Gündem

Birgün, sosyalistlerin HDP ile ittifakını savunan Akın Olgun'la yollarını ayırdı

'BirGün, Taksim Dayanışması, Haziran Hareketi gibi meşru birliktelikleri, seçimlerden bile daha fazla önemseyen bir gazetedir'

13 Nisan 2015 18:13

BirGün gazetesi, HDP'ye verdiği destek nedeniyle yazarı Akın Olgun ile yollarını ayırdı. Ayrılığın gerekçesine dair bir veda yazısı kaleme alan yazar Akın Olgun, yazısında BirGün tarafından kendisine gönderilen e-maili de yayınladı.

Olgun, muhalifyazilar.com isimli internet sayfasında yayımladığı yazısında, "Bir gazetenin kimlerle birlikte yol alıp, almayacağını, yine gazetenin yöneticileri ve çizgisi belirler. Ortak ruhsal şekilleniş, amaçlar, hedefler, değerler içerisinde bu belirginleşir ve şekillenir. Sonuç olarak, bir e-mail ile öğrenmiş oldum. Gereksiz bir dizi söylem ve söylentiye mahal vermemek için bu e-maili sizlerle paylaşıyorum" ifadelerine yer verdi.

BirGün gazetesi tarafından gönderilen mailde, "BirGün, faşizme karşı bir araya gelen Taksim Dayanışması, Haziran Hareketi gibi solun ve kitle örgütlerinin meşru birlikteliklerini, ortaklıklarını seçimlerden bile daha fazla önemseyen bir gazete, HDP ile bir politik gelecek düşlüyor olabilirsiniz, bunda hiçbir beis yok" denilerek, BirGün'de yazma gerekçelerinin ortadan kalktığı ifadeleri kullanıldı.

Akın Olgun, Gezi eylemlerini ve HDP'nin seçimlere parti olarak girme kararını değerlendirdiği yazısında (15 Şubat 2015) solun HDP'ye karşı tutumunu HDP’nin parti olarak seçime girmesi, sol ile ittifak arayışı büyük bir telaş yaratmış görünüyor. Şimdiden fatura hazırlıyorlar. Milyonlarca oy alan, programı ve hedefleri olan bir partiye “Girerseniz AKP kazanır, girmeyin” demek,  inkârcılığın bir başka yansımasıdır ve siyasi bir linçtir. Solun bittiği, köhne olduğuna dair o gak-lı- guk-lu söylemlerin bir karşılığı olmadığı, hırsızlık, yolsuzluk ve anti demokratik tüm uygulamaların sağın kodlarını oluşturduğunu görmeyen yok artık" sözleriyle eleştirmişti.

Yazılarına son verilen Akın Olgun'un Muhalif Yazılar sitesinde 'BirGün “ayrılığı”na dair…'başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle: 

Sevgili Arkadaşlar,

2009 Ağustos’unda, Kürşat Kahramanoğlu ve Yaşar Seyman’ın ön ayak olmasıyla başlayan BirGün yolculuğum, 11.04.2015 tarihinde aldığım bir e-mail ile son buldu. Yıllar içinde, BirGün emekçileri ve okuyucularıyla ortak hikâyeler biriktirdik. Hepsi benim için çok değerli ve özeldir. Birlikte geçirdiğimiz zaman dilimi içinde, Türkiye’de çok şeyler yaşandı, değişti. Ben de yazılarımla, tüm yaşananları karınca kararınca, dilimin döndüğü, kalemimin erdiği kadarıyla yazmaya, dillendirmeye, duyurmaya çalıştım. Neden yazılarıma son verildiğine, bu ayrılığın neden yaşandığına dair çok fazla soru ile karşılaşıyorum. Elbette ki okurun bunu öğrenme hakkı vardır. Karşılıklı bir sorumluluğa çağrıdır bu.

Gereksiz bir polemik yaşanmaması için özenli davranmayı önemsiyorum. Bir veda yazısı yazmamın şartları ortadan kalktığı için, sizlere buradan sesleniyorum.

Bir gazetenin kimlerle birlikte yol alıp, almayacağını, yine gazetenin yöneticileri ve çizgisi belirler. Ortak ruhsal şekilleniş, amaçlar, hedefler, değerler içerisinde bu belirginleşir ve şekillenir. Buna uygun düşmeyen durumlarda ise gazete, yazarıyla yollarını basın etiği içerisinde sonlandırır. Olması gereken özetle budur.

Sonuç olarak, BirGün ile yolumuzun (naif deyimle) ayrıldığını, bir e-mail ile öğrenmiş oldum.  Ne oldu? Sorusunun cevabını sanırım e-mailin içinde bulacaksınız.

Gereksiz bir dizi söylem ve söylentiye mahal vermemek için bu e-maili sizlerle paylaşıyorum.

 

 

Berkant Gültekin

To

[email protected]

Apr 11 at 11:33 AM

Akın Bey iyi günler

 

Gördüğümüz kadarıyla yazılarınızda Haziran bileşenleri başta olmak üzere, sosyalist çevrelerin seçim tutumu ile polemik geliştiriyorsunuz.

 

BirGün, faşizme karşı bir araya gelen Taksim Dayanışması, Haziran Hareketi gibi solun ve kitle örgütlerinin meşru birlikteliklerini, ortaklıklarını seçimlerden bile daha fazla önemseyen bir gazete, bunu da biliyorsunuz, anlıyorsunuz.

 

Kendi yazdığınız gazeteyle polemik yapma ihtiyacı hissediyor ve bunu gerekli görüyor olabilirsiniz. Fakat takdir edersiniz ki BirGün, siyasi kimliğiyle var olan bir gazete, herhangi bir merkez medya yayın organı gibi değil.

O yüzden de siyasi olarak uyuşamıyorsak “Neden BirGün” diye sormak isteriz?

 

Bir BirGün yazarı olarak gerek gazetedeki yazılarınıza gerekse de sosyal medyadaki paylaşımlarınıza bakılırsa, üstelik size eski siyasal arkadaşlarınızdan gelen her türlü saldırıda önünüzde siper olmuş bir kurum olarak, fikirlerimize yönelik tutumunuzu geliştirici değil, yıpratıcı buluyoruz.

 

HDP ile bir politik gelecek düşlüyor olabilirsiniz, bunda hiçbir beis yok. Gazetemizde HDP’li yazarlar da var. Ama BirGün’ün de önemsediği bir birlik ruhu var ve herkes buna saygı duyuyor.

CHP’li vekiller de bizde yazıyor ve hiçbiri “CHP’ye destek olunsun” diye ne bize ne okurlarımıza çağrıda bulunmuyor.
Politik kimliğe sahip bir gazete olarak, BirGün’de yazmanızın gerekçelerinin ortadan kalktığını düşünmekteyiz. Düşüncelerinizi size politik açıdan daha uygun bir mecrada insanlara ulaştırmanızı, gazetemizin politik çizgisi açısından daha yararlı görüyoruz.
Bugüne kadarki yol arkadaşlığınız ve emekleriniz için teşekkürler…

 

Berkant Gültekin

BirGün Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Akın Olgun'un, HDP'nin seçimlere parti olarak girme kararını alamsının ardından solun HDP'ye yönelik eleştirilerini değerlendiği, BirGün gazetesine 'Beton ve bağzı şeyler' başlığıyla yayımlanan (15 Şubat 2015) yazısı şöyle:

 

'Beton ve bağzı şeyler' 

 

Devletin temel çekirdeği bir betondan oluşuyor. Betondan küçük parçalar koparanların, “değişiyoruz” argümanlı şekilsiz analizleri bir kenarda dursun şimdilik. Beton biliyor ki eninde sonunda siyaset dönüp dolaşıp yine kendisine yapışıyor. Beton çekirdeğin etrafında koparılan fırtınalar, bir süre sonra betona övgü düzmeye, onunla uzlaşmaya ve nihayet betonla benzeşmeye eviriliyor. Devletin özü milliyetçi ve muhafazakâr ve sadece bu çizgide hareket edeni içinde barındırıyor. Tutuculaşmayan, devleti yüceltmeyen her yapı mutlaka tüketiliyor. Değişiyor-muş, dönüşüyor-muş gibi yapmaları sever devlet. “Yeni” denen şey mutlaka milliyetçi, muhafazakâr derinliğiyle uyumlu olmalıdır. Laiklik, şeriat, Cumhuriyet, demokrasi, özgürlük, hak, hukuk, adalet, eşitlik gibi tüm kavramların özü asla ve asla bu temel iki çizginin sınırlarını aşmamalıdır. Bunlara “kırmızı çizgiler” diyorlar. AKP iktidarının çıktığı yer ile geldiği yere bakınca bu daha da açık görünüyor.  

Bu çizgi, Baykal ile Egemen Bağış’ı yan yana oturtandır. Hırsızlık, arsızlık, yolsuzluk, kokuşmuşluk ne varsa hepsi, “milli” dava karşısında önemsiz gürültülerdir. İşte beton dediğimiz şey, ikisini bir arada tutan temel yapıdır. Güvenlik paketi bu öze dönüşün tam kendisidir. Polis devleti ortaklığı hem ulusalcıların, hem İslamcıların ortak ideolojisidir. Çıt çıkarmayan tek tip bir ülke hayali, “dava” dedikleri şeyin özünü oluşturuyor. Kendisi gibi düşünmeyen herkesi “hain” ilan etme, “düşman” olarak işaretlemenin, günlük dilin parçası haline geldiği yerde, “yaşam” üzerine kurulan her cümle artık bir infaz nedeni.

“Çıkacak” diye bağıran takunyalı ses, işte bunu ilan ediyor. Siyasi ve ekonomik krizin derinleştiği yerde “güvenlik” adı altında çıkarılan tüm yasalar, halka karşı savaş hazırlığından başka bir şey değildir. Kendini güvende hissetmeyenlerin korkusu, korkunç bir şiddete dönüşmüştür hep.

Gezi İsyanı’nın tüm kesimleri bir araya getirmesinden devletin duyduğu rahatsızlık ve arkasından hızla bu birlikteliği parçalamaya dönük siyasi pazarlıkların sonuçlarını ilk önce sokakta gördük. Ortalıktan çekilerek, iktidarın kuruyan ağzına su taşıyanların, koşarak AKİT’e verdikleri söyleşiler ilk işaretti. Hedef saptırmanın yolu olarak şimdi HDP’yi işaretliyorlar. “AKP ile işbirliği yapıyor” bağırtıları ile şenler. HDP’nin parti olarak seçime girmesi, sol ile ittifak arayışı büyük bir telaş yaratmış görünüyor. Şimdiden fatura hazırlıyorlar. Milyonlarca oy alan, programı ve hedefleri olan bir partiye “Girerseniz AKP kazanır, girmeyin” demek,  inkârcılığın bir başka yansımasıdır ve siyasi bir linçtir. HDP’nin kendi kaderini tayin hakkı yine kendisine aittir. Bunun yaratacağı sonuçların tartışması elbette ki yapılmalıdır ama “katılmasın, girmesin” kalıbına bürünen utangaç inkârcılık gözden kaçmamalıdır.

Başarısızlıkları “siyasi zafer” söylemleri içine koyup bir bilinmeze referans vermekten çıkıp somut kazanımlar elde edebilmek ve elle tutulur gözle görünür bir hale getirmek, iktidarın yarattığı “çaresizlik” duygusuna, konulan barajları aşarak ve yarattığı etkiyi kalıcı hale getirerek cevap vermek, herkesi daha çok güçlendirecektir. Milliyetçi, muhafazakâr betonu güçlendiren şey, hak ve özgürlükler mücadelesinin parçalı ve marjinal hale getirilmesi ve kendisine benzetmesindeki başarısıdır. Bu hale gelen her mücadele, elbette önce kendi çocuklarını yemeye başlar ki mücadele tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Solun bittiği, köhne olduğuna dair o gak-lı- guk-lu söylemlerin bir karşılığı olmadığı, hırsızlık, yolsuzluk ve anti demokratik tüm uygulamaların sağın kodlarını oluşturduğunu görmeyen yok artık. Şimdi alternatif bir SOL siyasetin kendisine yer açacağı geniş bir boşluk var. Bu boşluk, güçlü ve alternatif birlik siyaseti ile doldurulmazsa, korkarım ki o beton, yeniden hepimizin üzerine binecek.

“Yetmez ama evet” ya da “bas geç” gibi absürdlüklerin gölgesinde içimizi yeniden boşaltacaklar.

Şartlar ve koşullar sol siyasetin ve değerlerin yeniden alternatif olabilmesi için hiç bu kadar uygun olmamıştı.
Ya küçük hesapların ve hesaplaşmaların içinde birbirimizi eritecek, ya da iktidara alternatif bir sol için fırsata dönüştüreceğiz.