17 Ocak 2022 09:19
T24 Haber Merkezi
Birleştirilmiş Gezi davasının ikinci duruşmasında 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan iş insanı Osman Kavala’nın tutukluğunun devamına ve duruşmanın 21 Şubat 2022 günü görülmesine karar verildi. Karar oy çokluğuyla alındı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM’in tahliye kararına rağmen önceki duruşmada Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verilmesinin ardından ihlal prosedürü başlatmış, Türkiye’nin cevap vermesi için 19 Ocak’a kadar süre vermişti.
Birleştirilmiş Gezi davasının üçüncü duruşması bugün görüldü.Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisi hakkında "Soros artığı" ifadesini kullanmasının ardından duruşmalara katılmayacağını duyuran Osman Kavala bugünkü duruşmaya da katılmadı. Osman Kavala'nın tutukluğuna devam kararı verilirken, heyet, davadan bağışık tutulmak isteyen sanıkların bu taleplerinin kabul edilmesine, Gezi davasından yurtdışına çıkış yasağı bulunan sanıklar hakkında bu uygulamanın devamına hükmetti.
Karar şerh koyan hakim karşı oy gerekçesinde "Sanığın savunmasının alınmış olması, delillerin toplanmış olması, dosya kapsamı, delil durumu, dosyanın geldiği aşama, bu aşamadan sonra sanığın delil karartma ihtimalinin olmaması, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, tutukluluğun bir tedbir oluşu, tutuklulukta istenilen amaca 5271 sayılı CMK’nın 109. maddesinde belirlenen adli kontrol tedbirlerinden bir veya birkaçının uygulanmasıyla ulaşılabileceği değerlendirilerek sanığın durumuna göre ölçülü olmayan tutukluğunun devamı yönündeki çoğunluğun görüşüne katılmayarak, sanığa uygulanacak ölçülü bir veya birkaç adli kontrol tedbiriyle tahliyesi görüşü kanaatindeyim." ifadesini kullandı.
Dava öncesi adliye önünde yapılan açıklamada, “Gezi direnişinin anayasal bir zeminde gerçekleştiği yargı kararıyla iki kez tescil edilmesine rağmen hukuka ve geleceğe aykırı, tümüyle mesnetsiz iddialarla yeniden yargılanmak isteniyor. Toplumsal muhalefetin en temel hak ve talepleri suç unsuru gibi gösterilmek, barışçıl direnişin, tarihsel ve meşru gerçekliği ısrarla çarpıtılmak isteniyor. 9 yıl 3 yıl onlarca duruşmada söylediğimizi yeniden söylüyoruz; Gezi’yi kirletemezsiniz.” denildi.
Duruşmada Gezi davası sanıklarından Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Mine Özerden ve Yiğit Ali Ekmekçi ile bir kısım Çarşı davası sanığı hazır bulundu. Duruşmada CHP Milletvekilleri Özgür Özel, Sezgin Tanrıkulu, Ali Şeker, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile Prof. Dr. Ayşe Buğra izleyici olarak yer aldı. Ayrıca Fransa, İtalya ve Belçika Başkonsolosu, Avrupa Birliği Elçi müsteşarı ABD ve Norveç konsolosluk temsilcilikleri, Hollanda'dan bir milletvekili ve İsveç Konsolosu da duruşmayı takip etti.
İlk sözü alan Can Atalay, “Bu savunma değildir. Size 'Gezi'yi anlatacağız' demiştik. Çok şey konuşuluyor ama Gezi direnişi konuşulmuyor. Bu yargılama bir çete faaliyetinin ürünüdür; karşımıza yamalı bir yalan bohçasıdır. Bu dava Gezi Direnişimizi anlamama, anlamamazlıktan gelme hali. İddianameniz, Türkiye tarihinin en önemli toplumsal olaylarından biri olan Gezi Direnişimizi onca yıldır karalamaya çalışan siyasi iktidarın tarih tezidir; hukuki değil siyasi bir metindir.” dedi.
Atalay şöyle devam etti:
“Savcılığın temsil ettiği güçleri su gibi beyaz olan duru olan Gezi direnişimizi tarih karşısında karalamaya çalışıyor. Ve her gün siyasi iktidarın bu ülkede sıradan insanlara salladığı parmağın aynısını yapıyor savcılık.
Bu eklektik tarih tezi Gezi Direnişimizi hiçbir dayanak ve ötesi delil olmaksızın bir uluslarası komplo olarak niteleme aczine düşmüştür; çaresizdir ve başarısız kalmaya mahkumdur.
Savcılık makamı değil, onun temsil ettiği güçler bize "Teslim olun" diyor. Asıl siz teslim olun. Biz teslim olmayacağız.
Gezi direnişinin gücü karşısında çaresiz kalan Adalet Kalkınma Partisi seçkinleri ve Fethullahçı çete, ve onların koalisyonu onu nasıl karalayacaklarını bilememişler anlaşılan. Çaresizlik nelere kadir; en sonunda milyonlarca yurttaşın kendi kaderine sahip çıkma iradesini hiçe sayarak Gezi’yi uluslararası bir komplo olarak tasvir etmeyi deneyecek kadar düşkünleşilmiştir.
Gezi direnişinin tek bir kör kuruş ile ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Gezi Direnişi’nde sokaklarda anayasal demokratik haklarını kullanan milyonlarca insanı fon kullanımı ile suçlamak hiçbir kişinin ya da kurumun haddi değildir. Biz yahut tek bir Gezici bir tek kör kuruş ile dahi ilişkilendirilemezken bu iddianameyi yazan Savcının meslek içi eğitim seminerleri Avrupa Birliği tarafından fonlanmaktadır.
Haklar ve özgürlüklerle ilgili maddelere dair tek bir söz söylemeden, yurttaşların bu hakkı kullanımına ilişkin maddelere ilişkin söz söylemeden hangi anayasal düzenden bahsediyorsunuz?
Biz kimsenin tebaası değiliz. Biz kimsenin iki dudağının arasındaki söze bakan yurttaşlar olmayacağız. Siyasal iktidar, bu anayasal görevlerini yerine getirmemiş tam aksine yurttaşların sadece yükümlülüklerinden söz edilen ama hakları tasfiye edilen bir cendereye sıkıştırmaya çalışmıştır.
Kadın kurtuluş hareketini bu denli güçlü kılan biraz da siyasi iktidarın –o tarih itibari ile- 11 yıllık performansı değil midir? O gün kadınlar “benim bedenim benim kararım” sloganı ile sokaklara, caddelere meydanlara sığmıyordu… LGBTİ bireylerin gün be gün çoğalarak hakikatlerini görmek istemeyenin gözüne, işitmek istemeyenin kulağına ulaştıran Onur Yürüyüşleri'ni yasaklanmasını konuşmadan Gezi direnişi konuşabilir miyiz?
İstiklal Caddesi’nden hınca hınç dolduran internet yasaklarına karşı itiraz, hayvan haklarına sahip çıkmak için onbinler olup sokağa çıkanlar, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma gününü 1 Mayıs alanı Taksim’de kutlamak için akan milyonları, sınav sorularını çalan Fethullahçıların suçüstü yakalanmalarına karşın onları savunan dönemin Başbakanı Erdoğan’a itiraz eden milyonlarca öğrenciyi, Emek Sineması’nın yıkımına itirazın mekanda süren sınıf mücadelesinin en yüksek kürsüsüne dönüştüren direnci unutarak Gezi direnişinden bahsetmeyeceğiz.
Adalet ve Kalkınma Partisi tipi dini siyasete alet eden kapkaççı, ahbap çavuş kapitalizmine karşı tüm yurttaşlar haklarına sahip çıktı, itiraz etti ve tüm bu itirazlar Taksim Gezisi vesilesi ile yan yana, omuz omuza geldi.
Görünür olmak isteyen, sözünü söylemek isteyen Taksim Cumhuriyet ve Emek Meydanı'na çıkar sözünü söyler. Siyasi iktidar, bu meydanı kendi kamu yararına aykırı kamusal tahayyülüne uygun “tasarlamaya” çalıştığı için itiraz buradan doğuştur.
İddianamenizin sahibi siyasi iktidar, 1969 16 Şubat’ında önce ABD Donanması’nın 6.Filosunu kıble alıp namaz kılan daha sonra ise emperyalizme ve sömürüye karşı yürüyen yüzbinlere yine polis destekli saldırıp iki sosyalist işçiyi öldürenlerin geleneğinin takipçisidir. Tüm hak mücadelelerinin, toplumsal-politik eylem ve etkinliklerin en önemli mekanını halka kapatmaya çalıştı.
Savcı şunu sormalıdır: Taksim Meydanı kime söz verildi de bu kadar hırçınlaşıldı, Türkiye bu kadar gereksiz bir sınava sokuldu? Recep Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu bir ve beraberken olan Cevizli Tekel dayanışması bizimdir. Bir ağaca sarıldığı için dövülen gencin neden milyonları bir araya getirdiğini anlayamazsınız. Türkiye'nin her yerinde insanlar buna itiraz ediyor. Bunların tümüne aykırı olarak parka bir gece vakti çökülmesine de itiraz etmiştir.
Taksim Dayanışması adına söz alan sanıklar hem Gezi’nin akla ziyan komplo teorileri ile organize edilebilir bir toplumsal hareket olmadığını hem de kimsenin bunu finanse etme haddinin olmadığını açıkladılar. Savcılık bu iddiada ısrar edecekse kanıtlamak zorunda.
Barışçıl gösterilerle hükümeti protesto etmek, kent hakkını savunmak, şiddetsiz eylem ya da sivil itaatsizlik gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs suçunu oluşturur mu? İddianame oluşturur, diyor. Ama bunu yaparken uygarlık tarihini, demokrasi tarihini, toplumsal mücadeleler tarihini tamamen devreden çıkarıyor. Kendi kendine birtakım varsayımlarla yurttaşların en temel hak arama özgürlüklerine ipotek koymak istiyor.
Amerikalı düşünür Thoreau’yu, sivil itaatsizlik kavramın çıkış noktasının Thoreau’nun köle kullanan bir yönetime vergi ödemeyi reddetmesi olduğu, bu nedenle cezaevine girdiğini hatırlamanız gerekir Bunu daha çok özgür Amerikalı’nın yapması halinde köleliğin kaldırılabileceğini söylüyordu. Nerede burada suç?
Modern Hindistan’ın kurucusu Gandhi’yi ve onun Hint halkıyla birlikte şiddet içermeyen mücadelesini, o mücadeleyle Hindistan’ın bağımsızlığını kazandığını hatırlaması gerekir savcı beyin.
Polis şiddetine karşı insanların sokağa dökülmesinden suç çıkaracaksanız, o zaman Martin Luther King’i, ırkçılığa karşı siyahların beyazlarla eşit haklara sahip olduğunu savunan ve bu hakkı şiddetsiz eylemlerle kazanan Amerikan yurttaş hareketini hatırlamak zorundasınız
Tabii o zaman ırkçı yasayı çiğneyerek, otobüste yerini bir beyaza vermeyi reddeden ve bu yüzden hapse atılan Rosa Parks’ı anımsamalısınız. bu yargılama kendisini beyaz adamın yanında konumlamaktadır. Biz Rosa Parks'ın yanındayız. Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki ırkçı yönetime, Apartheid’a karşı mücadele veren Nelson Mandela’yı, o mücadelenin sonunda elde ettiklerini ve tüm Dünya’nın kendisine duyduğu saygıyı hatırlamalısınız. Çevreye yönelik müdahalelere, başta tüm Dünya’nın geleceğini ilgilendiren nükleer santrallere karşı oluşmuş toplumsal hareketleri görmezden gelerek protestoyu suç gibi gösteremezsiniz. 70’lerden gelen o mücadele bugün Sinop ve Mersin’de gördüğünüz mücadeledir.
Arjantinli kayıp annelerinin Majo Meydanı eylemlerinden burada Cumartesi Annelerine uzanan çizgiyi tartışmadan, “kaos yaratma amaçlı eylemler” şeklinde cümleler kuramazsınız. Bergamalı köylülerin,dayak yemeyi, hapsedilmeyi göze alarak, siyanürle altın elde edilmesine karşı verdiği şiddetsiz mücadeleyi hatırlamak zorundasınız. Yoksa, sivil itaatsizlik 2013’te OTPOR tarafından Türkiye’ye getirildi gibi deli zırvası şeylerle meşgul olursunuz.
Bergama’da başlayan mücadelenin Artvin’e, Çanakkale’ye, Munzur’a uzandığına anımsamazsanız, itiraz etmenin demokrasinin bir hak kadar ödev olduğunu da anlamazsınız.
Bir savcının görevi demokratik bir toplumsal hareketi değersizleştirmek, aradan dokuz yıllık bir süre geçtikten sonra ona yeni bir hikâye uydurarak yurttaşlara parmak salamak olmaz.
Hiçbir şey söylemesek, hiç savunma yapmasak bile kolektif hafızamız, sadece en bilinenlerini andığım isimleri bize hatırlatır ve bu yersiz çabayı boşa çıkarır. Başta da söyledim bu yamalı yalan bohçası, siyasi tarih tezi başarısız kalmaya mahkûmdur.
İddianame binlerce kafa travması, 50'nin üzerinde göz kaybı olmak üzere; İstanbul Başsavcılığının önündeki hâlâ takipsizlik kararı taraflarına tebliğ edilmeyen 5 binden fazla etkili eylem soruşturmasının hâlâ açık olmasından ve hiçbir şey yapılmamasından söz etmiyor.
İddianamede 2013 Aralık ayında İstanbul Kent Mitingi yapılması suçlulaştırılmaya çalışılıyor, ancak o gün Kadıköy’de akla ziyan yoğunlukta gaz kullanımı ile öldürülen Elif Çermik ablamızdan bahsedilmiyor. İddianame 10 Eylül 2013'ten bahsediyor ama Ahmet Atakan'dan bahsemiyor.
İddianame Eskişehir’in bir ara sokağında dövesiye öldürülen Ali İsmail’i düşlerimizden çıkarmaya çalışıyor ama Mevlüt Saldoğan isimli katili Gezi davasının zarar göreni, müştekisi olarak yutturmaya çalışıyor. İddianame Berkin’in cenazesi ile ilgili bölümlerle dolu, ama bir çocuğun öldürülmesinin sorumlularının sistematik olarak kayırılmasından ve daha da acısı o çocuğun annesinin inancı gerekçesi ile miting meydanlarında yuhalatılması rezilliğinden bahsetmiyor. Ethem Sarısülük'ten bahsetmeden Gezi direnişini anamazsınız.
İddianame; bin dereden su getiriyor ama 3 Haziran’da Türkiye’nin iki ucunda ölen iki kardeşimizi, Mehmet Ayvalıtaş’ı ve Abdullah Cömert’i unutturmak istiyor. İddianame 28 Haziran tarihli basın açıklamasından söz ediyor ancak yıllar sonra Fırat’ın öte yakasındaki bir acıyı yüzbinlerce insanın sokakta sahiplenmesinden; Medeni Yıldırım’dan söz etmiyor.
Biz tutuklu değiliz, bu dosyanın bir tutuklusu var. Artık sabrın sonu selamet değil. Bu dosyanın tutuklusuyla ilgili olarak siyasi iktidar düzenli olarak miting meydanlarından, Meclis grup toplantılarından dış güçlere parmak sallıyor.
Taksim Gezisi’nde bir anda beliren o pankartta yazdığı gibi: mahalleme, meydanıma, ağacıma, suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, bedenime, benim bir insan olarak kaderime dokunma. Ben sıradan bir yurttaş olarak kendi kaderimi kendim tayin etmek istiyorum. Olmadık sözlerle düşmanlaştırılmak istemiyorum. Haklardan bahsetmeden yükümlülüklerden bahseden hukuk düzenine itiraz ediyorum.
Emeği ile geçinen yurttaşlar hangi dili konuşuyor olsalar da, hangi inancı yaşıyor olsalar da, hangi görüşten olsalar da bu kadar kardeşleştiği başka bir pratik yaşamadık. Gezi’nin bu kadar güzel anımsanmasının ve geleceğimizle ilgili anımsanması bu yüzdendir.
Gezi, insanın kendi kaderini eline alma iradesi, kararlılığıdır. Gezi, bu memleketin, bu toprakların, Orta Doğu'nun karanlıktan çıkacağının somut işaretidir.
Gezi, eşitlik, özgürlük ve adalet imkanıdır, umududur. Biz haklıyız, biz kazanacağız. Hep birlikte mücadele edecek, hep birlikte kazanacağız."
"İstanbul'un mahvına neden olacak her projeye karşı olmaya devam edeceğiz"
Can Atalay’ın ardından söz alan Tayfun Kahraman, "Yarın yine siyaseten ortaya çıkacak olan, İstanbul'un mahvına neden olacak ya da Taksim Meydanı gibi yegane mekanı halkın elinden alacak her projeye karşı olmaya devam edeceğiz. O gün ağaçlara ve alana yönelik müdahaleyle birlikte gördüğümüz polis şiddetidir bu olayların nedeni.” diye konuştu.
Kahraman şunları kaydetti:
“O gün sokağa çıkan toplumun vicdanı oldu. Bu ülkenin gençlerinin parkına, ağacına, kuşa sahip çıkmasıydı. Ben o gün gördüğüm şiddeti hayatımın başka yerinde yaşamadım. Hiçbir güç, para, otorite 80 ilde insanların sokağa çıkıp insanların haklı haykırışlarını söylemesini organize edemez. Gezi direnişi sadece bizler değiliz, milyonlardır.
Siyasi iktidarın kışkırtıcı diliyle beraber tansiyonun yükselmesiyle kendiliğinden başlayan hareketin organize olduğunu söyleyemezsiniz. Protestonun merkezine yerleşen sadece anayasal hak talepleridir.
Polis şiddeti ile arkasında birikmiş itirazlarıyla birlikte insanların sokağa çıkmasıdır. Burada tarih yeniden yazılmaya çalışılıyor, ama biz anlatmaya devam edeceğiz. Gezi'nin yüzü aydınlıktır, karartamazsınız.
Taksim Dayanışması olarak bu sürecin ilerlemesiyle birlikte sadece Gezi Parkı ile değil, buradaki insanların haklı taleplerini dile getiren bir işlev de üstlendik. Hükümetle yapılan toplantılarda da basın açıklamalarında da bunları ifade ettik. Bu nedenle hükümeti devirmeye teşebbüs ya da benzeri suç unsuru çıkarmak mümkün değildir.
Taksim Dayanışması bileşenlerinin tek gündemi demokratik hak taleplerinin takipçisi olmak olmuştur. Gezi Parkı'nı savunmak üzere bir araya gelen insanların başkaca niyetleri bulunmamaktadır.
Dayanışmanın sekreteryasını yürüten meslek odasının başkanı olarak, akademisyen ve yurttaş olarak ben de Gezi Parkı'ndaydım ve savunmaya devam edeceğim. Bu alanın kullanıcılarından alınmasına karşı mücadelemizi sürdüreceğiz.
Bizler İstanbul'un yanında olmaya devam edeceğiz, buradan suç çıkartmak mümkün değildir. Bu sürecin Gezi'nin aslında hak olduğunun, yargılanmak istenenin bu hakkın kullanılması olduğunun altını yeniden çizmek isterim."
Mücella Yapıcı, “2015'ten beri yargılanıyoruz, saçma sapan iddianameler var mahkemeler değişiyor, heyetler değişiyor. Şöyle bir kanıya vardım: Sanki sizlerle birlikte sahneye konmuş, sonu beli bir oyunun figüranları gibiyiz. Sizin meslek alanınızda yanlış uygulama varsa idareleri uyarmakla yükümlüsünüz der anayasa. Biz mesleki görevimize, kurumsal görevimize uygun davrandık. Biz arsaların üzerine onla bunla anlaşıp imar kararı verip mal varlığı edinmeye çalışmadık" ifadesini kullandı.
Yapıcı şunları söyledi:
"Mesleğimizin evresel ilkelerine, kentin ve kamuoyunun yararına uygun davranıyoruz. Diplomaları alırken böyle yemin ettik. Sizler de herhalde ediyorsunuzdur, çünkü sizinki her şeyin üstünde bir meslek, sizin mesleğiniz evrensel etiğin kurallarına uygun hareket edilmediğinde değil kent, hiçbirimizin yaşamı güvende olmaz. Bir gece yarısı gelir parkı keser yaya yolunu açarız dediler. İşte o zaman halk başlattı. Kalktık gittik kurum başkanlarıyla. Bakın ben ölüyordum. Benim her tarafım sarıldı ağaca sarıldım diye. İnanılmaz bir gaz... Ondan dolayı KOAH hastasıyım.
Gece bütün çadırları, içinde çocuklar varken çadırlar yakılmaya kalkıldı. Yapılan şey usulsüzlüğün de usulsüzlüğüydü. 45 kişi gözünü kaybetti, 8 çocuk öldü. Kediler, köpekler, kuşlar öldü. Bunlar bu halkın gözü önünde oldu.
Ayağa kalkan halkın vicdanıydı. Türkiye'de hiçbir siyaset, kişilik, lider 80 ilde siyasi görüşü bu kadar farklı olan insanı bir araya getirip de bu kadar müthiş bir empati ve kardeşlik yaratamaz.
O nedenle şimdi Osman Kavala'yı rehin olarak kullanıyorlar. Geziyi ciddi şekilde kriminalize etmeye çalışmaktadır birileri. Size demiyorum. Sizlere üzülüyorum, çünkü bize beraat veren hakim yok oluyor. Onun için size kolay gelsin.
Gezi onurdur. Belki yeni nesillerin zihninde farklı bir kriminal Gezi yaratılmak isteniyor ama o tarihe geçti. Şimdi tarihe geçen başka şeyler var. Ben burada bir yüksek mühendis olarak hocalarımı dinleyerek ceza hukukunu anlamaya başladım.
Atalay, Kahraman ve Yapıcı'nın avukatı Evren İşler de "Bu davanın soruşturma aşamasında iletişimin tespiti ve fiziki takip kararı alınıyor. Bu kararlar talep etmemize rağmen dosyada yok. Kararı veren hâkimler hakkındaysa FETÖ davası var. Delil ürten hakim ve savcılardan bahsediyoruz. İddianame "bu delilleri yeniden kıymetlendirdik" diyor. Mahkemeler değişiyor ancak aynı savcının devam etmesi savcılığın bu dosyaya özel şekilde önem verdiğini bize gösteriyor. Heyetinize Fethullahçı hakim/savcı/ kolluk kötülemiyoruz. Heyetinizin de vermiş olduğunuz kararlara dikkat çekiyor, sizi bu suça ortak olmamaya davet ediyoruz." düşüncesini dile getirdi.
Sanık Hakan Altınay, "Ben neyden suçlandığımı anlamıyorum. Hiçbir delil ve somut olguya dayanmayan bu haksız suçlamanın tümünü reddediyorum. Ülkemde böyle iddianameler yazılmasından esef duyuyorum. Gezi olaylarıyla ilgili tek ilişkim, gözlem yapmak, fikir elde edinmek için 2-3 defa yaptığım ziyaret. Farkılığın birarada olma halini önemsedim ve hükümeti yıkma suçuna ilişkin herhangi bir unsur görmedim." düşüncesini dile getirdi.
Altınay şunları söyledi:
Gezi sırasında AK Parti 10. yıl konferansındaydım. Beni Gezi'ye yaptığım ziyaret de AK Parti konferansına götüren de aynı meraktır. Gezi'yi organize ettiysem aynı zamanda Anadolu yakasında bir üniversitede olmam mümkün müdür?
Benim hakkımdaki nadir doğru bilgilerden birisi Açık Toplum Vakfı ile ilişkim. Türkiye'de vakıf kurmak, çalışmak suç değil. Açık Toplum Vakfı da böyle. Vakıfların hibe vermesi ya da alması da yasak değil. Hatta hibe bakanlık onayına bağlıyken AKP ile değiştirildi. Savcı bunu doğru bulmayabilir. Dışarıdan hibe almak yarın yasaklanabilir. Ama bu karar alınmadıysa bu suç olarak öne sürülemez.
Hibe almak için Açık Toplum Vakfı'na başvuranlar yazılı olarak başvurur, hangi projelere destek verileceğini vakfın danışma kurulu karar verir. Vakıf kurulları rotasyona tabidir. Bu kişiler kendi dönemlerinde alınan kararlardan sorumludur.
İddianamede Açık Toplum Vakfı'nın hangi desteğinin Gezi eylemlerinin organize edilmesi için verildiğine dair tek bir delil yok. Bir vakfın yönetim kurulu başkanı olmak suç değil, haktır. Bu görevim Gezi'den aylar önce, Şubat 2013'te sona erdi.
Can Paker'in içinde Gülen'e övgüler bulunan kitabındaki ifadelerin, gülencilerin ihlallerini, davalarını vaktiyle eleştiren biri olarak bana karşı 2022'deki bir davada suçlama olarak çıkması anlaşılır değil. Gezi için AİHM'e mektup yazdığım iddia ediliyor. Bahsi geçen başka akademisyenlerle beraber Avrupa Komisyonu'na Gezi nedeniyle yeni fasılların açılmasının engellenmemesini" talep ettiğimiz bir mektuptur, ülkenin haklı çıkarlarını savunan bir mektuptur.
Açık Toplum Vakfı'nda 2008'de "mahalle baskısı" araştırması yaptığımda Gülen örgütü tarafından hedef gösterildik. Suçlamaların nedeni bir telefon konuşmasında geçen hicven söylenmiş "hocaefendi" ifadesiyse, konuştuğum kişi çok eski bir arkadaşım ve bu ifadenin dalga geçme amaçlı olduğunu anlayabilecek biri.
Bu özensizlikten derin kaygı ve üzüntü duyanın ben olmadğımı umuyorum. Gülenciler konusunda 2009'dan beri ulusal ve uluslararası kamuoyunu uyaran birisini Gülencilikle suçluyorlar. Darbe yapacak hiçbir niyetim olmadı. Olmayan niyetimi nasıl anlatayım diye düşündüm. Ben bu ülkenin iyiliği için çalıştım."
Duruşma çArşı davası sanıklarının beyanlarıyla devam ediyor.
Gezi davası sanıklarından Mine Özerden, "Neden burada olduğumu anlamayamıyorum. Avukatım savcının, hakkımdaki suçlamaları bana iletmesini istemişti, ancak bu talebimizi reddettiniz. Bu ne demek şimdi? Düşünüp düşünüp uygun bir suç mu bulmalıyım kendime? İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki beraatın nesini yanlış buldunuz? Ona göre savunma yapalım, delil sunalım. Yönetim mekanizmalarının dayatmacı uygulamaları ve baskılarıyla durum bir anda kitlesel bir hal aldı. Otoriterleşmenin geldiğini görmek için kahin olmaya gerek yok" dedi.
Özerden şu ifadeleri kullandı:
"2013 haziranının ilk günleri ile temmuz ayının başında da İstanbul'da değildim, Fethiye'de çalışıyordum. Hoş burada olsaydım da Gezi'de olurdum. İsnat edilen suçların hiçbiri kanıtlanamadığı halde Osman Kavala tutuklu yargılanıyor. Neden? Sormayalım mı?
61. hükümetin üyelerini, hangi konuda mağdur etmişiz? O iddianamedeki mağdurların bazıları sağda solda "bizim böyle bir mağduriyetimiz yok" diyor. Bu durumda neden hala isimleri mağdur olarak geçiyor? Size gerçekten kolay gelsin."
Mine Özerden'in avukatı Tuğçe Duygu Köksal, "Bu aşamada ortada bir delil varsa, biz delilleri değerlendirmek zorundayız. Platformdan, Taksim Platformu isimli internet sitesinin çıktılarını, sonrasında yapılan toplantıların notlarının istenmesini talep ediyoruz. Bu dosya çarşı davası ile birleştirildi. Bu kapsamda hakkında adli kontrol uygulanan sanıklar sadece Gezi'de yargılananlar" diyerek müvekkili hakkındaki adli kontrolün de kaldırılmasını istedi.
Yiğit Ali Ekmekçi, "Anlaşılan savcının iddalarının kanıtlarını sunmak gibi bir kaygısı yok. Bu durumda biz olmayanın olmadığını ispatlamak gibi imkansız bir işle uğraşıyoruz. Ticaret Bakanlığı'nın Anadolu Kültür'ün feshedilmesine yönelik açtığı dava yerel mahkeme tarafından reddedildi. Bu söylediklerin gözaltına alındığım Kasım 2018'den bu yana söylediklerimdir. 2022 Türkiyesinde böyle bir iddianame ile yargılanmayı zul addederim." diye konuştu.
Osman Kavala'nın avukatı İlkan Koyuncu, "Osman Kavala dışında bu davada yargılanan 51 kişi figürandır. Kavala'nın yargılanması için bu torbaya atılmış kişilerdir. Kavala tahliye olsa Meclis grup toplantıları kısalır. Osman Kavala benim şimdiye kadar tanıdığım hukuka en inanan insan. Bu saçma iddialara bile hukuk çerçevesinde yanıt vermeye çalışıyordu ama onu da hukuka küstürdünüz. Amerika'nın, Rusya'nın, Avrupa'nın arkasında durduğu kişiler değil 4,5 yıl 4,5 ay bile cezaevinde kalmadı. Osman Kavala'nın casus olmadığının en önemli kanıtıdır 4,5 yıldır cezaevinde olması." ifadesini kullandı.
Osman Kavala avukatı Köksal Bayraktar, "3 duruşmadır verdiğiniz ara kararın şablonunu, önceki 30 ACM ve 36 ACM de kullanmıştı. Şablonlar içinde yaşıyorsak güvensizlik vardır.Tahliye talebinin reddine ilişkin kararlarda gerekçe yok, sadece bazı kelimeler arka arkaya getirilmiştir. Üç yıldan beri AİHM kararından bahsediyoruz ama mahkeme bunun üzerinde durmuyor. Üç yıldan beri AİHM kararından bahsediyoruz ama mahkeme bunun üzerinde durmuyor." değerlendirmesini yaptı.
Avukat Köksal Bayraktar, "1539 gündür tutukluluğun devam etmesi, AİHM'in tespit ettiği hukuksuzluğun devam etmesidir. Bu hukuksuzluğa bugün son verin, müvekkilimiz bugün özgürlüğüne kavuşsun" diyerek Osman Kavala için tahliye talebinde bulundu.
Birleştirilmiş Gezi davasının ikinci duruşmasında 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan iş insanı Osman Kavala’nın tutukluğunun devamına ve duruşmanın 21 Şubat 2022 günü görülmesine karar verildi.
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu dava sonrası yaptığı açıklamada, "Yine üzüntüyle bu adliyeden ayrılıyoruz maalesef. Bu dava hukuki saiklerle açılmış bir dava değil, hukuk zemininde yürümüyor. Adalet ve Kalkınma Partisi ve liderliği Sayın Erdoğan nasıl büyük badireler atlattığını, nelerle karşı karşıya kaldığını nasıl dış güçlerle mücadele ettiği asparagasını bütün insanlara anlatmak amacıyla böyle bu bir ucube dava yaratıldı maalesef. Bu süre Osman Kavala'yla ilgili olarak 10 Aralık 2019 tarihli kararının gereğinin yerine getirilmesi gereği yönündeydi. 10 Aralık'tan beri AİHM Konseyi bu kararı takip ediyor. Ve Türkiye ile ilgili bir yaptırım süreci başlatılacak." dedi.
Tanrıkulu şu değerlendirmeleri yaptı:
"Bir yurttaş olarak üzgünüm, Türkiye’nin düşürüldüğü bu hal nedeniyle üzgünüm. İki gün sonra Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin toplantısı var. Türkiye’ye bir süre verilmişti. Hâkimlerin, savcıların buna hakkı yok. Ve bu dava dosyasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 'bu delillere göre tutuklayamazsınız' dediği karar var. Bakın siyasette rekabet olur ama siyasette düşmanlık olmaz. Yetkileri düşmanca, düşman hukukuna göre yurttaşlara karşı kullanamazsınız. Ama maalesef arkamızdaki adliyede hukuk işlemiyor. İşleyen düşman ceza hukukudur. Ve buda siyasetin talimatıyla işliyor"
2013’te Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve Türkiye geneline yayılan olaylarla ilgili dava, 8 yıl sonra sil baştan, üstelik torba dava halinde yeniden görüldü. Gezi’yi organize ettikleri iddia edilen aralarında tutuklu Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın da bulunduğu 16 sanık hakkındaki beraat kararının bozulmasından sonra dava torba davaya dönüştü.
Kavala’nın serbest kalmasını engellemek amacıyla daha önce tahliye edildiği, Türkiye’nin AİHM’de mahkum edilmesine yol açan iddialar, Türk Ceza Kanunu’ndaki farklı maddelerden yeniden dava konusu yapıldı. Bu dava, Gezi davası ile birleştirildi. 6 yıl önce beraatle biten Çarşı davası da Yargıtay tarafından bozuldu ve bu dosya da Gezi davasına eklendi. Böylece, Gezi davası, her biri daha önce yargılama konusu yapılan, iddiaları defalarca tartışılan ayrı dosyaların birleştiği bir torba dava haline geldi. Mahkeme heyeti avukatların dosyaların ayrılması talebi dahil tüm taleplerini reddetti. Bunun üzerine Çarşı avukatları duruşmadan çekilme kararı alarak salonu terk etti. Salonda bulunan seyirciler de avukatlara alkışlarla destek verdi.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisi hakkında "Soros artığı" ifadesini kullanmasının ardından duruşmalara katılmayacağını duyuran Osman Kavala 26 Kasım'daki duruşmaya katılmadı. Geçtiğimiz duruşmada hukuki durumda değişiklik olmadığı gerekçesiyle Osman Kavala'nın tutukluluğunun devamına karar verildi.
TIKLAYIN | 8 yıldır kapanmayan dosya: 40 soruda torba davaya dönüştürülen, sil baştan görülecek Gezi davası
© Tüm hakları saklıdır.