*Sezin Öney
Onunla, bir zamanlar sürekli düzenlenen, düzenlediğimiz sivil toplum toplantılarının birinde tanışmış olmalıyım. Türkiye’nin demokrasi konusunda birçok sorunu var ve bu problemler çözülebilir diye düşünüyorduk… Onun için de, habire toplantı yapıyorduk, yapıyorlardı. Anadil hakkı, ifade özgürlüğü, azınlık hakları, yeni anayasa, kadın hakları, çocuk hakları, engelli hakları, LGBTT’lerin hakları… O kadar çok farklı alanda hak ve özgürlükler üzerine konuşuyor, yazıp çiziyorduk ki… Ki, o dünyanın sonuna geldik.
Bir toplantıda tanıştığım Bulut Öncü’nün ölüverdiğini okudum haberlerde. Orada burada karşılaşıyorduk hep ve hayatta da hep öyle devam edecek gibiydi. Ancak, tıpkı Bulut’un ölümü gibi, herşey beklemedik, ani ve şok edici oldu.
Bir sabah, bir arabaya bindi Bulut ve o araba, onu ölüme götürüverdi. O taksiye değil de, bir sonraki veya bir öncekine binse, bir şey olmayacaktı. Yaşam devam edecekti. Fakat Bulut, o taksiye bindi.
Evden çıkıyorsun ve bir daha dönmüyorsun...
Hep görüşecekmiş gibi yaşıyorsun ama bir gün son görüşmen oluyor...
Bir sokaktan yürüyorsun ve o son kez oluyor...
Bir kapıdan geçiyorsun...
Bir yerde bir kez bakıyorsun...
Ve geriye sadece, eğer çekildilerse; fotoğraflar kalıyor veya belleklerdeki hatıralar...
16. yüzyılda İstanbul’da yaşamış şair, Bȃki’nin dizeleri ile;
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Giderek, her yürüdüğüm yolda, her konuştuğum insanda, daha doğrusu her yaşadığım anda bunu hissetmeye başladım.
İnsanlarla kavga ediyorum, beni gücendiriyorlar; eskisinden çok daha fazla kendimi tutsam da, kavga ediveriyorum... Sonra aklıma bu dizeler geliyor;
Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Birçok kalbi kırdım. Birçok kişi benim kalbimi kırdı.
Tanıdıklarım, tanımadıklarım...
Rastgele insanlar ve seçilmiş insanlar.
Ancak sonunda, benim kubbemde, en çok gülümseyenler kaldı. Bulut Öncü de, benim zihnimde, ümitli olduğumuz bir dönemin gülen, şakalaşan, dalgasını geçen kişiliği olarak kaldı.
Bulut’un dalgasını geçmesi belki hepimizin, tam da ihtiyacı olan birşeydi...
Ardından yazılan haberlerde, ana akım medyada şöyle anılıyor:
“Sivil toplumun farklı alanlarında çalışmalar yürüten Bulut Öncü, 2012 yılında Ankara'da 1 Mayıs kutlamasında polislerle yaşanan diyalogla gündeme gelmişti. Öncü, kontrol aramasında kendisini aramak isteyen erkek polislere tepki göstermiş, üst aramasının bir kadın polis tarafından yapılmasını istemişti.”
Tam da, Ankara zihniyetinin ceberrutlukları ile dalga geçmiş...
Ankara böyle bir kuşatılmış zihniyetin mahkûmu işte; Meclis’in çimenlerine ne zaman basarak yürüsem, bir nöbetçi asker müdahele ederdi... Kaçı “FETÖ mahkûmu” acaba?
Sadece Ankara değil, başkentin en güzel yanı olan İstanbul’a dönüş sonrasında da-ceberrut gölge her yerde...
2015 Onur Yürüyüşü’nde, meşum Yeni Akit’in, “Taksim’den ürküten kareler” başlıklı “haberinde” Bulut’un fotoğrafı kullanılmıştı. Bacaklarının mozaiklendiği resme karşılık olarak şunları yazmıştı Bulut;
“Ben de aynada bacaklarımın güzelliği karşısında dehşete düşüyorum ama mozaiklemek aklıma gelmemişti valla...”
Yeni Akit’in çalışanlarının içinde biriktirip de, kimbilir ne derin sevgisizlikler, duygusuzluklar, ne derin travmalar, ne derin yaşanamamışlıklar sonucu, tek saf yönleri olan kinlerinden derleyip her düşman biçtiklerinin üzerlerine fışkırtarak bir an “mutlu gibi” olduğu nefret performanslarından biriydi o foto galeri de...
Ama Bulut, arkasında büyük bir güç olan bir medya organı tarafından nefret objesi haline getirilmeye aldırmamış; olan bitenle dalgasını geçmişti.
Bulut Öncü, sivil toplum aktivisti olarak çok çaba gösterdi; ki bu başlı başına çok zor bir alan... Hiçbir gelir, hiçbir ele geçer olmadan, üstelik de kendinizi tehlikeye atarak göle maya çalmak demek...
Bulut Öncü, bir de; LGBTT’ler ve ötesi için, tüm gençlerin sağlıklı cinsellik yaşayabilmesi için çaba gösterdi...
Konyalı imiş; bilmiyordum.
Bu toplumda, 1970’ler, 1980’ler, 1990’lar Bulut gibilerini yetiştirdi: Konya’dan çıkıp LGBTT haklarını savunanlar. Renkli kişilikler, hoş sadâlar.
2000’ler, 2010’lar ne yetiştirecek ben de bilemiyorum.
Bulut’tan ümit...
Teyzem balerin ve koreograf Duygu Aykal’ın çocukluğunda çok soru sorarken bir çocuk olarak “büyük” herkesi sorularıyla bunalttığı zamanlardan kalan, “Bulutlar nereye gider” sorusu geliyor aklıma
Bulutlar nereye gider?
Bizim olduğumuzdan daha iyi bir yere gitmek zorundalar.
Ve tüm bulutlara bunu borçluyuz.
Gülelim ya; Bulut için!
Gökkuşağı gibi sevgiyle, duyguyla açılalım bir...
Şakalar; dalgasını geçmek; yaşamak en büyük “intikam.”
Bu yazı ilk olarak P24’te yayımlanmıştır.