Kültür-Sanat

Bu filmden sonra daha mutsuz bir insan olacağım

Nurgül Yeşilçay, Nejat İşler ve Celile Toyon’un da oynadığı dev kadrolu 'Çınar Ağacı' filminin setinden izlenimler...

14 Ağustos 2010 03:00

T24- Habertürk gazetesi yazarı Gülenay Börekçi, Nurgül Yeşilçay ile 'Çınar Ağacı' filminin setinde bir araya geldi. Börekçi, hem film ve filmin yapım aşaması ile ilgili görüşlerini aktarırken hem de Nurgül Yeşilçay'la da kısa bir söyleşi yaptı. Söyleşide Yeşilçay, filmdeki rolünden bahsetti ardından kariyerinin nasıl devam edeceğini söyledi.


İşte Habertürk'te bugün (14 Ağustos 2010) yayımlanan Gülen Börekçi'nin Nurgün Yeşilçay ile yapmış olduğu söyleşisi:
 

Yaşlı insanların gözlerinde tuhaf bir şaşkınlık okunurdu, bir sabah hiç bilmedikleri bir yerde, uzak bir gezegenin ücra bir köşesinde uyanmışlar gibi... Aidiyet hissedebilecekleri bir yer kalmamıştı sanki. Topluca bir yerlere kapatılıyorlardı zaten, gözden uzak olsunlar, kimseyi rahatsız etmesinler diye...” Her röportajdan geriye bir laf kalır ya; Brazzaville grubunun solisti müzisyen David Brown’ın bir röportajımızda söylediği bu lafı yıllardır unutamadım. Niçin Amerika’yı terk edip İspanya’ya yerleştiğini, orada yaşlanmayı seçtiğini anlatıyordu.


Nurgül Yeşilçay ve Handan İpekçi’yle İstanbul’a epey uzakta bir huzurevinin bahçesinde oturuyoruz. Etraftaki koşuşturmacaya inat, elma ağaçlarına asılmış hamakların üstündeyiz, yani rahatımız gayet yerinde. Burası Çınar Ağacı filminin seti. Çekimlere ara verilmiş. Biz de bu arayı sohbet ederek değerlendiriyoruz. Huzurevinde geçen sahneleri soruyorum. “Hikâyemizin odak noktasında bir yaşlı kadın var” diye anlatıyor yönetmen Handan İpekçi. “Parçalanmaya yüz tutmuş bir ailenin en büyüğü, kökleri temsil eden kişi, bir çeşit çınar ağacı... Ama çocukları onu artık bir fazlalık gibi görüyor, sonunda da o fazlalıktan kurtulmak için huzurevine gönderiyorlar. Eh, dolaba kapatacak değiller ya!”


Çocukların en çetin cevizi

Çınar ağacını, yani anneyi az önce makyaj odasında sohbet ettiğimiz ve tatlı gülümsemesiyle insanın içini eriten Celile Toyon canlandırıyor. Gelen film tekliflerinin çoğunu reddettiği için beyazperdede pek az izlediğimiz bir oyuncu Toyon. Nurgül Yeşilçay da onun çocuklarından en çetin ceviz olan, yani hikâyeye gerilim kazandıran karakter, filmin “kötü” kadını... Tabii bildiğimiz anlamda bir kötü karakter değil, sadece ayakta kalmak için önüne çıkan her şeyi ve herkesi ezip geçmekten korkmuyor. Hâlâ küçük bir kız çocuğuymuş gibi annesiyle didişmeyi sürdürüyor, çevresindekileri yormaktan, üzmekten çekinmiyor. Kendini dünyanın merkezinde sanıyor.


“Acayip gıcık oluyorum” diyor Nurgül Yeşilçay. “Kariyerini her şeyin önünde tutan biri. Kontrol manyağı. Çocuğunu, ailesini, eski kocasını, evini, her şeyi ve herkesi denetlemek istiyor. Evinde fazladan tek eşyaya tahammülü yok. Düşünün işte; kontrol edemediği öteki her şey gibi annesi de artık ona fazla geliyor, bir an önce kurtulmak istiyor ondan.”


İnsan merak ediyor tabii, bu kadar kontrol çabasındaki bir karakterin kontrolü elinden kaçırdığı yer var mı diye... Nurgül Yeşilçay karakterine karşı acımasız. “Kontrol hiçbir zaman onun elinde değil ki. O sadece ‘zannediyor’. Zannettikçe yanılıyor, yanıldıkça daha da şiddetli bir kontrol arzusuna yapılıyor. Aklıyla hareket etmek istiyor ama bunu beceremiyor. Fazla duygusal, duygularının akışına teslim olduğunda ha bire yanlış yapıyor. Sanıyor ki geliştirdiği kontrol manyaklığı onu hata yapmaktan koruyacak. Ama kimse merak etmesin; sonunda adamakıllı bir ders alacak ve hayatın hiç de zannettiği, hesapladığı gibi olmadığını anlayacak. Burnu sürtülecek, diyelim...”


Nurgül Yeşilçay disiplinli bir oyuncu. Ya kuytu bir köşeye çekilip senaryo üzerine çalışıyor, ya da zaten çekimde oluyor. Dolayısla boş anını yakalamak epey güç oldu. İşte kahve molasında anlattıkları.


Çınar Ağacı’nda nasıl bir Nurgül Yeşilçay izleyeceğiz?

Tip top bir kadın işte. Her şeyi bilmesi beni hasta ediyor. ‘80 sonrası kuşağın bir temsilcisi. Apolitik. Paranın en önemli şey olduğuna inanıyor. Ev de almalı, araba da... Başka değerler umurunda değil. Şöyle düşünüyor: Batı doğayı yeniden keşfetmeye başladığına göre tabii ki doğayla ilişki kuracağız. Ama fazla değil, kararında, azıcık. Batı Doğu’ya döndüğüne göre biz de döneceğiz, yani yoga yapacağız, sağlıklı besleneceğiz. Şahsen, bunlara itirazım yok ama Sonay’ın kendine ait bir zevki yok ki. Ne kendi değerinin farkında aslında, ne ülkesinin... Her şeyi elde edebileceği bir hayatın mümkün olduğu yanılsaması içinde. Çocuk da yapıyor, kariyer de. Evini minimalist döşüyor, makyajını minimalist yapıyor. Renklerden, cıvıl cıvıl, hayat dolu olan her şeyden kaçıyor. Klişelerden örülü bir hayat kurmuş kendine ve o klişelerden güç alıyor.


Peki siz ne öğrendiniz bu rolden?  Çınar Ağacı’ndan sonra sizde ne değişmiş olacak?

Daha mutsuz bir insan olacağım herhalde...


Nasıl yani?

Şöyle... Canlandırdığım her karakter yeni bir pencere açar hayatımda. Ve ben o yeni pencereden bakmaya başlarım insanlara. Baktıkça daha da gıcık olur, Oğuz Atay karakterleri gibi konuşmaya başlarım. Senaryoyu okuyup karakter üzerine düşünmeye başladıktan sonra daha önce hiç takılmadığım bazı şeylere acayip sinir olmaya başladım. Dedim ki; ben asla Sonay gibi biri olmayacağım. Halbuki bu kararı aldıktan hemen sonra fark ettim ki onun gibi davranmayayım diye uğraştıkça ona benzemeye başlamışım. Kurallar koymuşum kendime. “Diş doktoruna gideceksem kendi doktorumdan başkasına gitmem” veya “Saçımı kestireceksem sadece bildiğim yerde kestiririm” gibi. Ben de inat ettim, dişim ağrıdığında bildiğim diş doktoruna değil en yakındakine gittim.


Ne oldu peki?

Büyük pişmanlık! Tek seferde bitecek iş için üç dört kez gittim. Anladım ki biraz da hayat zorluyor insanı Sonay gibi olmaya. Yaşlandıkça saplantılı oluyorsun. Gene de hiç istemiyorum öyle biri olmak. Olmayacağım.


İkinci bebekte kariyerimi bırakırım


Aile niçin önemlidir?

Aile başın sıkıştığında yanında olacak insanlar topluluğu demektir. Onlara yüzde 100 güvenirsin. Hep arkandadırlar. Kötü bir şey yaptığında bile sana destek olurlar. Yanlarında rahat edersin. Rol yapmak, başkası gibi görünmek zorunda kalmazsın. İster kavga eder, ister ağlarsın. En çirkin, en pis, en berbat hallerinle görmüşler seni bunca yıl, şimdi onlardan neyi saklayacaksın ki? Ailen seni kusurlarınla sevmiş ve sevmeye devam edecek, sen bunu bilirsin ve rahat edersin.


Şimdi hayatınızda Nejat yani oğlunuz var. Annelik zor mu?

Zor ne demek! “Çocuk da yaparım, kariyer de” diyorlar ya, işte o en büyük yalan. Kimse inanmasın. İkisi aynı anda yapılmıyor. Yapılıyor tabii ama çok yoruluyor insan o zaman. Bence çocuğu yapınca kariyerine ara vereceksin, çocuğuna bakacaksın birkaç yıl, okula başladığında da işine döneceksin.


Siz niçin öyle yapmadınız?

Bilmiyordum ki. İdrak ettiğimde iş işten geçmiş, çocuk ana sınıfına başlamıştı. Ama ikinciyi doğurursam kariyerimi bırakırım. Gerek yok ki bu kadar yorulup vaktinden önce yaşlanmaya. Hayat kariyer hırsıyla vakit kaybedilemeyecek kadar güzel.


Büyük bir yozlaşma yaşadık

Yönetmen Handan İpekçi niçin kalabalık kadrolu bir aile filmi yapmaya karar verdiğini anlatıyor...
1970’ler Türkiye’nin en sancılı dönemlerindendi. Türk sinemasının en neşeli filmleri o tarihlerde çekildi. Şimdi 70’lerdeki Ertem Eğilmez filmlerinin benzeri bir yapım geliyor: Çınar Ağacı. Sizce bu bir tesadüf mü?


Belki de neşelenmeye, sevgiyi hatırlamaya en çok bu tür zor dönemlerde ihtiyaç duyuyoruzdur. Yeşilçam ruhunun dirilmesinin böyle bir sebebi olabilir. Ben de o sıcaklıkta, o güzellikte bir sevgi filmi yapmak istedim. Bir de şu var; 70’lerden hele 80’lerden sonra Türkiye hızla değişti. Günlük hayatta tanık olduğumuz derin yozlaşma bize kendimizi unutturdu. Ben de bu kez böyle bir film yapmak istedim. Öte yandan bu meselelerin de politikanın çok dışında olduğunu düşünmüyorum. Hem karakterlerden birinin, yani Nurgül’ün kardeşinin bir zamanların sıkı solcularından olduğunu öğreniyoruz. İpucu vermek istemiyorum ama şu kadarını söyleyeyim; onun böyle bir geçmişi olmasının genel olarak hikâye için önemi büyük.