Cumhuriyet gazetesi yazarı Ahmet İnsel, "Diktatörler kendilerine diktatör denilmesine genellikle çok kızar" ifadelerini kullanarak, "Bu kişinin halk tarafından seçiliyor olması, diktatör olduğu gerçeğini değiştirmez" dedi. İnsel diktatörlüğün Roma dönemine kadar dayandığını belirterek tanımını "Güçler ayrılığının olmadığı veya işlemez hale geldiği rejimin adı, diktatörlüktür" sözleriyle anlattı
Ahmet İnsel'in Cumhuriyet gazetesindeki yazısı şöyle:
Diktatörler kendilerine diktatör denilmesine genellikle çok kızar.
Kelimenin İÖ 6. yüzyılda icat edildiği Roma Cumhuriyeti döneminde, anlamı olumsuz değildi. Cumhuriyetin karşı karşıya kaldığı son derece tehlikeli istisnai bir durumla baş etmek için bir kişiye ve sadece altı ay boyunca mutlak yetkiler verilmesini tanımlıyordu. Ağzından çıkan sözün mutlak emir olduğu, yapılması gerekeni “dikte eden” kişiydi diktatör. Beş yüzyıl sonra Sezar, yasalara aykırı olarak kendini “ömür boyu diktatör” seçtirdi. Bunu izleyen aylarda bir grup senatörün ona senatoda suikast düzenleyip öldürmelerinin en önemli nedeni, ömür boyu diktatör yetkisini almasının, Sezar’ın kendini kral etmesinin ön adımı olduğuna inanmalarıydı.
Modern dönemde diktatör, bir ülkede siyasal iktidarı fiilen veya yasal olarak tek başına elinde tutan kişiye denir. Güçler ayrılığının olmadığı veya işlemez hale geldiği rejimin adı, diktatörlüktür. Seçimle iktidara gelmek, iktidarın diktatörlük olmadığına yeterli işaret değildir. Seçimlerin gerçekten çoğulcu, eşit, adil ve şeffaf olmadığı seçilmiş diktatörlerle doludur yakın dönem dünya siyasal tarihi. Diktatörlük bir kişinin elinde bütün güçleri fiilen veya yürürlükteki yasalara uygun biçimde toplamasının yanında, bu yetkilerin bir partiye veya bir heyete ya da kuruma verilmesiyle de oluşabilir. Tek parti diktatörlüğü bunun en bilinen örneğidir.
Eğer bir ülkede devlet başkanı, milyonlarca aileyi ilgilendiren bir kararı, örneğin liselere kayıt yönteminin değişmesini bir konferansta veya seyahatte emrediyor ve bir hafta içinde yürürlükteki sistem, yerine ne konacağı daha belli olmadan, paldır küldür kaldırılıyorsa, o ülkede diktatörlük var demektir. Velev ki kötü çalışan bir sistemi düzeltmek için yapılmış olsun, yöntemin diktatörlük olduğu gerçeği değişmez.
Diktatörlük bir yönetim tarzıdır. İleri derecede narsis kişilik yapılarında tezahür eder. Kişi tapınmasını beraberinde getirir. Ulu önder, şef, reis gibi sıfatların kullanılmaya başlanması, ‘Şef’e karşı çıkanların, kararlarına itiraz edenlerin düşman, hain, satılmış olarak damgalanmaları birbirlerini tamamlar. Sadece siyasal alanda değil, iş dünyasında, özel yaşamda da diktatör davranışı vardır. Özellikle otoriteye baş eğmeyi içselleştirmiş toplumlarda, biat kültürünün egemen olduğu kültür dünyalarında diktatörler şirketlere, derneklere, partilere, aile içi yaşama hükmederler.
Diktatör her yerde ve her konuda kendisinin birinci sırada yer almasını ister ve bu olmayınca öfkesini dizginleyemez. Diktatör karakteri saldırgandır, istediğini elde edemedikçe saldırganlık dozu sürekli artar. Siyasal alanda diktatörlüğün en önemli göstergelerinden biri, başta ifade, basın, toplantı ve gösteri özgürlükleri olmak üzere, temel hak ve hürriyetlerin sistemli ve ağır biçimde iktidar güçleri tarafından ihlal edilmesidir. Ve bu giderek dozu artan bir eğilim izler.
Diktatörlük rejimi, genellikle polis devletine tekabül eder, çünkü diktatörün toplumu büyük gözaltında tutmasının birincil yöntemi polis ve istihbarat ağının yargıya fiilen ikame olmasını gerektirir. Yargının diktatörün emrinde ve polis ve istihbarat ağının uzantısında yer alması demektir bu. Diktatör, yargı daha karar vermeden, yargı yerine zanlıyı mahkûm etme yetkisini kendinde gören ve bu işlediği suça karşı herhangi bir yaptırım yapılamayan kişidir.
Sonuç olarak, diktatör mutlak güce sahip olan ve bunu hiçbir denetime tabi olmadan, keyfi biçimde uygulayan yöneticiye verilen sıfattır. Bu kişinin halk tarafından seçiliyor olması, yönetim tarzının diktatörlük olduğu gerçeğini değiştirmez.