Aralarında Ingeborg Bachmann/Bertelsmann Literature Prize, Marburg Literature Prize, Thomas Valentin Prize, Adelbert von Chamisso Prize ve Leipzig Book Fair Prize'ında bulunduğu pek çok önemli edebiyat ödülü alan, Almanca yazan romancı, yayıncı ve mütercim tercüman Ilija Trojanow Türkiye’yi yazdı.
Kaleme aldığı yazıda Türkiye'nin iktidarını sorgulayan Trojanow, "Turistler gelmiyor (kimine göre terör eylemlerinden dolayı; başkalarına göre neden son dönemdeki baskılar) cevapsız soruların sayısı artıyor: Türkiye nereye gidiyor?" diyor. Yazı sol bir Alman gazetesi olan 'Die Tageszeitung'de yayınlanıyor, akabinde de İsviçre’deki bir gazetede yayımlanacak.
Kasım ayı içinde İstanbul’a gelerek, Bakırköy Kadın Cezaevi önünde Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği CEO’su Alexander Skipis’in Aslı Erdoğan'la birlikte tutuklu diğer yazarlar için yaptığı eyleme katılan ve Cumhuriyet gazetesine dayanışma ziyaretinde bulunan Trojanow, tüm baskılara rağmen ifade özgürlüğünde direnen Türkiyeli insanlara da "Güçlü kal ve bir şeye ihtiyacın olursa bana haber ver" mesajını gönderdi.
Bu arada Trojanov, Aslı Erdoğan serbest kalana kadar yazarların onun yerine köşesinde yazdığı “Yazı Nöbeti” için Türkçe'ye çevrilip yayınlanması için özel bir yazı kaleme alacağını bildirdi.
Trojanov ayrıca, FilmMoor ve Uçan Süpürge’nin yürüttüğü “Aslı Erdoğan Okuyorum” kampanyasını desteklemek için “AUFRUF FÜR DIE INHAFTIERTE AUTORIN ASLI ERDOGAN” başlıklı çağrı kaleme alıp Almanca konuşan kadın ve trans-kadın yazarlara yaygınlaştırmaya başladı.
Trojanow'un, Atilla Geridönmez’in tercüme ettiği 'Türkiye 2016' başlıklı yazısı şöyle:
Tarihi işaret parmakları gibi karşı karşıya duran mabetler Aya Sofya ve Sultan Ahmet Camii’nin bulunduğu Sultan Ahmet meydanına ürkütücü bir sessizlik hakim. Kocaman meydanda çoğu Suudi Arabistan (fazla kapalı giyimli) ve Rusya‘dan (fazla açık giyimli) tek tük turistler kayboluyor. Issız dükkanların çokluğu geçmişteki iyi dönemlere işaret ediyor. Kapalıçarşıda göze çarpacak kadar çok sayıda dükkan ve atölye kapalı. Eskinin çok kültürlü semti Balat’ta Ermeni bir kuyumcu işlediği kavisli bir bıçak ağzı başında oturuyor ve Kapalıçarşıdaki dükkanının altın günlerinden söz ediyor. Birkaç ay önce ekonomik nedenlerden dolayı orayı kapatmak zorunda kalmış.
Turistler gelmiyor (kimine göre terör eylemlerinden dolayı; başkalarına göre neden son dönemdeki baskılar) cevapsız soruların sayısı artıyor: Türkiye nereye gidiyor? Kriz dönemleri, yabancılarla yapılan konuşmalarda bile lafın fazla dollandırılmamasıyla kendini belli eder. Tehlike geyik muhabbetinin ölümüdür. Böylesi durumlarda taksiciler bile tipik şoför muhabbetine fazla zaman harcamıyor. Daha ikinci trafik ışığına varıldığında yüksek benzin fiyatlarından (Almanya’dan daha yüksek), hayat pahalılığından şikayet ediyorlar.
TÜYAP kitap fuarında krizi görmek mümkün değil. Kalabalık bir kitle çok sayıda kitapevi standının önünden geçiyor. Güncel dünya edebiyatına ağırlık veren bir yayınevinin karşısında hala Marksist-Leninist kahramanları basan bir başka yayınevi. Fuarda ve kitapçılarda zorla sürgün edilen (Can Dündar) veya hapse atılan yazarların (Aslı Erdoğan) kitapları hala mevcut. „Almanya“ standı sergilediği Almanca ve Türkçe kitaplar yardımıyla geniş yelpazeli bir eleştirel tartışma platformu sunuyor. Sergilenen özellikle 'provokatif' kitaplardan bazıları (örneğin Ermeni soykırımı hakkında olanlar) gece ortadan kaybolsa da sabah yerlerine hemen yenisi konuyor. Fakat ne standa ne de halka açık tartışma toplantılarına ilgi pek iyi değil. Halbuki hem Frankfurt Kitap Fuarı ve Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği rahatsız edici ve güncel konuları gündeme almaya özen göstermişti. Ben fuarda üç tartışma etkinliğine katıldım. Her birinde çok sayıda tanınmış yerli aydınlarla birlikte gündeme dair konular hiç çekinmeden açıkca tartışıldı, fakat ne yazık ki sadece az sayıda izleyici önünde. Özgür düşüncelerin açık ve çekinmeden ortaya konulup tartışıldığı bu tip platformlar henüz fazla rağbet görmüyor. Fuar bir cam fanus gibi. Bakırköy kadın cezaevinin yüksek duvarları ve dikenli telleri başka bir gerçekliği dile getiriyor. Burada hali hazırda ülkenin herhalde en tanınmış siyasi tutuklusu Aslı Erdoğan tutulmaktadır. Cezaevinin önünde haftanın belli günlerinde bir kaç cesur aktivist özgürlük nöbeti için buluşuyor. Bu aktivistler geçen hafta bir kaç Alman yayıncı, yazar ve Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği başkanı Alexander Skipis tarafından ziyaret edilerek desteklendi. Alexander Skipis kabul edilemez koşulları açık ve söylenmesi gereken sözlerle yargıladı. Yanıma gelen bir bayan bozuk bir İnglizce ile özellikle Aslı Erdoğan’a niye bu kadar baskı uygulandığını pek de anlayamadığını Aslı’nın harika ve cesur bir yazar olduğunu ancak politik olarak daha çok naif bir kişi sayılabileceğini söylüyor. İktidarın kör bir şiddetle her tarafa saldırdığı bugünlerde kimin iktidar için gerçek bir tehdit oluşturduğu pek de tartılmıyor anlaşılan. Avukatı Erdal Doğan’ın verdiği bilgilere göre Aslı Erdoğan’ın sağlığı çok kötü durumunda. Bunun esas nedeni ise kendisine gerekli olan tıbbi desteğe yetkililerce izin verilmemesi. Cezaevindeki tutuklulular akıl almaz bir keyfiyetle haftada bir gün hastaneye götürülüyor fakat herhangi bir tedavi uygulanmadan geri götürülüyor. Aslı Erdoğan için hazırlanan iddianamede „terör örgütüne yardım“ suçundan ömür boyu hapis isteniyor. Bu devletin mükemmel bir şekilde bir çok başka muhalife karşı da savurduğu sopa. Bu hukuki maskaralığın tercümesi: Hükümetin tüm karşıları terörist olduğu için evrensel insan haklarının talep edilmesi terörizm suçu işlemek anlamına gelmektedir. Orada bulunan bir Türk gazetecinin yorumuna göre Osmanlı İmparatorluğunda bile yasaya bağlılık daha fazlaydı.
Gelinen yerde Cumhuriyet gazetesinden de bir dizi gazeteci hapishanede. Gazete binasının karşısında tam teçhizat donatılmış bir polis birliği duruyor çünkü dayanışma mitingi düzenleyen bir grup insan gelmiş. Polis sayısı kaygılı vatandaş sayısıyla eşit. Gazeteyi geçmişten beri finanse eden Cumhuriyet Vakfı başkanı Orhan Erinç konuşmasında ordunun darbe girişiminin başarıya ulaştığı, bugüne benzer kötü günlerin yaşandığı 1971 ve 1980 yıllarını hatırlatıyor. Sıkıyönetimin ilan edilmesinin ardından kitlesel tutuklamalar gerçekleştirilmiş özgür basın bastırılmıştı. Bu gelişme batı tarafından az çok tahammül edilmişti. Yaşlı bir adamın tarihsel ufku o dönem yaşananları hatırlatıyor: „1980’de 178.000 insan tutuklandı, 450 kişi işkencede öldürüldü, 50 kişi idam edildi“. Gazetenin tanınmış yazarlarından ve Türkiye PEN başkanı Zeynep Oral „ Hapiste yatan meslektaşlarımızın çalışmalarını elimizden geldiğince sürdürmeye, ileri taşımaya çalışacağız.“ diyor. Oral ve Erinç yurtdışından ne tür bir yardım dilediklerine dair soruya pek rağbet etmiyor : „tek istediğimiz rahat bırakılmamız, işimizi sürdürebilmemizdir.“
İstanbul bayraklarla donatılmış durumda. Merkezi meydanlara Kemal Atatürk’ün 'hakimiyet milletindir' sözü şaşaalı bir şekilde asılmış durumda. Daha serbest bir çeviriyle : egemenlik kayıtsız şartsız milletindir“. Bu söz salt demagojiden ibaret değil. Türkiye, 1950’de Kemalist diktatörlüğün sona ermesinden bu yana düzenli seçimlerin yapıldığı, birbiriyle rekabet eden farklı partilerin olduğu ve farklı hükümetlerin kurulduğu bir devlet. Tabi daha önce değinilen darbe dönemleri hariç. Bu örneğin Avrupa’nın güneyi için hiç de doğal bir durum değil, mesela İspanya, Portegiz veya Yunanistan ile kıyaslandığında. Erdoğan gerçekten demokratik kurum ve gelenekleri yok edecek olursa, bu tarihsel bir kırılma anlamına gelir. Konuştuğum insanların çoğu baskılara nasıl tepki vermeleri gerektiği konusunda kararsız. Ankara’da görüştüğüm bir profesör bayan özellikle genç kuşağın kendi özeline kapandığını söylüyor. Bir nevi kendi içine göç hali.
Kuşkusuz bir çok insan kokutulmuş durumda. Özellikle 2013/14’de gerçekleşen kitle gösterilerine polisin fütursuz şiddetle müdahale etmesi bunun başlıca nedenlerinden biri. Muhalif aydınlar giderek marjinalleşen bir azınlığı oluştursa da, İstanbul ve Ankara’da o dönemki protesto gösterilerinin çok farklı kesimden insanı çektiğini unutmamak gerek. Ankara’da yaşayan şair Achim Wagner pencerelerde tencere tava çalan nenelerden sokaktaki öğrencilere kadar geniş bir yelpazeden bahsediyor. Ancak yoğun biber gazı saldırısı son verebilmiş bu duruma.
Ankara’ya gelen ziyaretçi keskinleşen güncel gerilimlerin çok farkına varamıyor. Selofanla kaplanmış AVM’ler tüketim parlaklığıyla parıldıyor. Çankaya tepesinde anıtsal başkanlık sarayı taht kurmuş. Başkentin yeşil akciğerinin tam ortasında , otokratik iktidarın devamlılığını ifade edercesine devlet kurucusu Kemal Atatürk’ün anıtı yaşayan başkan’ın anıtının yanında duruyor, bir zamanlar mülksüzleştirilmiş bir Ermeni’ye ait bir arazi üzerinde. Sarayın karmakarışık mimarisinin selçuklu olduğu iddia edilse de aslında tamamen uyduruk ve böylelikle Atatürk tarafından tasarımlanmış ve son zamanda yineden agresif bir şekilde propaganda edilen Türkiye’nin milliyetçi mitosunu temsil ediyor. Tayyip Erdoğan’ın özlemle geri dönmek istediği o dönemde sultanlar kendilerini 'yeryüzünde Allah’ın gölgesi' olarak kutsatıyordu. Almanca’da çifte anlam yüklü bu sözde: Tanrı hükümdar şekline büründüğünde sadece kendisinin gölgesidir.
Ilija Trojanow kimdir?
Ilija Trojanow, 1965’te Bulgaristan’da doğdu. 1971’de anne ve babasıyla beraber Yugoslavya ve İtalya üzerinden Almanya’ya kaçtı ve siyasi sığınmacı olarak kabul edildi.
Ailesi bir yıl sonra Kenya’ya yerleşti. Almanya’da geçirdiği 1977-1981 yılları hariç olmak üzere, Trojanow 1972-1984 yılları arasında ailesiyle birlikte burada Nairobi’de yaşadı. 1984-1989 arasında Münih’te hukuk ve etnoloji öğrenimi gördü; fakat öğrenimini yarıda bıraktı.
1989’da ağırlıklı olarak Afrika edebiyatı yayımlayan Marino Verlag’ı kurdu. Trojanow 90’lı yıllar boyunca Afrika’yı dolaştı. 1999’da ise Bombay’a yerleşti.
2003-2007 yılları arasında Capetown’da yaşadı. 2002’den bu yana Almanya PEN Merkezi üyesi olan Trojanow, bugün Viyana’da yaşıyor.