12 Ağustos 2014 10:49
“Cumhurbaşkanı belli, başbakan kim olacak?”
Türkiye 10 Ağustos’ta cumhurbaşkanını ilk kez sandıkta seçmeye hazırlanırken en sık sorulan sorulardan biri bu oldu. Recep Tayyip Erdoğan, 41 yılı aşkın siyasi kariyerinde bu haneyi de doldururken yaklaşık 13 milyonun, “ilk”ten o kadar da heyecanlanmadığı ortaya çıktı. 12 Eylül darbesinden sonraki en düşük katılımla da siyasi tarihe geçen bu seçim hakkında, her seçimde olduğu gibi okunacak çok sayfa var.
Bu sayfaları çevirmeye başlamak için, seçmen davranışları ve siyasal yaklaşımları konusunda Türkiye'nin önde gelen analizcilerinden KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır'la konuştuk.
Ağırdır, 10 Ağustos'un 2015 genel seçimlerine nasıl taşınacağından 14 partinin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yenilgisine, çekirdek kitlelerin acabalarından Fethullah Gülen cemaatinin sandıktaki yansımasına pek çok başlığı geçmiş seçim sonuçlarını da masaya koyarak açtı.
KONDA dahil araştırma şirketlerine yönelik eleştirileri de sorduğumuz Ağırdır'ın T24'e verdiği söyleşi için buyrun.
- Sondan başlayalım; Abdullah Gül "Partime döneceğim" dedikten sadece birkaç saat sonra AKP olağanüstü kongre için 27 Ağustos’u seçtiğini açıkladı. Bu gelişmeler sizin zaviyenizde nereye denk düşüyor?
Gül, Erdoğan ve AKP'nin merkez yönetim organına "28 Ağustos'tan öncesine bir kurultay koymayın" derken Erdoğan, Gül'le bir rol paylaşımı istemediğini deklare etti. 23, 24 Ağustos yerine devir teslimin yapılacağı 28'inden bir gün öncenin seçilmesinin sembolik olduğunu bile söyleyebiliriz. Ve AKP’nin yeni genel başkanını seçeceği bu kurultaya Gül’ün veya Erdoğan'dan farklı düşünen diğerlerinin çok da müdahale etme şansları yok.
- Bu kümeye Bülent Arınç ve Beşir Atalay’ı da dâhil ediyor musunuz?
İtiraz edebilirler ama Erdoğan'ın örgüt ve tabanıyla ilişkisinde geldiği noktada, 16 gün içinde sonucu değiştirecek temel bir etki etmek mümkün değil. Bu aynı zamanda Erdoğan'ın her şeyi kendi kontrol etmek istediğini gösteriyor.
- Peki, bu AKP tabanına ne kadar uygun? Al Jazeera'den Murat Uyku'ya verdiğiniz söyleşide yarısının "liderci" olduğunu söylediğiniz AKP seçmeninin "uslu bir başbakanı" benimsemesi ne kadar mümkün?
Tayyip Bey, tabanına "O benim vekilim" derse benimsenir.
- Aksi bir ihtimal yok mu?
Kısa dönemde yok çünkü bu lidercilik meselesinin farklı dinamikleri var. Şunu görmezden gelemeyiz; bir yanda Türkiye siyaseti sosyolojik kimliklere sıkışmışken, bir yanda AKP karşıtlığı-yandaşlığı diye bir kutuplaşma yaşanıyor. Ve her geçen gün bu kutuplaşma AKP'den çıkarak Erdoğan yandaşlığı-karşıtlığına doğru dönüşüyor. Özellikle Gezi'den beri, Erdoğan'ın son hızla sürdürdüğü söylem ve politika tarzı bu süreci hızlandırıyor ve iki yeni kimlik inşa oluyor. Bu kimlikler de neredeyse diğer kimlikleri alıp onlara biçim değiştirtiyor. Lidercilik böyle bir süreçte gelişerek Erdoğan'la bu hale geldi. AKP tabanı başlarda, hatta 2009'a gelindiğinde böyle değildi.
Dolayısıyla AKP’de “uyumlu bir başbakan” sıkıntısı yaşanacağını düşünmüyorum. Ama tek başına bu yetmiyor. Erdoğan'la uyumlu yeni başbakan, partiyi 2015'teki genel seçimlerde yüzde 45'in üstünde tutmalı, hatta mümkünse yüzde 50'yi aşmalı ki anayasa değişimi ve başkanlık sistemi gündeme gelebilsin. Köşk seçimlerinde alınan yüzde 52’nin genel seçimlerdeki karşılığı 42-45 aralığıdır. Peki yüzde 45’i arttırmak için gereken karizmatik liderlikle düşük profilli lider arzusu aynı kişilikte nasıl buluşacak? Üçüncü problem, yeni lider ve yeni kabinenin, insan hakları ve demokrasinin feneri olarak da görülebilecek Avrupa Birliği süreci ve IŞİD’in de dâhil olduğu dış politikada ince düzeltmeler yapması ve yaparken de inandırıcı olmaları ihtiyacı. Bu üç özellik eklenince ihtiyaçları karşılayanların sayısı azalıyor. Gül ile Erdoğan arasında uzlaşma yaratılsaydı bu hem Türkiye, hem AKP lehine olacaktı.
- 21 Temmuz’da T24’te yayımlanan “Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası senaryolar” yazınızda "Yüzde 50-52 oy aralığında rol paylaşımlarına razı olabilir" dediğiniz Erdoğan, Gül'le rol paylaşımını reddederek sizce başkanlığa da veda mı etti?
Hayır. Tabii ki seçimlerde kanırtacak, şu an yanıtları bilinmeyen sorular var: Erken seçim kararı alınacak mı? Seçimler normal gününde yapılacaksa Erdoğan’ın karizması ve yeni lider arasındaki olası oy kaybını -ki bu 1 puan da olabilir, 8 puan da- önlemek için ne tür politikalar üretilecek? Varsayalım Erdoğan teşekkür turuna çıktı, 30 miting yaptı, üstüne Ekim'de yapılacak kampanya ile uyumlu yeni liderle oyu yukarıda tutmak bir biçimde başarılabilir.
- Aklınızdan geçen isimler kim?
Anketlerimizde adaylıklar kesinleşmeden isim vermiyoruz ama açık uçlu "Kim olsun" dendiği zaman Gül adını söyleyenler ile diğer isimleri sayanlar arasında bir hayli fark vardı. Gül dışında öne çıkan isimler Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım ve Ali Babacan. Bu kişilerden birini veya 4. sürpriz bir ismi tercih özel imalar içeriyor olacak. Mesela Erdoğan’ın Davutoğlu tercihi, dünya âlemle kavgalı olma durumunun süreceğini ve süreçte sadece iç değil, dış dinamiklerin de karşımızda olacağını gösterecek. Binali Bey tercihi daha uygun bir çözüm yolu olur. Zaten icraatı ile öne çıkan bir bakan olduğu için siyasi problemleri Erdoğan'a bırakır, gündelik icraatı yönetir, belki Avrupa Birliği yolunda reform adımları atabilir ve bu sayede ortam biraz sakinleyebilir.
- AKP’nin yüzde 45'i geçebilmesi için Gül'den sonra en gerçekçi aday sizce Yıldırım mı?
Olabilir. Bu tercih kimden yana olursa olsun şu değişmeyecek; seçilecek kişi, Erdoğan'ı kısıtlandığı alanlarda sahip olacağı özerklik içinde AKP'nin paradokslarına karşı nasıl pozisyon alınacağında etkili olacak.
- Nedir bu paradokslar?
Hem Türkiye, hem AKP 2002'teki başlangıç vizyonundan başka bir yerde olduğu için parti programının yenilenmesi gerekiyor. İki, kutuplaşma AKP'yi ayakta tutuyor ama karşısındaki kümeyi de sürekli köpürtüyor ve sürtünme katsayısı gittikçe artıyor. Bunu her yasa değişikliğinde görüyorsunuz. Erdoğan, söylenenleri bu kutuplaşma içinden okuduğu için her eleştiriyi şeytanlaştırıyor, komploya bağlıyor. O zaman da yeni insan ve fikirlerden beslenme damarlarını kısıtlıyor. Bu nedenle de yöneltilen “AKP dar bir kadroya mı sıkışıyor” sorusunu süreçte aşıp aşmayacaklarını ve bu kadrolara bağlı olarak AKP’nin, “Milli Görüşçü mü, yoksa muhafazakâr demokrat bir yere mi evriliyorlar” sorusuna vereceği yanıtı yeni liderin profilinde göreceğiz.
- AKP'nin 2015'te alacağı minimum ve maksimum oy oranlarına ilişkin öngörünüz ne?
Doğru analiz ediyorsak, Türkiye'deki siyasette üç temel karakteristik var. 1- Siyasette konsolidasyon oldu, küçük partilerin şansı neredeyse kalmadı. 2- Dört parti de kimlik siyasetlerine sıkıştı. 3- Bu kimlikler arasında kutuplaşma var. Aynı zamanda Erdoğan karşıtlığı-yandaşlığı diye ayrı bir kutuplaşmamız var. Buradan baktığımızda, somut rakamlarla: 2010 referandumunda “evet” oyunun sayısı 21 milyon, 2011 genel seçimlerinde AKP oyu 22 milyon, 2014 yerel seçimlerinde AKP'nin oyu 21 milyon, Erdoğan’ın pazar günü aldığı oy da 21 milyon. Yani karşımızda beton gibi bir 21 milyon var. Ki bu 21 milyon, 53 milyonluk bütün seçmen üzerinden baktığında yüzde 38-40 demek ve bu beton gibi kitle ne olursa olsun sandığa gidiyor.
- Dolayısıyla 10 Ağustos'ta “boy verenler” Bekir Bozdağ'ın iddia ettiğinin aksine AKP'li değil miydi?
Sandığa gitseydi Erdoğan'a oy verecek 2 milyon dolayında insan vardı. Ama ağırlıklı olarak karşı taraftan eksildi. AKP hiçbir şey yapmasa bile bu kutuplaşma içinde alacağı oy oranı yüzde 40. En düşük boyutu, seçmen katılımı yüzde 80 olursa dünkü gibi 40 milyondan yüzde 52'ye tekabül eder, katılım yüzde 90 olursa yüzde 45'ler mertebesinde olur. Bunu bozacak dinamik henüz muhalefet partilerinde yok. Katılıma ve yeni lidere bağlı olarak, tablo yüzde 40 ila 50 arasında oynayacak. Tabii bunları sayarken Kürt meselesi, IŞİD, ekonomik kriz gibi olağanüstü gelişmeleri dışarıda tutuyorum.
- Oy vermeyenlerin 11 milyonu muhalifse, Erdoğan'ın 1. turda kazanmasını sandığa gitmeyenler de mi sağladı?
Çatı aday meselesi nereden çıktı? CHP-MHP'nin yerel seçimdeki yüzde 42-43'lerdeki oyundan. Bu oranın karşılığı 21 milyon oy ama Ekmeleddin Bey'in aldığı oy 15 milyonu biraz aşıyordu. Erdoğan'ın oyunda da 800 bin mertebesinde eksilme var ama 53 milyon seçmen üzerinden baktığınız zaman, 21 ve 15 milyon, KONDA'nın kutuplaşma endeksinde çıkan yüzde 35 ve 25’e neredeyse denk geliyor.
Ya da BDP’nin boykot ettiği 2010 referandumunu hatırlayalım. Pazar günü Erdoğan ve İhsanoğlu'nun oylarını toplayıp üst kabul edersen dağılımı da 57,5-42,5. Yani referandumdaki 58-42. Bütün bu sihirli gibi görünen sayılar kutuplaşmayı teyit ediyor.
Genel seçimlerde tabloyu gri alandaki seçmen değiştirmişti. Yüzde 40 bu gri alandayken yüzde 60 kutuplaşmanın pençesinde. Seçime katılıp katılmama bu gri alanda oluyor. Yoksa iki tarafın da çekirdek seçmeni sandığa gidiyor. Yerel seçim sonuçları üzerinden analiz ettiğimiz zaman, gri alandaki eksilme daha çok Ekmeleddin Bey'in oyundan eksiltmiş gözüküyor. 21 milyon olması gerekirken 15 milyonda kalmış. CHP-MHP sempatizanları bu adayla yerel seçimde duydukları heyecanı duymamışlar ve sandığa gitmemişler gibi.
- O zaman “Erdoğan'ın 1. turda kazanmasını sandığa gitmeyenler de sağladı” yorumu gerçeğe tekabül ediyor?
Faktörlerden birisiydi, evet. Ama katılımın düşüklüğü sadece bir taraftan gitti diye düşünmek doğru değil.
- İhsanoğlu’na geçmeden önce: “Anketler katılımı düşürdü” yorumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu Türkiye siyasetinin ve güncel kutuplaşmanın hangi boyutlara geldiğinin göstergesi. Anketle seçmen yönlendirilmez, ülke yönetilmez. Anket dediğin şey bir anın fotoğrafıdır. Ama KONDA olarak son ankette çektiğimiz fotoğrafta hata yaptık.
- 7 Ağustos’ta açıkladığınız seçim anketinde yüzde 51,9 alacak AKP’nin yüzde 57, yüzde 38,3 alacak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yüzde 34 alacağını açıkladınız. Hata neden kaynaklandı?
Farkın neden kaynaklandığına uzun uzadıya bakacağız. Ama hata yapmışız. Kimsenin ne dediğinin de önemi yok. Aynaya, çalışma arkadaşlarıma ve Tarhan Erdem’e baktığımda yaşadığım mahcubiyet bana yeter. Ama bu vesileyle söyleyeyim, KONDA en azından benim burada olduğum 2005'ten beri herhangi bir ihaleye girmeyi veya kamu kurumundan iş almayı bırak, bir teklif mektubu bile yazmamıştır. Gelen davetlere biz ilke olarak “İhaleye girmiyoruz” diyoruz. Sadece kamuyla iş yapmayalım diye değil, fiyatı yarıştırarak yapılan işler bizim tarzımız değil diye yapmıyoruz. KONDA 28 yıllık geleneği içinde her seçimden önceki perşembe günü elindeki ölçütü açıklıyor. Bunların aralarında tam isabet başarıları da var, büyük başarısızlıklar da. KONDA, her başarısızlıktan sonra kendini geliştirerek devam etti.
- Katılımı yeterince teşvik etmediğini söylediğiniz İhsanoğlu ismi yerine başka bir aday, sandığa gitmeyen kitlede heyecan yaratabilir miydi?
Ortak aday göstermek 2. turu, 1. tura çekti. CHP'den Rıza Türmen, MHP'den Meral Akşener gibi ayrı ve iddialı adaylar gösterilseydi temaşası daha bol bir seçim dönemi olurdu ve bunun yarattığı heyecan ve gerilim katılımı etkilerdi. Ama bu seçimde Ekmeleddin Bey'in tanınmamış olması, siyaset dışından gelmesi, miting yerine salon toplantıları tercih etmesi, güncel meselelere daha az değinmesi gibi bir sürü sebeple ortak heyecan üremedi. Böyle olunca da blok 15 milyon dışında kalan gri alandaki seçmenlerden kimseyi duygusal ve fikri olarak çekip sandığa götüremedi. Mesela Saadet Partisi de aday çıkarsa ve 1. turda dörtten fazla aday olsaydı, stratejik olarak 1. turda Tayyip Bey'in seçilmesini engelleyip, 2. turda doğal ittifaklarla bloklaşma sağlanabilirdi. Ama bunun yerine dini kesimden de oy alacağı varsayılan Ekmeleddin Bey'den yana kullandılar tercihlerini.
- Ekmeleddin İhsanoğlu AKP tabanından hiç oy alamadı mı?
Yok sayılabilecek seviyededir.
- İhsanoğlu'nun CHP'nin ulusalcı kesiminde nasıl bir yankısı oldu?
İhsanoğlu'nun CHP tabanında özel bir karşılığı olmadı, başkası da gelse oy verecek 15 milyonluk çekirdek oy verdi. İhsanoğlu 6 milyonluk bir kitleyi kaybetti ama bunun ne kadarı ulusalcı, ne kadarı özgürlükçü bilemem.
- MHP için aynı sorunun yanıtı ne olur?
Benzer; Erdoğan karşıtı olanlar Ekmeleddin Bey'e vermiştir. Gerisi ya sandığa gitmemiştir ya da Erdoğan'a oy vermiştir.
- 15 milyonun ne kadarı MHP'nin hanesinden geldi sizce?
Kaba bir hesapla 10'a 5 diyebiliriz.
-MHP ve CHP'nin ortaklığı ile Erdoğan'ın zaferine rağmen en düşük oyu alan Selahattin Demirtaş nasıl "seçimin en çok kazananı" oldu?
Demirtaş seçimin fark edileni oldu. Kürt siyasi hareketinden gelen biri Türkiye'ye dair söylemlerde bulundu ve inandırıcı oldu, Kürt siyasetinin Türkiyelileşmesi denilen şeye tanık olduk. Öcalan'ın önerisiyle BDP'den HDP'ye geçiş doğru mecrasını buldu ve HDP'nin oylarını 3,5 milyona taşıdı; eski ile yeni çatışmasında yeniden pozisyon aldığını söyleyerek yeninin içini nasıl doldurulacağını tartışmaya açtı. En önemlisi Demirtaş, bazı kapalı kulakları açtı, acaba dedirttirdi. Bu 2015'te meyve verebilir.
- Demirtaş, seçim kampanyasının Diyarbakır ayağında konuşurken aynı karede Abdullah Öcalan posteri de vardı. Demirtaş'a verilen yüzde 9,8 oranında oy, Öcalan'a da verilen onay veya çözüm sürecinin normalleştirme etkisi olarak okunabilir mi?
Hepsi bir arada. Yeni Yaşam Çağrısı'nda "Çözüm süreci Türkiye'nin demokratikleşmesidir" denildi ve bu söylem karşılığını buldu, özellikle gelecek için Öcalan'a ve bölünme korkusuna ilişkin soru işaretleri yarattı.
- CHP, MHP yerine HDP ile ortak aday çıkarsaydı daha etkili olur muydu?
Böyle bir işbirliğinin vaat ettikleri insanları heyecanlandırırdı. Böyle bir buluşma CHP'nin de özgürlük, insan hakları ve yeni bir hayat gibi birçok konuda başka türlü düşünmeye başladığını ima edecekti. Ama CHP ve MHP ortaklığı Erdoğan karşıtlığı oldu, insanlar korktuklarından oy verdiler. Seçmen genel olarak umuda oy verir, korkuya değil.
- Erdoğan karşıtlarının 3 temel korkusunu saysanız neler olurdu?
1- Bireysel hayatları açısından özgürlüklerini kaybetme korkusu. 2- İrtica korkusu. 3- Bölünme meselesi, bu AKP'liler dâhil Türkiye’nin dörtte üçünde var. Silikozis mikrobu gibi, o kadar miligram silikozis biriktirmişsin ki beynin pelteye dönmüş, onun üzerine gündelik hayattaki değişikliklerin ürettiği endişe, metropolleşme gibi dinamikler de eklenirken biri gelip "Korkunun kaynağı şu" diyor; "İşte Kürtler diyor, "AB" diyor...
- Erdoğan'ın peş peşe 9 seçimdeki başarısını siz nasıl açıklıyorsunuz?
1- Sahici. Bana aykırı gelen durumlarda bile bu duyguyu tabanına aktardığını düşünüyorum. Hamile bir eylemci kadının polis şiddeti nedeniyle bebeğini düşürmesini meşru göstermek bence mümkün değil. Ama Erdoğan çıktı, "Kadın mı, kız mı belli değil, panzere tırmanmış" dedi. Bu toplumun ahlakçı, geleneksel, cinsiyetçi bakışına çok karşılık gelen bir çıkış. 2- Çalışkan, hem de bu toplumun neredeyse hiç görmediği kadar. 3- Kararlı. 4- Seçmenine sürekli egemenlerle kavga ediyormuş hissi veriyor. Yolsuzluk sürecinde o tapeleri aşan bir söylemle "Uluslararası komplo benim üzerime oynuyor. Egemenlere karşı oynadığım için bu oluyor" diyor, TÜSİAD'ı işaret ediyor, "One minute" diyor. 5- Hayatın her alanını ve anını kontrol ediyor. "Gece 11'de projeyi sormak için şu belediye başkanını aradı" efsanesi Gezi'de AVM yapılıp yapılmayacağını, 3. köprünün nerede yapılıp yapılmaması gerektiğine karar vermeye kadar varıyor fakat seçmenin gözünde "Bizim için çırpınan adam" algısı üretiyor. Ve eğer siz Erdoğan'la seçmeni arasındaki bu ilişkinin bozulmasına inanıyorsanız, bunu o seçmene Erdoğan'ı kötülemekle yapamazsınız. Ama muhalefet bunu yapıyor ve yaptığı her şey Erdoğan'a yarıyor.
- "Muhalefet ne yapsa Erdoğan'a yarıyor"un devamında gelen "AB eleştirdikçe Erdoğan kazanıyor", "Gezi oluyor, AKP kitlesi kenetleniyor" gibi her içeriğin bir şekilde Erdoğan ve AKP'ye yaradığı argümanı ne kadar inandırıcı?
Konuştuğumuz her olay Erdoğan'ın başarı hikâyesi, yani gerilimin kazananı Erdoğan oluyor. Bu şuna da işaret ediyor: Erdoğan ya kazanacağı kavgalara giriyor ya da 17 Aralık gibi kaçamayacağı kavgalara giriyor. Erdoğan’ın toplumda başka bir tepki üreteceği kavgaya girmediğine somut örnek; kız-erkek öğrenci evleri tartışması. Her konuda istediğini yapan AKP, niye bu tartışmanın devamını getirmedi? Veya Habur'da neden geri adım attı? Erdoğan’la ekibi senaryolar hazırlıyor ve çalışıyor. Sizin buna muhalefetiniz savruk bir savunuysa her yaptığınız ona yarar.
Kendi hesabıma, kongre tarihi kararı, balkon konuşması ve muhalefet liderlerinin açıklamaları da dahil, ülkem ve geleceğimiz için kaygılıyım. Görülüyor ki kimlikler arası kutuplaşma ve Erdoğan karşıtlığı-yandaşlığı gerilimleri en azından Haziran seçimlerine kadar sürecek. Ve öyle görülüyor ki, Erdoğan 21 milyonun dışında kalan 31-32 milyon seçmenin niçin kendine oy vermediğini düşünecek, ne de ötekiler Erdoğan'a oy veren 21 milyon adamın ihtiyaç ve talepleri neymiş diye düşünmeyecek. 2015'te iki taraf da bildiğimiz oyları alabilir ama hatırlatmak isterim: Toplumsal bellekte her yaşanan iz bırakıyor.
- AKP ve Erdoğan için 21 milyondan ötesi var mı, yoksa burası sınır mı?
Var. Hesaplarımıza göre, aşağı yukarı 24 milyon. Seçime katılım yüzde 80, geçerli oy 40 milyon olursa bu yüzde 58-60 arası demek.
- Anayasayı değiştirebilecek bir potansiyelden bahsediyorsunuz.
En azından anayasayı tek başına Meclis’ten geçirip referanduma götürebilecek çoğunluğa ulaşabilir.
- AKP’nin bu aralığı elde edememesine sebep olan hataları ne sizce?
Birkaç tane sayılabilirim. Kutuplaşmanın getirdiği o karşı taraftaki 15 milyonluk betonlaşma ve artan sürtünme katsayısı nedeniyle “AKP koptu gidiyor” olamıyor. Ayrıca bir Kürt siyaseti var ortada, neredeyse yüzde 10 gibi ayrı bir beton kitle de orada. Bu da demek ki; AKP, seçmenin üçte birine asla ulaşamayacak. Araştırmalara göre, “Asla AKP’ye oy vermem” diyenler yüzde 17 civarında. Buna kutuplaşmayı ekleyince yüzde 35’e doğru çıkabilir sayı.
İkinci engel, toplumun iki tane hasleti. İstikrar ve toplumsal beka duygusu. Bu toplum “One minute” denildiği zaman çok gururlanıyor ama “Sıvayın kolları Suriye’ye savaşa gidiyoruz” deyince “Bir dakika” diyor. Kolu kanadı değiştirmek istiyor ama bu komşusuna rağmen olsun istemiyor. Pazar günü gri alandaki yüzde 40’ın taraf olmayıp kenara çekilmesi biraz da ondan. Erdoğan’ın dili bu gruba ulaşmasını engelliyor.
- AKP, maksimumuna ulaşmak için 3 milyon oy almaya daha çalışırken 21 milyonluk çekirdeğinden kaybetme riski var mı?
Vardır tabii. Ama tüm kutuplaşmaya rağmen Erdoğan’ın “Geziciler Dolmabahçe Cami’de içki içti” sözlerine kendi seçmenin yarısı bile inanmadı. Kendi yetiştirdiği evlatların camide içki içmeyeceğini, günah bilgisinin olduğunu bilir.
- Aynı araştırmada Gezi’nin darbe teşebbüsü olduğuna inananların oranı yüzde 50’nin üzerindeydi.
Öyle. Ya da yolsuzluk görüntülerinin doğru olduğuna inananlar da yüzde 77 idi. AKP seçmeninin neredeyse yarısı yolsuzluk yapıldığına inanıyor. Ama bunun bahane edilerek bir operasyon yürütüldüğüne inananlar da çok yüksek. Ki benim de kanaatim o. Yani betonlaşma derken 21 milyon bir demiyoruz.
- Yolsuzlukların, Gezi Parkı eylemlerinin 21 milyonun aklında acaba yarattığını mı düşünüyorsunuz?
Evet. En azından bir kısmı bunun farkında. Fakat tehlikeli olan karşılıklı olarak muhakeme yeteneğinin kaybedilmesi. Karşıtlık-yandaşlık hattındaki bu kutuplaşma lümpenleşiyor. Şimdiye kadar sosyolojik kimlikler mağduriyetlerinin nedenini ağırlıklı olarak devlette görürlerdi, gerilim de devlet ile kimlik arasındaydı. Bu gerilim bugün iki kimlik arasına iniyor. Gruplar karşılıklı rivayetler üretiyor. Erdoğan’ın da dillendirdiği bu efsanelerle fikri bir genişleme olmaksızın karşı taraf düşmanlaştırılıyor. Bizim akvaryumda da “Efendim toplum ahlaksızlığa mı alıştı” deniyor. Hâlbuki Erdoğan öyle bir siyaset dili tutturdu ki seçmen önceliği yolsuzluktan çıkarıp kendi liderini korumaya koydu.
- Ömer Laçiner, T24’te çıkan “Erdoğan ve seviye meselesi” adlı yazısında Erdoğan’ın kitlesiyle ilişkisini açıklarken özdeşliğe işaret etti ve bunun içine Erdoğan’ın “menfaatlerini korumak için hukuku çiğneyerek tüm araçları kullanma kararlılığını" da koydu. Siz bu yoruma katılmıyor musunuz?
Bence insanlar bireysel ve kamusal hayatlarını ayırarak düşünüyor. Bireysel hayatında örneğin devleti ve hukuku istemiyor çünkü onları hareketlerini kısıtlayan mekanizmalar olarak algılıyor. Ama kamusal hayatta bu davranışların tersi bazı şeyler görüyorsunuz. Kendisine karışmasını istemediği devlet ve hukukun ötekileri zapt etmek için sokaktaki hayatta olmasını istiyor. Arkadaşını Kürt olarak görüyor ama sokaktaki Kürtlere PKK’lı olarak bakıyor.
Ve 100 yılda hiçbir toplumsal sorunumuz siyaset marifetiyle çözebilmiş değil. Toplumun bunun için geliştirdiği tepki bireysel hayatına o problemi taşımamak. Biz de “toplum” diye tanımladığımız insanların içerisindeyiz. Eğer bütüne baktığınızda “İçinde olduğumuz toplum çürümüş” gibi bir yargıya veya “Hep yanlış tercihlerde bulunuyorlar” diye bir kanaate vardıysak yapacağımız şey ya intihar etmektedir ya da bavulları toplayıp bu ülkeden çıkıp gitmektir. Benim buna itirazım var. Tayip Bey’e oy veren 21 milyon da, Ekmeleddin Bey’e oy veren 15 milyon da yarın sabah aynı kadere uyanacak. Yolsuzluk görüntülerinden sonra insanlar hatırladı ki hukuk diye bir şeye ihtiyaç var. Aynı şekilde CHP seçmeni bu tarafın ihtiyaçlarını gördü. Kutuplaşma olsa da bir yandan da zihni dönüşümler yaşanıyor.
- Kutuplaşmada küme değiştiren ve hedefe konulan Gülen cemaatinden Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil, seçim öncesinde Zaman gazetesine “Halk son 7-8 ayda yaşananlardan ne kadar rahatsız olduğunu gösterecek” dedi. Sonuçlar Yeşil’e ne söyledi? “Cemaat oyu” diye bir şey var mı?
Cemaat oyu diye özel bir araştırmamız yok ama gözlemlerime göre kayda değer, yani yüzde 1-2’yi geçen oranda olduğunu düşünmüyorum. Cemaat yaygın bir toplumsal desteği hedefleyerek çalışmış bir cemaat değildir. Gülen cemaatinin stratejisi Osmanlı’dan beri bildiğimiz farklı kesimlerin parlak çocuklarını almak, eğitmek ve o eğitimli çocukları karar mekanizmaları içerisinde yükselmelerini sağlamak.
- Cemaat oyu yoksa Fethullah Gülen’in 2010 referandumunu desteklemesi veya 10 Ağustos’ta Erdoğan’a oy verilmemesini istemesi yok hükmünde miydi?
Varsayılan oranda değil. Ne hükümet yolsuzluk konusunda, ne de cemaat neden operasyonla böyle bir hamle yaptıkları konusunda kamuoyunu ikna etti.
© Tüm hakları saklıdır.