Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin BM Sözleşmesi, 28 Temmuz 1951'de Cenevre'de düzenlenen özel konferansta kararlaştırılarak 1964 yılında yürürlüğe girdi. Mülteciler Sözleşmesi, 1967 yılında yürürlüğe giren Mültecilerin Statüsüne Dair Protokol ile tamamlandı. İltica ve insan hakları uzmanı Dr.Hendrik Cremer, Deutsche Welle'nin sorularını yanıtladı.
DW: 1951 yılına ait Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin BM Sözleşmesinin günümüzde taşıdığı anlam nedir?
Dr.Hendrik Cremer: Cenevre Sözleşmesi o dönem olduğu gibi bugün de çok büyük önem taşıyor. Uluslararası mülteciler hukukunun ve aynı zamanda Avrupa iltica hukukunun temelini oluşturuyor.
DW: Cenevre Sözleşmesine göre mülteciler ne gibi haklara sahip? Sözleşmenin en önemli ilkeleri neler?
Dr.Hendrik Cremer: En önemli ilke, sınırdan geri çevirme yasağı ve insanları takibat altında olacakları, yaşamlarının tehlikede olacağı ülkelere sınır dışı etme yasağı. Bir diğer önemli ilke, koruma ve iltica arayan, takibat tehdidi altındaki kişilerin yaptırımlara maruz bırakılmaması. Bu kişiler büyük çoğunlukla yasadışı yollardan ülkeye giriş yapmak durumunda ve sözleşme bu nedenden ötürü haklarında yasal işlem yapılamayacağını söylüyor. Tabii önemli pek çok başka madde de var.
DW: 1951 yılında Mülteciler Sözleşmesi sadece İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupalı mülteciler için geçerliydi. Ardından 1967 yılındaki ek protokolle hem zaman hem coğrafi açıdan kapsamı genişletildi. Günümüzde mülteciler sözleşmesi kimler için geçerli?
Dr.Hendrik Cremer: Daha Birinci Dünya Savaşı sonrasında mültecilere yönelik korumayı yerleştirmek üzere planlar vardı. Ve bu adımlar İkinci Dünya Savaşı sonrasında atılmış oldu. Başlangıçta mültecilere yönelik koruma hep zaman ve coğrafya sınırına tabiydi. Yani sadece belirli olaylar sonrasında mülteci konumuna düşmüş belirli mülteciler için geçerliydi. Cenevre Sözleşmesi'nde de koruma konusu zaman ve coğrafya sınırına tabi. Ancak 1967'deki ek protokolle sınır kaldırıldı. Yani bu tarihten itibaren sözleşme tüm mülteciler için geçerli. Ülkelerinden ne zaman, hangi nedenle kaçmış olurlarsa olsunlar. Sözleşme ile doğan haklar tüm mülteciler için geçerli.
DW: Şimdiye kadar Sözleşme ya da protokole taraf olan kaç ülke var? Ülkeleri sözleşme ya da protokolü imzalamamış kişilerin durumu nedir?
Dr.Hendrik Cremer: Sözleşme ya da protokole taraf 149 ülke var. Yani ülkelerin büyük çoğunluğu. AB'ye üye ülkelerin hepsinin Cenevre Sözleşmesi'nde imzaları var ve bu sözleşme Avrupa iltica hukukunun temelini oluşturuyor. AB Temel Haklar Şartı'nın 18'inci maddesi, Cenevre Mülteciler Sözleşmesi uyarınca iltica hakkı tanıyor. Ancak sözleşme ya da protokolü imzalamamış ülkeler için de yükümlülükler mevcut. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile uyum içinde sınır dışı yasağı, uluslararası gelenek hukuku kapsamında değerlendirilir ve yazılı olmayan hukukun parçasıdır. Yani bu ülkeler de insanları takibat altında olacakları bir ülkeye gönderemez, sınır dışı edemez.
Bunların dışında devletler açısından bağlayıcılığı olan, insan hakları ile ilgili başka düzenlemeler de var: Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile İşkencenin Önlenmesine Dair BM Sözleşmesi. Yani ağır insan hakları ihlalleri tehdidi altındaki insanları da sınır dışı edemezsiniz.
DW: Türkiye Cenevre Sözleşmesini imzalamış olmasına rağmen 'coğrafi çekince' koydu. Bu somut olarak ne anlama geliyor?
Dr.Hendrik Cremer:Türkiye Mülteciler Sözleşmesi'ni sadece Avrupa'dan gelen mülteciler için tanıyor. Yani Suriye, Irak, Afganistan, Eritre gibi diğer ülkelerden gelenler için geçerli değil. Bunun sonucunda Türk hukuk sisteminde Avrupalı olmayan mültecilere mülteci statüsü tanınmıyor. Sınır dışına karşı yasada zayıf bir koruma söz konusu.
DW: AB ile Türkiye arasında mart ayında varılan mülteci mutabakatı insan hakları savunucuları tarafından niçin bu kadar sert bir şekilde eleştiriliyor?
Dr.Hendrik Cremer: Mülteci mutabakatı insan hakları açısından baktığınızda sürdürülebilir değil. Bu mutabakatın eleştirilmesinin bir dizi nedeni var. Özellikle de mutabakatın şu anki uygulamasına bakıldığında insan haklarının ihlal edildiği açıkça görülüyor. Ülkelerinden kaçmış, Türkiye'den Yunan adalarına gelmiş ve ilk kez Avrupa topraklarına ayak basmış insanlar, doğrudan gözaltına alınıyor. İnsan hakları kuruluşları haklı olarak bu uygulamayı eleştiriyor. Sınır Tanımayan Doktorlar gibi yardım kuruluşları Yunan adalarındaki çalışmalarını bu yüzden durdurdu. Buralardaki koşullar genel olarak felaket durumda.
Bir başka nokta, Türkiye'deki kabul koşullarının çok büyük eksiklikler içermesi. Bu eksiklikler Türk göç araştırmacıları tarafından da belgeleniyor. Ayrıca insanların Türkiye'den başka yerlere, örneğin Suriye'ye ya da Afganistan’a sınır dışı edilmesi tehlikesi var. Cenevre Mülteciler Sözleşmesi ise zincirleme sınır dışıları yasaklıyor. Bu nedenle Yunanistan'daki mültecilerin Türkiye'ye sınır dışı edilmesine aslında izin verilemez.
DW: Almanya ve Avrupa'nın rolü nedir ve insan haklarının genel olarak zayıfladığı görüşüne katılıyor musunuz?
Dr.Hendrik Cremer: Avrupa içinde kendini Cenevre Sözleşmesi'ne ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne bağlı hissetmeyen bazı ülkeler var. Bu şekilde Balkan rotasının kapatılması sırasında bazı Avrupa ülkeleri de sınırlarını kapattı. Bazı ülkeler milliyetçi, hatta çok bencil nedenlerden dolayı mültecileri kabul etmeye temelden karşı çıkıyor. Avrupa içinde üye ülkeler arasında dayanışma konusunda eksiklik var ve AB insan hakları konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Avrupa insan hakları alanında inanılırlığını tehlikeye atıyor.
Türkiye ile varılan mutabakat da Avrupa'nın giderek bu sorumluluğu üstünden atma yoluna gittiğini açıkça ortaya koyuyor. Sorumluluk hem de zaten dünyada en fazla mülteciyi kabul etmiş olan Türkiye'ye atılmak isteniyor. Hâlbuki Avrupa'nın kapısının önünde savaşlar yaşanırken çok sayıda insanın Avrupa'ya da kaçacağı açık. Avrupa bu konuda sınavdan geçiyor, ama zorluklarla başa çıkamıyor.
DW: Cenevre Mülteciler Sözleşmesi hala çağımız koşullarına uygun mu, yoksa mevcut koşullara uydurulması gerekir mi?
Dr.Hendrik Cremer: Ben Sözleşme'nin kesinlikle çağımıza uygun olduğunu düşünüyorum. Mültecilerin korunması, haklarının güvenceye alınması için gerekliliğini koruyor. Mültecilerin ve göçün durumu değişmiş olsa da Sözleşme hala çok büyük önem taşıyor.
Tabii ki sözleşmenin yeterli koruma sağlayıp sağlamadığı sorusu sorulabilir. Örneğin iklim değişikliği nedeniyle, asgari varlık temelleri ellerinden alındığı için kaçan insanların sayısının giderek artması önemli bir nokta. Bu, Cenevre Sözleşmesi kapsamında değil. Ülke içinde mülteci konumuna düşen kişilerin korunması konusu da var. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği artık ülke içindeki mülteciler konusunda da görev yapmasına rağmen sözleşmede iyileştirmelere gidilebilir.
Dr.Hendrik Cremer 2007 yılından bu yana Berlin'deki Alman İnsan Hakları Enstitüsü'nde görev yapıyor. Avrupa İnsan Hakları Politikaları bölümünde bilimsel çalışmalar yapan Cremer'in uzmanlık alanını iltica, göç, ırkçılık ve çocuk hakları oluşturuyor.