum biz de şaşırdık! Karı-koca tatile gitmişiz, kuşlar gibi özgürüz, hafifiz, mutluyuz. Tatil psikolojisiyle kaldığımız otelin balkonunda bir selfie çektik. Arkamızdaki meydanın oranın en ünlü meydanı olduğunu bilmeden... Sonra dışarı dolaşmaya çıktık. Birkaç saat sonra otele döndük. Bir de baktık ki yollar kapanmış, bir izdiham, bir insan seli... Meydan polis dolu. “Allah Allah, bir gece önce yılbaşıydı, bu kadar kalabalık değildi! Bir şey var herhalde, ne oluyor acaba?” dedik. Otel çalışanlarını aradık, ön kapıyı kapatmışlar, “Arka kapıdan gelin” dediler. Bizi arkadan aldılar, odamıza çıktık.
Viyana’ya gittik, gazeteler kuşatma dedi
- Hâlâ ne olduğunu bilmiyorsunuz...
Hayır, millet bağırıyor filan! Bir uğultu, bir gürültü, kıyamet kopuyor. 12 polis arabası vardı, meydanı çevirmişler. Sonra bir polis geldi, kapıyı çaldı. “Siz kimsiniz?” dedi. “Nasıl yani?” dedik. “Bir şey mi yaptınız?” dedi. “Ne gibi?” dedik. “Bir fotoğraf mı paylaştınız, bu insanlara ne oldu? Neden buradalar!” Tabii o anda şok geçirdik! O kalabalığın bizim için orada olduğunu anladık! Ertesi gün bizi yemekhaneden dışarı çıkardılar. Polis sokağı kapatmış. Camları koyu bir minibüsle havaalanına götürdüler. Dört saat önce gittik. Her türlü izdihama, olaya karşı... İki kişiyi nezarete atmışlar. Bir fotoğraf paylaşmanın nelere mal olabileceğini o gün, orada öğrenmiş olduk.
- Gazeteler haberi nasıl verdi peki?
- 3. Viyana Kuşatması olarak...
- Kendini ‘rock star’ gibi hissediyor musun?
Yok ya, geçtim ben onları...
- Peki bu yakışıklılık sana biraz da koymuyor mu? Yakışıklılığın, kişiliğinin önüne geçmiyor mu?
- Yok, hayır. Çünkü oyunculuk tamamen rolle alakalı. Rolün içine girmen, oynadığın kişi olman gerekiyor. Bunu başardığında da kimse artık gerçek seni görmez, canlandırdığın karakteri görür.
Fahriye ile evliliğimiz harika gidiyor
- Peki role girememek diye bir şey var mı?
Benim için yok. Olmamalı. Bu sihirbazlıkla aynı. Sihirbaza “Bir şey yap!” dersin, o anda yapamaz ama hazırlandıktan sonra yapar! Oyunculuk da böyle bir şey, hazırlanıp yapıyorsunuz. Ben de öyleyim, dersimi çalışıyorum. Ama yine de yolda belli oluyor her şey.
- Nasıl yani?
Dizide canlandırdığın karakter, birinci bölümde değil de dördüncü bölümden sonra oturuyor. Yolda açılıyorsun yani. Ama tabii sinema filminde daha zor. Topu topu beş haftan var, sonra bitiyor çekimler. Sinema filmi diziye göre çok daha zorlayıcı.
- Evlilik nasıl gidiyor?
Harika.
- Bir sene bile olmamışken, insanların ayrılık dedikodusu yapması normal mi?
Valla ne diyeyim, insanlar bir acayip. Ama biz o topa çok girmeyi sevmiyoruz.
- Nasıl yani? Gerçekten alakasız haberler mi çıkıyor?
Çıkmaz mı? Sabah uyandığında gazeteyi eline alıyorsun, “Ne alaka?” diyorsun.
- Peki arama ihtiyacı hissetmiyor musun, “Kardeşim böyle bir şey yok, yakışıyor mu size, niye uydurdunuz?” diye...
O işin sonu yok ki! Dipsiz kuyu. Zaten sosyal medyanın olduğu devirde bu tür aramalar bir şey ifade etmiyor.
- Peki hakkında yanlış haber çıkınca sen n’apıyorsun?
Bugüne kadar hiçbir şey yapmadım. Sosyal medyadan da cevap vermedim. İnsanlar nasıl olsa o yazılanların doğru olmadığını bir süre sonra anlar.
İzleyicinin en yakıştırdığı çiftiz,
hoşuma gidiyor
- Seni Fahriye’den ayırmak isteyen hayranların var mı?
Enteresan bir şekilde biz en fazla yakıştırdıkları çiftiz. Çok da hoşuma gidiyor bu durum. En büyük şansımız. İkimizi de ayrı ayrı seviyorlar.
- Ama bir de onu çirkin bulup sana yakıştıramayanlar var. Ne diyeceksin?
Fahriye bir tanemdir!
- Kartal Tibet senin hayatında ne ifade ediyor?
Kartal Hoca benim için çok değerli. Pek çok şey öğrendim ondan. O bir duayen. Bu işin her alanında çalışmış. Yeşilçam desen biliyor, tiyatro desen biliyor, oyunculuk, yönetmenlik, ne ararsan var. Ona teslim olursanız başarılı olursunuz. Ben de öyle yaptım. Yeni başlıyordum, ona teslim oldum. Mesela bütün montajlarda vardım Kartal Hoca’nın yanında. Başrol oyuncusunu montaja sokmadan hiçbir işi kabul etmiyordu. Çünkü “Bir oyuncu montaj bilmeden hiçbir şekilde oyunculuk yapamaz” diyordu. Haklı çıktı. Montaj demek, “Yapamadıklarım neler? Ben neleri yapmamalıyım?”ı öğrenmek demek. Hayat da öyle değil mi? “Evet” dediklerimizle değil, “Hayır” dediklerimizle başarıya ulaşırız. Ben montajlara gire gire hatalarımı gördüm.
Kariyerimde çok önemli yeri olan üç isim var
- Yani bu işte senin için dönüm noktalarından biri onunla çalışmaktı. Başka?
Kartal Tibet’ten sonra dönüm noktalarımdan biri Timur Savcı’yla çalışmak oldu. ‘Muhteşem Yüzyıl’ın yapımcısıydı. Ondan sonra da hep onunla devam ettim aslında. Kerem Çatay’la da çalıştım. Bu üç ismin de kariyerimde çok önemli yeri var. Ama benim için hayat gelişmek, ilerlemek... Örneğin güzel sanatlarda fotoğraf okudum ama bir yerde kalamıyorum. Yapımda yok. O öğrendiğim şeyi kendime ekliyorum ve bir başka şeye dönüştürüyorum. İyi resim çiziyordum ama resim eğitimi almadım, fakat güzel sanatların sınavını resim sayesinde kazandım. Oradan fotoğrafa geçtim. Kameranın arkasından da önüne geçtim ve oyuncu oldum. Şu anda yapımcılık da yapıyorum.
- Senin için vatan sevgisini ne ifade ediyor?
Tartışılmayacak bir şey benim için. Kimseye vatan sevgimi sorgulatmam. Çok ön planda, böyle bir iş yapmamdan belli olmuyor mu?
- Sahi neden bir asker filmi yaptın? Konjonktüre uygun diye mi?
Biz yıllardır Amerika’dan izlemiyor muyuz bu tür filmleri? Amerika, sinema sektöründe bir numara. Bizim dizi sektörü de, Amerika’dan sonra dünyada iki numara. Benim üç tane dizim yurtdışında yayımlanıyor. Yurtdışında bir gücüm var. Amerikalı yapıyorsa ben niye yapmayayım?
Bayılana kadar idman yaptık!
- ‘Can Feda’ hangi şartlarda çekildi?
Eskişehir’e çok büyük bir plato kurduk. 15 gün boyunca Bordo Berelilerle dağlarda soğukta kaldık, yerde yattık. Cep telefonu filan yok... Yemek de çok az. Günde dört idman... Bayılana kadar antrenman! Kamera arkası olarak yayımlayacağız nasıl bir çalışma sürecinden geçtiğimizi. Islak kıyafetlerle kaldık hep. Az kalsın zatürree oluyordum. Bu süre içinde banyo filan da yapamadık, zaten öyle bir şansın yok.
- Ne zaman vizyona giriyor?
6 Nisan’da, yani önümüzdeki cuma. Heyecanlıyım ama hiçbir zaman öngörülerde bulunmam ben.
- O neden?
Çünkü bilemezsin. Sinema sektörü sizi her an şaşırtabilir. Dizide veriler var, ona göre hareket ediyorsunuz. Her akşam evde, bedavaya bir şey açıp izliyorsunuz ve kumanda sizde. Ama sinemaya para verip geliyorsunuz.
- Sence oyunculuğun en güçlü tarafı ne?
Bence mesele sadece oyunculuk değil, iyi bir insan olmak.
- Ooooo! Ağır konuştun.
Valla öyle. Benim kendimle ilgili tek hedefim iyi bir insan olmak. Bunun içinde filmi çekerken ekip olmak da var, sete girdiğiniz anda gülümsemek de, sokaktaki insanı, seyirciyi sevmek de... İyi bir insan olmadığın sürece iyi oyuncu olma şansın yok!
Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın