Gündem

Bulaşıcı hastalıklar uzmanı Dennis Carrol: Küresel bir olay karşısında küresel diyalogun hiçbir şekilde kurulmaması beni çok şaşırttı

18 Mart 2020 17:05

Uzun yıllar bulaşıcı hastalıklar hakkında araştırmalar yapan bulaşıcı hastalıklar uzmanı Dennis Carrol, virüsün Koronavirüs salgını konusunda Avrupa Birliği'nde bir koordinasyon bulunmadığını yaşanan küresel salgın konusunda da kapsamlı bir diyaloğun oluşmadığını söyledi. Carrol, "Beyaz Saray’dan yayınlanan ve Çin’de virüs kontrol altına alınmaya çalışılırken, başkanımızın eylemi nasıl koordine edeceğini konuşmak amacıyla Başkan Xi’yi aradığını gösteren hiçbir rapor görmedim. Küresel bir olay karşısında küresel diyalogun hiçbir şekilde kurulmaması beni çok şaşırttı" dedi.

Yarasaların Koronavirüs için bir 'havuz' niteliğinde olduğunu ifade eden Carrol, "Bu yarasaların her birinin ekosistem içinde nasıl yaşadığını anlamak istiyoruz. Onları insan popülasyonlarına uzak veya yakın tutan belirli davranışları ve faaliyetleri var mı, bunu araştırıyoruz" diye konuştu. Uzun yıllar doğada var olan virüslerin insan yaşamına etkisi ve toplumların alabileceği önlem senaryoları üzerine çalışan Carrol, "Anlaşılması gereken ilk şey, gelecekte karşılaşacağımız tehditlerin şu anda zaten var olduğu; şu anda vahşi yaşamda dolaşıyorlar. Bunu ‘viral Karanlık Madde’ olarak düşünün. Büyük bir virüs havuzu dolaşımda ve bir yayılma olayı görene ve insanlar hastalanana kadar onlardan haberdar değiliz" diyerek, insanların da hayvanların yaşam alanlarını işgal ederek hayvanların dünyasını derinden etkilediğine dikkat çekti. 

GazeteDuvar'da Kevin Berger imzasıyla yayınlanan söyleşiden öne çıkan başlıklar şöyle:

Salgına dönüşen korona virüsü bir yarasadan insana nasıl bulaştı?

Tam olarak bilmiyoruz ama muhtemelen virüsün kaynağı pazarda satılan bir hayvandı ve yakın çevrede insanlar bulunuyordu. Yahut insanlar doğrudan hayvana dokunmuş olabilir. Veya ikincil bir kaynak olabilir. Çin’deki 2002 yılında yaşanan SARS salgınında, enfeksiyon kaynağı olarak insanların yarasalarla doğrudan temasını görmemiştik. İkincil bir kaynak, bir yaban hayvanı olan misk kedisi söz konusuydu.

Bulaşma, vahşi yaşamdaki hayvanları yiyen insanlardan kaynaklanmış olabilir mi?

Virüse, çoğunlukla hayvanın yenmeye hazırlandığı esnada maruz kalıyorduk. Pişene ve yenmeye hazırlanana kadar virüs ölmüş oluyordu. Bulaşma, hayvanı temizleyen veya kesenlerin, vücut sıvılarına, yani kan ve diğer salgılarına maruz kaldığı durumda daha yaygın görülür. Kümes hayvanlarından bulaşan kuş gribinde, virüsten etkilenme ve diğer birçok enfeksiyon, yemek pişirmek için tavuğun hazırlanması esnasında gerçekleşir. Örneğin Mısır’da, kimlerin enfekte olduğuna baktığınız zaman, hayvanın kesilmesinden ve hazırlanmasından doğrudan sorumlu bir kadının etkilenmiş olması daha yaygın bir olgu.

Günümüzdeki hastalıkların yayılması 50 yıl öncesine göre daha mı büyük ölçekte?

Evet. Bir sivil toplum kuruluşu olan ‘EcoHealth Alliance’ ve diğerleri, 1940’tan bu yana bildirilen tüm salgınları gözden geçirdiler. Kırk yıl önce gördüklerimizden iki ilâ üç kat daha fazla yayılma oranı yaşadığımız konusunda gayet sağlam bir sonuca ulaştılar. Bu durum, insan popülasyonundaki devasa artış ve vahşi yaşam alanlarına doğru genişlememizin etkisiyle artmaya devam ediyor. Yayılma olaylarındaki en büyük belirleyici, arazi kullanımındaki değişiklik; gittikçe daha fazla arazi tarım ve daha spesifik olarak besi hayvancılığı için kullanılıyor.

Sizce şu anki salgın kaçınılmaz mıydı?

Tabii ki öyle. Zaten tahmin ediliyordu. Trafik yasalarının olmadığı bir durumda karşıya geçen yayalara sürekli olarak otomobillerin çarpması gibi bir şey bu. Bu şaşırtıcı mı? Hayır. Yapmanız gereken tek şey, yaya geçitlerini, trafik kurallarını ve yönetmeliklerini nasıl düzenleyeceğimizi daha iyi yönetmektir. Fakat bunu yapmıyoruz. Yayılma ihtimalini en aza indirecek türden güvenli uygulamalar geliştirmiyoruz. Bu virüslerin nerede dolaştığını ve bu ekolojiyi daha iyi anlarsak, yayılma riskini engelleme ve en aza indirme potansiyeline sahip oluruz.

Bizler -hükümetler ve politika yapıcılar- neden bunu yapmıyoruz?

Öncelikle, bu, eşi görülmemiş bir nüfus değişiminin yol açtığı ve genişleyen bir sorundur. Yalnızca son 100 yılda, insan nüfusu, daha büyük ekosistemin inanılmaz biçimde bozulmasına neden olan bir oranda artmaya başladı. Eğer sen ve ben bu tartışmayı 100 yıl önce yapsaydık, bu gezegende 6 milyar daha az insan söz konusu olurdu. İnsanlığın 1 milyarlık bir nüfusa ulaşmasından önce geçen toplam 300 bin yıllık dönemde, bu türlerle daha iyi bir ilişkimiz oldu. Ama nüfusumuza 100 yıl içinde 6 milyar insan ekledik ve bu yüzyılın sonuna dek 4 ilâ 5 milyar insan daha ekleyeceğiz.

İkincisi, hükümetler ve toplum genel olarak atalet tarafından yönetilir. Çok hızlı bir şekilde değişmeyiz, uyum sağlamayız ve evrimleşmeyiz. Ve bugün küresel bir toplumda yaşadığımız dünyanın, türümüzün geçmişte yaşadığı dünyadan temelde farklı olduğunu biliyoruz. Şu eski hikâyedeki gibi, kaynar suyla dolu bir tencereye bir kurbağa bırakırsanız, dışarı sıçrayacağını bilirsiniz. Fakat aynı kurbağayı alıp ortam ısısındaki suyla dolu bir tencereye koyarsanız ve sıcaklığı yavaşça yükseltirseniz, kurbağa suyun içinde kalır ve ölene dek haşlanır. Çünkü etrafında değişen çevreye dair bakış açısını yitirir. Bizler de ortam ısısındaki suyun içinde bulunan kurbağa gibiyiz. Zoonotik virüslerin bünyemize girmesini sağlayan koşullardan habersiziz.

Söyleşinin tamamı için tıklayınız...