Gündem

'Bizim siyasetteki baasçı rejim güçlü olmasa Erdoğan'a kalpak giydirebilirler miydi?'

'Bizim siyasetteki İttihatçı -ya da Baasçı- damar epeyce güçlüdür. Öyle olmasaydı, Tayyip Erdoğan’a da kalpak giydirebilirler miydi?..'

01 Eylül 2012 13:54

Hasan Cemal

(Milliyet, 1 Eylül 2012)

 

Enver’in bıyığından Tayyip Erdoğan’ın kalpağına kadar uzanabilen Baasçılık...

 

Ben de ‘Baasçı’ydım bir zamanlar.  Bilmiyordum ama öyleydim.
Baasçılığın da, Osmanlı’da Enver’in bıyığından Kemalistlerin ya da bugünlerin ‘kalpağı’na kadar uzanan İttihatçılık gibi bir hayalet olduğunu hayatın içinde öğrenecektim.
İttihatçı dedem Cemal Paşa’nın ruhu beni uzun yıllar rahatsız etmişti.
O yıllarda ‘cahil halk’a demokrasiyi çok görür, askerle bir olup darbe yapmanın gönüllü tezgahtarlığına soyunur ve çok partili rejime ‘asker freni’ni savunurdum.
Yıllarım böyle geçti.
İttihatçılık güçlü bir damardır.
Osmanlı’dan başlayıp Cumhuriyet’in kuruluşundan bugünlere kadar uzanan dirençli bir devamlılığa sahiptir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda padişah deviren Enver-Talât-Cemal üçlüsü Arap ülkelerine de esin kaynağı olmuştur.
Mısır’da Cemal Abdülnasır’ın Cemal’i, Enver Sedat’ın Enver’i ve kral deviren Arap milliyetçisi Nasır hareketi de bizim İttihatçılık’tan esinlenmiştir.
Irak’ta Saddam’ın, Suriye’de Esad’ın bugünlere kadar uzanan zalim darbe düzenleri, yani Baasçılığı da özünde İttihatçılık’tır.
Irak’ta Saddam’ın Baasçılığı örneğin Kürtlere zulmetmiştir. Bizim Ankara’daki Baasçılar da, -İttihatçılar, Kemalistler de diyebilirsiniz onlara- bir yandan bizim Kürtleri yok sayarken, Saddam’la bir olup onları ezmenin yollarında yürümekten hoşlanmışlardır.
Hatta bizim Baasçılar, Saddam’ın son döneminde bile hâlâ bir konjonktür değişikliği hayal edip, Kuzey Irak’taki Kürt yönetiminin Bağdat’la birlikte nasıl ezilebileceğine dair düşünce egzersizleri yapmışlardır Ankara’da, devletin kuytuluklarında...
Bizim Baasçılar, Miloşeviç’i de sevmişlerdi. Miloşeviç, Bosna’da Müslümanları katlederken, Mladiç’ler, Karadziç’ler Sreprenizsa’da soykırım suçu işlerken bazı siyasetçileri, diplomatları, hatta  gazetecileriyle Belgrad’ın yollarında arada bir arzı endam eylemişlerdi.
Gerekçeleri de pek güzeldi:
Aliya İzzetbegoviç Bosna’ya ‘Suudi parası’yla İslami düzen getirmeye hazırlanıyordu.
Miloşeviç’e karşı Müslüman Boşnakların safında İslam dünyasından simsiyah sakallarıyla ‘İslamcı mücahitler’in savaştıkları ne kadar doğruysa, 1992’de, 1995’te savaş zamanı Saraybosna’da tanıdığım İzzetbegoviç’in ülkesine İslami düzen getireceği o kadar palavraydı.
Bizim Baasçılar, Arap baharı’na da daha çok irtica penceresinden baktılar. Bu yüzden, Şam’daki Beşar Esad’ın Baasçı rejimini bile kollamak istediler.
Bugün bile Şam’daki zalim düzenin devamını isterler, çünkü Baas diktası giderse, yerine radikal İslamcı bir düzen geleceğine ve Kürtlerin de bağımsızlık yolunda mesafe alarak bizim Kürtlere kötü emsal olacaklarına inanırlar.
Bizim Baasçılar böyledir.
‘Tek tipci’dirler.
Farklılığı, çoğulculuğu sevmezler.
Torna tezgahından çıkma bir toplum düzeni olsun isterler.
Kürt, Kürdistan sözcüğünden rahatsız olurlar. Alevilik canlarını sıkar. Ermeni deyince tüyleri diken diken olur. 
İttihatçılar’dan Cumhuriyet döneminin ‘milliyetçi Kemalistleri’ne kadar bizim Baasçılarımız böyledir.
Yazımın başında belirttiğim gibi, bizim Baasçılarımız aslen İttihatçı’dır. Hem devlette ve asker-sivil bürokraside, hem CHP’de, hem de MHP’de mebzul miktarda mevcutturlar.
Peki ya Ak Parti’de?
‘Bizim Baasçılar’ elbette Ak Parti’de de etkin biçimde konuşlanmışlardır.
Kürt deyince, Alevi deyince, Ermeni deyince, her seferinde vücut kimyalarının bozulmasından apaçık anlaşılıyor iktidar partisinin içindeki nüfuzları...
Uzun lafın kısası:
Bizim siyasetteki İttihatçı -ya da Baasçı- damar epeyce güçlüdür. Öyle olmasaydı, Tayyip Erdoğan’a da kalpak giydirebilirler miydi?..